ÖMER AYHAN Pazar Günleri, edebiyatseverlerin yazarlığı - TopicsExpress



          

ÖMER AYHAN Pazar Günleri, edebiyatseverlerin yazarlığı kadar sıra dışı hayatıyla da tanıdığı Fransız yazar Irène Némirovsky’nin öykülerinden bir derleme. Farklı sanat anlayışlarının buluştuğu, klasik ile moderni bir araya getiren kitap, gerçek bir edebiyat şöleni. PAZAR GÜNLERİ, IRÉNE NÉMIROVSKY, ÇEV.: EBRU ARBAŞ, CAN YAYINLARI, 360 SAYFA, 23 TL Ukrayna asıllı Fransız yazar Irène Némirovs-ky’nin hayat hikâyesine kayıtsız kalmak mümkün değil. O yüzden trajik ölümüne ve ölümünden sonra sürekli yükselen kariyerine kısaca göz atmakla başlayalım. Yahudi diasporası tarafından antisemitist olduğu gerekçesiyle eleştirilen bir yazar tahayyül edin. 1939’da katolikliği seçmesi, antisemitist bir iki dergide çıkan yazıları tartışmaları da beraberinde getirmiş. Nitekim Yahudi kökenli olduğu için Nazilerin kara listesine giren ve özel olarak ‘ilgilenilen’ genç kadın, önce Fransızlar tarafından vatandaşlıktan çıkarılacak, ardından Auschwitz’de hayata veda edecektir. Birkaç ay sonra kocasının da aynı akıbete uğradığını, buna karşılık taşrada gizlediği çocuklarının hayatta kaldığını düşünürsek, Némirovsky’yi seçimleriyle bir kalıba oturtmak hayli güç. Can Yayınları, yazarın Pazar Günleri adıyla yayımladığı öykülerinde, kitaba öykülerin dergilerde ilk neşrediliş tarihlerini ekleyerek hayırlı bir iş yapmış. Zira on beş öykünün kronolojik dizilişi hem Némirovsky’nin ve tüm Avrupa Yahudilerinin yaşadığı baskıyı hem de öykülerdeki değişimleri gösteriyor bize. 1941-42’de neşredilen son üç öyküde mahlas, üstelik hiçbir riske yer vermemek için erkek adları kullanmak zorunda kalmış Némirovsky. Sıralamayı takip edebildiğimize göre yazarın edebi köklerine doğru bir yolculuğa çıkmaya hazırız. O eski, sıcak, dost ses Yazarın ilk dönem öyküleri, bende bir tür sıkıntı ve büyülenmenin karışımı diyebileceğim alışılmadık bir etki bıraktı. Her ne kadar Rus duyarlığını yansıttığı söylense de, Ukrayna ve Finlandiya’da geçen öykülerdeki doğa tasvirleri bir tarafa, tastamam Fransız duyarlığına sahip bir yazar Némirovsky. Camus ve Sartre’ın fırtına gibi estiği, edebiyatta gerçeküstücülüğün henüz tamamen gözden düşmediği bir dönemde Balzac’tan Colette ve Proust’a uzanan geçmiş zamanlardan sesleniyor. Öyle bir dünya ki bu, andığım yazarların (Colette’nin yapıtında ilmeklerin belki bir parça daha gevşek olduğu söylenebilir) romanlarındaki güçlü mimarinin aynı ustalıkla çatıldığı o eski, sıcak, güven verici dost sesin büyüleyici yankısına kolayca yakalanıyor insan. Kılı kırk yaran ayrıntı tutkusu, etkileyici sözdizimleri, klasiklere bağlılığını sürdüren okurlar için rahatlatıcı ve edebiyatta benim gibi geç yirminci yüzyıl ile yirmi birinci yüzyılın kaotik dünyasının yankılarını arayan dönekler için biraz da sıkıntı veren bir dünya vaat ediyor. Bir öykü kitabından söz ederken romancıları referans göstermem garip bulunabilir. Ama söylenenden çok gizlenenin öne çıktığı çağdaş öykünün aksine, bol sıfatla kurulmuş uzun cümlelerle karşılaşınca Némirovsky’nin güzel söz söyleme sanatına bağlılığı, retorik yazma biçimlerini sürdürmekteki romantik temayülü görülecektir. “Odayı sarı, sıcak ve yumuşak bir gölge kaplamıştı” diyor, camı indirince, “içeride, iri, ağır ve soğuk damlalara dönüşen kardan pulcuklarla yüklü