“İsrail Filistinlileri katlediyor, bütün dünya seyrediyor, - TopicsExpress



          

“İsrail Filistinlileri katlediyor, bütün dünya seyrediyor, kimse bir şey yapmıyor…” Ne büyük yalan! Bütün dünya yalnızca seyrediyor olsaydı, İsrail’in bugün bu ölçüde büyük bir vahşeti gerçekleştirmesi mümkün olamazdı. İsrail, Filistinlileri, dünya güçlerinin büyük bir bölümünün, özellikle de ABD, işbirlikçi Arap rejimleri ve Türkiye’nin 2006′dan bu yana yoğunlaşan aktif katkılarıyla katlediyor. AKP hükümetinin sadece son Gazze saldırısı için İsrail’e ne gibi katkılarda bulunduğuna bir bakalım. İki yıllık ilginç bir öykü söz konusu… İsrail, 2006′da önce Gazze’ye ardından da Lübnan’a saldırdıktan sonra 33 günlük başarılı Lübnan direnişi karşısında geri püskürtüldü. Lübnan ve Gazze’nin yakılıp yıkılmasına sessiz kalarak onay veren Birleşmiş Milletler (BM), İsrail’in yenilgisi kesinleşince harekete geçti ve “Lübnanlı direniş güçlerinin silahsızlandırılmasını, Lübnan’ın güneyinin BM Barış Gücü askerlerinin kontrolüne devredilmesini” öngören bir anlaşma dayattı. Topraklarının bir bölümü hala İsrail işgali altında olan Lübnanlılara direnişi yasaklayan anlaşma, İsrail’in “savunma hakkını” ise saklı tutuyor, yani yeni bir saldırı ya da işgale açık kapı bırakıyordu. AKP hükümeti, bu anlaşmanın uygulanmasını sağlamak, yani İsrail’in saldırı ve işgal siyaseti karşısında Lübnanlıların elini kolunu bağlamak için bölgeye gönderilen BM Barış Gücü’ne askeri bir birlikle katılma kararı aldı. Bu birlik görevine hala devam ediyor. 2006 ABD ve İsrail açısından işlerin kötüye gittiği ve Ortadoğu politikasında kimi tadilatlara gitmenin kaçınılmaz hale geldiği bir yıl oldu. Irak direnişi zirve yaptı, Afganistan Iraklaşmaya başladı, Kuzey Kore atom bombası elde etti, İsrail Lübnan’da yenildi, Hamas’ın iktidara gelmesinin ardından Filistin direnişini bütünüyle ezme/bitirme girişimleri başarısız oldu, İran bölgesel bir güç olarak öne çıktı ve hedefte olduğu ilan edilen Suriye kefeni yırttı. ABD ve İsrail’in saldırgan politikası bölgede bir İran-Suriye-Hizbullah-Hamas ekseni oluşturdu. ABD’nin askeri tökezlemesi, düşman ilan edilen devletlerin direnme eğilimlerini güçlendirip karşı eksenler oluşturmalarına yol açınca, ABD örtük/açık müzakerelere başladı. Yeni stratejiye göre İran, Suriye, Lübnan ve Filistin birbirinden ayrılacak; bu ülkelerdeki uzlaşmaya yatkın yönetimler ve fraksiyonlara daha olumlu ve uzlaşmacı yaklaşılacak; Ahmedinejad yönetimi altındaki İran, Hizbullah ve Hamas tecrit edilecekti. AKP hükümetinin Ortadoğu’daki “barış” turları tam da bu arada gündeme geldi. “İsrail-Filistin barışı” için yeni bir yol haritası belirlemek amacıyla Aralık 2007′de ABD öncülüğünde gerçekleştirilen Annapolis görüşmeleri ve AKP hükümetinin arabuluculuğuyla gerçekleştirilen 2008 İsrail-Suriye barış görüşmeleri bu sürecin ürünleriydi. AKP hükümetinin aktif katılım sergilemekle övündüğü Annapolis konferansı, düpedüz, Filistin’de direnenleri tecrit edip teslim olanları meşru temsilci ilan etmeye yönelik bir oyundu. Hamas’ın, Filistin’de 2006 seçimlerini kazanmasının ardından, Mahmud Abbas liderliğindeki El Fetih ile Hamas arasında çatışmalar başlamış ve bu çatışmada ABD-İsrail tarafından askeri ve mali olarak desteklenen El Fetih, Haziran 2007′de darbe yaparak Batı Şeria’da yönetimi ele geçirmişti. Batı Şeria ile toprak bağlantısı olmayan ve dünyanın en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip toprak parçası Gazze ise Hamas’a kalmış ve bu tarihten itibaren İsrail’in bugüne dek uzanan sürekli ambargo ve saldırılarına maruz kalmaya başlamıştı. Vaktiyle Filistin ulusal kurtuluş hareketinin bölünmesi ve harekete liderlik eden El Fetih’in zayıflatılması için İsrail’in desteğiyle önü açılan Hamas, kendisinin de doğrudan bir parçası olduğu bölünmenin ve çürümenin sonucunu yaşıyordu. Hamas ve El Fetih, silahlarını İsrail’e değil birbirlerine yöneltirken, İsrail “Hamas’ı vurma” bahanesi ile Gazzeli bebekleri katlediyordu. Bu süreçte planlanan Annapolis Konferansı’na İsrail tarafını temsilen Şimon Peres, Filistin tarafını temsilen Mahmud Abbas çağrıldı. Hamas ise görüşmelere çağrılmadı. İsrail de zaten Hamas gerekçesiyle Gazze’ye saldırı hakkını saklı tuttuğunu ve Filistinli mültecilere geri dönüş hakkı verilmesinin sözünü dahi etmeyeceğini ilan ediyordu. Konferansın bir yol haritası çıkaramayacağı, Hamas’ı tecrit edip işbirlikçi Mahmud Abbas yönetiminin elini güçlendirmek için tertiplendiği yönündeki eleştiriler zaman içinde doğrulandı. Sözüm ona “ABD ve İsrail’in muhalefetine rağmen” Hamas’la görüştüğü için övünen AKP hükümeti, gerçekteyse Annapolis sürecini aktif olarak destekleyerek Hamas’ın tecrit edilip dışlanmasına yardım etti. Peres ve Abbas konferans öncesinde Türkiye’ye davet edilip TBMM’de kürsüye çıkarıldı. Türkiye, Ortadoğu Dörtlüsü’nün (ABD, AB, Rusya, BM) yanı sıra Annapolis konferansına katılan beşinci en önemli aktördü. Annapolis’in ardından El Fetih ile Hamas (Batı Şeria ile Gazze) arasındaki ayrışma derinleşti, Hamas uluslararası alanda tecrit edildi ve Gazze, İsrail kuşatması altında kaderine terk edildi. AKP hükümeti Hamas’la görüşmüş olmakla övünedursun, uluslararası alanda Hamas’ın tecridine ve işbirlikçi/darbeci Abbas yönetimine verdiği destek de ortadadır. İşin doğrusu, ABD ve İsrail, resmen muhatap almak istemediği Hamas’la görüşmelerini AKP kanalıyla yürütmeyi tercih etmiştir. Tabii bu arada, Annapolis daha hazırlık aşamasındayken, İsrail-Türkiye askeri işbirliği tam gaz sürüyordu. Eylül 2007′de İsrail jetleri Türkiye hava sahasını ihlal ederek Suriye’yi bombaladı. Bu uçakların Konya’da eğitim uçuşu yapan İsrail jetleri olabileceği öne sürüldü. TSK ses çıkarmadı. AKP hükümeti ses çıkardı ama “bypass edilmenin, bilgilendirilmemenin hıncıyla” ses çıkardı. AKP’nin rahatsızlığı elbette yine sözde kaldı. Hükümet, bu egemenlik ihlali karşısında somut bir adım atmadı, somut bir talep dile getirmedi. AKP hükümeti, 2008′de gündeme getirilen Suriye-İsrail barış görüşmelerini de Türkiye’nin “bölgesel bir güç” olarak “bölge barışını desteklemesi” retoriğiyle sundu. Görüşmelerde Suriye’ye ait Golan tepelerindeki İsrail işgalinin sonlandırılması müzakere ediliyordu ancak İsrail’in şartları asla açıktan dile getirilmedi ama herkes ne istendiğini biliyordu. İsrail’in şartları Suriye’nin İran ile arasına mesafe koyması, Lübnanlı ve Filistinli direniş güçlerine sunduğu desteği kesmesi idi. Uzun süredir Batı ile entegrasyon niyetini ortaya koymuş olan fakat ABD vetosuna takılan Suriye, bölgedeki ABD-İsrail karşıtı cephenin zayıf halkası olarak, nihayete ermeyen bu görüşme sürecinde, uzlaşma fırsatını geri tepmemek için konumunu giderek nötrleştirdi. Böylece AKP’nin arabuluculuk ettiği Suriye-İsrail görüşmeleri sayesinde