rüzgârlar” peydah oluyor. Némirovsky aile kavramını otopsi masasına yatırmışçasına ustalıkla didiklediği bu soy öykülerde, göz kamaştırıcı yeteneğini bir başka olguyla birleştiriyor: Dünyayı, hayatı, insanı çok iyi gözlemlediğini belli eden cümleleriyle nitelikli edebiyatın yollarında koşabilen bir yazar o: “Gülümsedi; dudaklarını hafifçe aralayan bu güvenli, ağır ve nadide gülümsemeyi ne kocası ne de büyük kızı biliyordu.”, “İnsan yüreğine asla çok yakından bakmamalı; bu sarsıcı ve korkutucu olur.”, “İtibara olan susuzluğun işkencesinden geçen bir burjuvaydı o”, “Tüm gücüyle hıçkırıklarını tutuyordu ama bir çocuk sessizce ağlayamaz. Daha sonra öğrenilir bu.” Cinsiyetsiz bir yazar İlk iki öyküyü bitirdiğimde, ne mutlu klasiklerin hasretini çekenlere, alın size 20. yüzyılda 19. yüzyıl duyarlığıyla yazan, üstelik maharetle yazan bir yazar, diyordum. Sonra sıra üçüncü öyküye geldi ve gösterişli, zengin, biraz da yorucu pus birdenbire dağıldı. Tekinsiz atmosferiyle çağdaş bir gotik öykü diye tanımlayabileceğim birinci tekil anlatıcılı “Aino”da, terk edilmiş ev uzun uzadıya betimlenmiyor, sıfat yüklü cümlelerin terk edilişi metnin ritmini mükemmel kılıyordu. Kanımca Némirovsky’nin en önemli özelliği cinsiyetsiz bir yazar oluşu. Kadınlar kadar erkeklerin dünyası da ustaca ve dahası eşit mesafeyle hayat buluyor onun kaleminde. Karakterlerini hırpalayıp önümüze fırlatırken şefkatini eksik etmeyen, bu zor dengeyi tutturabilmiş bir yazar Némirovsky. Bizim edebiyatımızın aksine, anaerkil bir dünya egemen öykülerde, hırslı annelerin baskısından kaçmak için çırpınan, gençliğin getirdiği bir tür bönlükle hatalar da yapan genç kadınlar, erkekler. Savaşın dehşetini dile getirişi bile farklı; “Seyirci”de hayata epiküryen zevklerin şaşılaştırdığı bir fildişi kuleden bakan karakter, savaşı insanlardan ziyade güzelim mimari şaheserleri yerle bir edeceği için lanetler. Ama savaş kendi güvenli dünyasını yerle bir ettiğinde vahşetin bir parçası olacaktır. Mekân duygusu da çok güçlü Némirovsky’nin. İnsanla mekânı birbirine içkin kıldığı öykülerden “Aino”daki ev, unutulmaz bir ‘karakter’. Grotesk bir dünyanın kapılarını araladığı “Büyü”nün asıl büyüsü ise bohem bir yaşamın anlatıldığı banliyö evinin unutulmaz ayrıntılarında gizli. Yeniden diriliş Ölmeden önce yayımladığı romanlarıyla eleştirmenlerin övgülerine mazhar olan Némirovsky’nin, adını geniş kitlelere duyurması da bir başka hazin hikâye. Yazarın kızı annesinden kalan notlara elli yıldan uzun süre elini sürememiş. Acının görkemli dirilişini göze aldığında, notların yanı sıra romanlar, novellalar çıkmış pandoranın kutusundan. Vatandaşlıktan çıkarıldığı Fransa’da 60 yıl sonra liste başı olan kitapları için kızı, “Bu Nazilerden alınmış bir intikam değil,” diyor, “sadece annemi yeniden dirilten bir zafer.” Söylemeden geçemeyeceğim, A. Esra Yalazan geçen ay Kitap Zamanı’nda yayımlanan Proust yazısında, adeta yazarla ruhsal bir bağ kuruyor, Proust’un dünyasını estetize bir duyarlıkla koyuyordu önümüze. Némirovsky ile de -şayet henüz okumadıysa- böyle bir bağ kurabileceğini hissediyorum. Ebru Erbaş’ın akıcı çevirisi bizim için bir şans. Klasik ile moderni bir araya getiren bu tuhaf seçki, biliniz ki gerçek bir edebiyat şöleni.
Posted on: Sat, 09 Nov 2013 07:36:39 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015