İsrail’in işgal siyasetinin güvenliğini tehdit eden Lübnan ve Filistin direniş güçleri etrafındaki tecrit sıkılaştırılmış oldu. AKP hükümeti bir yandan İsrail ile askeri tatbikatlar yürüttü, İsrail ordusunun eğitim görmesi için Türkiye topraklarını açtı ve yeni işbirliği anlaşmalarına imza attı. Diğer yandan Lübnan direnişinin İsrail karşısında silahsızlandırılarak elinin kolunun bağlanması, Filistin’de ise Hamas’ın tecrit edilmesi, işbirlikçi yönetimin meşru ilan edilmesi ve Filistin davasının bölgesel destekçilerinin bu destekten vazgeçmesi için çalıştı. Yani, İsrail’in savaş aygıtının gelişmesi için tüm olanaklarını seferber ederken Ortadoğu’ daki direniş odaklarının etkisizleştirilmesi için “BARIŞ” söylemine/politikasına sarıldı: Lübnan “BARIŞ” Gücü, Annapolis “BARIŞ” konferansı, Suriye-İsrail “BARIŞ”ı gibi oyunlarla sahneye çıktı. İki yıllık çabalar boşa gitmedi. AKP hükümetinin de desteğiyle savaş kapasitesini geliştiren İsrail, yine AKP hükümetinin BARIŞ girişimleri sonucu eli kolu bağlanan ve yalnız kalan Gazze halkının tepesine bomba yağdırmaya başladı. Gözü yaşlı katiller Başbakan Tayyip Erdoğan, son Gazze saldırısının ardından yine İsrail’e esti gürledi. Anaların gözyaşlarında boğulursunuz, dedi. “Madem o kadar tepkilisin, İsrail ile ilişkileri kes” diyenleri “kurusıkı” konuşmakla itham eden Erdoğan, sanmayın ki İsrail ile ilişkilerde değişikliğe gitmedi. Gazze saldırısının ilk günlerinde basına düşen bir haberde, Savunma Bakanlığı’nın İsrail’den 167 milyon dolarlık silah alım anlaşması imzaladığı belirtiliyordu (Yani İsrail’le askeri/ticari ilişkilerin daha da ilerletilmesi gibi bir değişiklik Gazze saldırılarıyla eşzamanlı olarak gündemdeydi). Bu anlaşma üzerine defterler açıldı ve Türkiye ile İsrail arasındaki askeri işbirliğinin hacminin geçen yıl itibariyle 1.8 milyar dolara ulaştığı gazetelere yansıdı. Bu ticarette AKP döneminde yapılan tank modernizasyonu anlaşması ve Heron casus uçaklarının alımı gibi “tuzlu” ihaleler öne çıkıyor. AKP hükümetinin sözcüsü Cemil Çiçek, gazetecilerin, Gazze saldırısı nedeniyle silah anlaşmalarının askıya alınıp alınmayacağı soruları karşısında, bu anlaşmaların Türkiye’nin çıkarına olduğu bu nedenle de iptal edilmesinin söz konusu olmadığı şeklinde bir cevap verdi. Erdoğan’ın Gazze için İsrail’e sitem ederkenki tavırları, bu haliyle, öldürdüğü ya da öldürülmesine yardım ettiği kişinin cenazesine katılıp salya sümük ağlayan, ancak yine de yakayı ele verenlerin ikiyüzlülüğünü çağrıştırıyor. Tayyip Erdoğan, İsrail’e verip veriştirdiği konuşmasında “Öfkeyle kalkan zararla oturur…” deyip kendilerinin öfkeye kapılmayacağından, yani fazla ileri gitmeyeceğinden bahsediyordu. Boşuna söylemiyor. Çünkü İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesi talebini kesin bir dille reddeden AKP, İsrail ile yürüttüğü işbirliği nedeni ile çok büyük “kârlarla” oturuyor. İsrail sermayesinin Türkiye’deki yatırımları AKP iktidarı döneminde büyük bir sıçrama kaydetti. Carlyle MG Limited (Ofer) grubu, Mentafil, Tahal, Bank Hapoalim, Carmel Carpets AKP döneminde Türkiye’de yatırım yapan, özelleştirme ihalesi alan, şirket satın alan İsrail gruplarının en bilinenlerinden. Bunların dışında bir dizi tarım, enerji ve teknoloji şirketi daha var. Carlyle MG Limited grubunun genel müdürü Eyal Ofer, Kasım 2005′te YASED tarafından düzenlenen ‘Yabancı Yatırımların Yeni Gözdesi: Fırsatlar Ülkesi Türkiye’ konulu konferansta kendilerini yatırıma bizzat Tayyip Erdoğan’ın ikna ettiğini, 2002′de AKP’lilerle tanıştıklarını ve Türkiye’de yatırım yapmaya bu tanışma sayesinde karar verdiklerini belirtmişti. TÜPRAŞ özelleştirmesi sırasında, TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76 hissesinin 446 milyon dolara Oferlere satıldığı açığa çıktı. Koç’u bile isyan ettiren satış, özelleştirmede biçilen değerin üçte biri fiyatına gerçekleşmiş, açık bir peşkeş yaşanmıştı. Üstelik İsrail sermayesi Türkiye enerji sektörünün en kritik kurumuna el atmıştı. Oferler kazandıkları liman ihaleleriyle ve bu ihaleler öncesi AKP’li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’la Sami Ofer arasında geçen gizli otel buluşması ile de gündeme geldi. İsrailli tarım tekeli Tahal, Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile tanınan İbrahim Çeçen’e ait IC firmasının daveti ile Türkiye’ye geldi. Erdoğan ile Çeçen arasındaki dostluk o kadar aleniydi ki, AKP, bir yasa teklifiyle Ağrı Dağı Üniversitesi’nin adını Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi olarak değiştirdi. 2006′da ise İsrailli halı üreticisi Carmel Carpets gelerek dünyanın en büyük 10. halı üreticisi olan ve Mescidi Aksa’ya özel halı üreten Atlas Halı’nın yüzde 50,1′lik hissesine sahip oldu. Örnekler çoğaltılabilir. Bütün bunları solda bırakacak bir Türkiye-İsrail ortaklığı ise henüz proje aşamasında olmakla birlikte, bugünkü askeri, ekonomik ve politik pek çok gelişme ile doğrudan bağlantılı. AKP hükümeti, Hazar petrolünü ABD kontrolü altında Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşımak için inşa edilen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının İsrail’in Hayfa limanına uzatılmasını ve bu yeni (Bakü-Tiflis-Ceyhan-Hayfa) proje ile petrolün yanı sıra, su ve telekomünikasyon akışının da sağlanmasını öngören bir projeye imza attı. Bu ise İsrail ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de askeri ve politik işbirliği yürütmesine kuvvetli bir temel oluşturulması anlamına geliyor. İşte bu nedenlerle Tayyip Erdoğan, öfkesinin doruğundayken bile kâr zarar hesabı yapmayı, öfkesini yenip kesesini düşünmeyi, “ikili ilişkileri kes” talebi karşısında en ufak bir taviz vermemeyi tercih ediyor. Yok birbirlerinden farkları Bir başka husus da DTP grup başkan vekili Selahattin Demirtaş tarafından dile getirildi. Demirtaş 6 Ocak’taki grup toplantısında Kandil’e bomba yağdırma talimatı veren Erdoğan’ın Filistin’de barışı sağlayamayacağını ifade ederek, “İsrail ne kadar barış ve ateşkesi istiyorsa Başbakan Erdoğan da o kadar istiyor” dedi. AKP hükümetinin emriyle bombalanan Kandil, ABD ve İsrail’in icazeti, istihbaratı ve silahı ile vuruluyor (Heron’lar özel olarak bu operasyonlar için istenmişti). Erdoğan boş gürültü yapmaktan başka şansı olmadığını, aksi takdirde Gazze’ye karşılık olarak Kandil’in, Hamas’a karşılık olarak PKK’nin hatırlatılacağını çok iyi biliyor. Erdoğan’ın fikri neyse zikri de o: yerel seçim hesaplarıyla Kürtlere karşı savaşı tırmandıran AKP’li Başbakanın, İsrail hükümet liderleri Olmert ve Livni’ye “seçim hesaplarıyla Filistinlilere karşı bu savaşı yürütmeyi bırakın” diye sitem etmesi de fikir-zikir ilişkisinin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Posted on: Mon, 24 Jun 2013 08:48:58 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015