BU TETİKÇİLİK NİYE ABD’nin 2003 Irak işgali sırasında - TopicsExpress



          

BU TETİKÇİLİK NİYE ABD’nin 2003 Irak işgali sırasında içimizden birileri “Allah’a dua ediyoruz, ABD askeri ölmeden ülkesine dönsün” demişti ama bu dualar kabul olmadı, bu işgal sırasında (6) altı binden fazla Amerikan Askeri hayatını kaybetti. Şimdi ise Suriye gündemde, AKP muhaliflere kucak açıyor ve iç savaşı kışkırtıyor, kısacası açıktan ABD-İsrail adına tetikçilik yapıyor, niye? 11 Eylül 2001, ülkesinde gerçekleşen “İkiz Kule saldırısı” sonucu ABD iki ülkeye açıktan savaş ilan etti; biri Afganistan diğeri ise Irak, her iki ülke de işgal edildi. Günümüzde Afganistan işgali sürerken Irak’ta Saddam rejimi devrildi ve buna bağlı olarak enerji kaynaklarının yönetimi ele geçirildi, kuzeyde Barzani Kürt Devleti kuruldu, Şii-Sünni ayrışması derinleştirildi, ayrışan gruplar güçlendirildi, ülke iç savaşa sürüklendi hala sürükleniyor ve bu siyasi hedeflere ulaşıldıktan sonra ABD Irak işgaline son verdi. Konuyu biraz daha açarsak, Irak işgaline ABD bu ülkedeki ulusal siyasi hedeflerine ulaşmış olduğu için son verilmiştir, yoksa Başkan Obama’nın seçim öncesi kendi halkına Irak’tan asker çekeceğini ilan etmesinden değil ya da bizdeki gibi seçim kazanıp iktidarın nimetlerinden faydalanmak düşüncesinde olduğu için de değil! Peki, neydi ABD’nin Irak’taki siyasi hedefleri; - Saddam rejiminin devrilerek yerine işbirlikçi bir yönetimin getirilmesi, - İsrail’e tehdit olan Irak Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmesi, - Enerji kaynakları yönetiminin ele geçirilmesi, - ABD’nin stratejik ortağı Barzani’ye Kerkük’ün kaynaklarıyla birlikte yönetiminin verilmesi, - Irak’ın öngörüldüğü gibi Kürt-Şii-Sünni diye etnik ve mezhep bazında üçe parçalanmasının sağlanması, - Proje Güney Kürdistan’ın Barzani temelinde inşaatının tamamlanması, - Proje Kuzey Kürdistan’ın Barzani desteğinde ve PKK temelinde Türkiye’de siyasi güce dönüştürülmesi, - Proje Batı Kürdistan’ın PYD temelinde Suriye’de silahlı güç yapılması, - Proje Doğu Kürdistan’ın silahlı ayağı PJAK’ın İran’da yapılandırılması… Peki, bu ABD bu siyasi hedeflere gerçekten ulaşabilmiş miydi? Bakınız Barzani Güney Kürdistan’ın görüntüsüne, bakınız Kerkük’ün Barzani işgaline, bakınız Irak enerji kaynaklarındaki ABD-İngiliz hakimiyetine, bakınız Irak’ta Şii-Sünni-Kürt bölünmesine ve bu temeldeki iç savaşa ve de öldürülen 1.5 milyon Müslüman’a, bu tabloda ABD’nin Irak’taki siyasi hedeflerine ulaşmış olduğu açıkça görülmektedir. Peki, ABD bu siyasi hedeflerine nasıl ulaşabilmişti? ABD’nin bu siyasi hedeflere ulaşmasını sağlayan Türkiye’deki siyasi iktidar olmuştur yani bugün için AKP Hükümeti, dün için 1991 Birinci Körfez Savaşı’ndaki Özal Hükümeti ve her ikisi arasında geçişi tamamlayan Çiller Hükümeti. Bilinen o ki Orta Doğu’da Türkiye’nin desteğini alamayan bir siyasetin zaten başarıya ulaşması mümkün değildir. 2003 İkinci Körfez Savaşı’nda Erdoğan’la süregelen ve her ikisi arasında Çiller’le tamamlanan bu üç siyasi hükümet yukarıda açıklanan ABD çıkarlarının gerçekleşmesinde Türkiye’nin hem askeri hem coğrafi hem de ekonomik tüm güçlerini kullanmış ve üstelik Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti’nin ulusal çıkarlarını yok saymışlardır. Gerçi bu bir anayasal suçtur ama günümüzde bu ağır suç duyurusunu hangi yetkili makam duyar ki… Şimdi Türkiye bir yana, ABD’nin bu siyasi hedeflere ulaşmasını sağlayan bir diğer unsur, milyarlarca dolarlık savaş masraflarının ilgili ülkelerce karşılanarak ABD’ye ekonomik kayıp olarak geri dönmesinin engellenmiş olmasıdır. ABD, başta biz olmak üzere tüm dünya ülkelerinden savaş masraflarını tahsil etmiştir. Yani bu savaştan ABD halkı doğrudan ekonomik olarak zarar görmemiş ve görmemesi de sağlanmıştır, biz görmüş olsak da söze konu hiç olmamıştır. Ve yine ABD’nin bu siyasi hedeflere ulaşmasını sağlayan bir başka unsur ise, Irak işgalinde olası bir Amerikan askeri kayıplarının göze alınmış olmasıdır. Öyle ya bu savaşta (6)binden fazla Amerikan askeri hayatını kaybetmiştir. Buna karşılık, her ne kadar ABD bu savaşta 1.5 milyon insan öldürmüş olsa da, ulusal çıkarları söz konusu olduğunda bu Müslüman kayıplar Batı ve Amerikan medyasında gündeme bile getirilmemektedir. Irak bir yana, bu ABD’nin PKK’sı yüzünden biz 9.671 şehit vermiş olsak da hiç söze konu olmamıştır… Sonuçta günümüzdeki Suriye Krizi’ne baktığımızda, Irak Krizi’ne birçok yönden benzediği ama bazı noktalarda ayrıldığı görülmektedir. Şöyle ki; Hatırlayınız, 1988’de Batı’nın Saddam’a sağladığı kimyasal silahlar ve bu silahların kullanımı için Saddam’ın teşvik edilmesi sonucu dünya kamuoyunun dikkatleri “Irak/ Saddam” üzerine çekilmişti ve çekilmesi de sağlanmıştı. Dünya kamuoyu haklıydı çünkü Halepçe’de bu kimyasal olay sonrasında (5) bin peşmerge hayatını kaybetmişti, her ne kadar bu işin ardında Batı olsa da bu bir insanlık trajedisiydi… Bugün de benzer şekilde, ister Esad rejimi isterse muhalifler kullanmış olsun, Suriye’de kimyasal silahların gündeme taşınmasıyla Suriye ve Esad Rejimi’nin dünya kamuoyu gündeminde ilk sıraya oturması sağlanmıştır. Bugün binlerce Suriyeli’nin kimyasal silah kullanımı sonucunda hayatını kaybettiği söylenmekte ve her gün medyada yayınlamaktadır. Ama ne yazıktır ki en başta kimyasal silah teknolojisini satanların Batı ve bugün bu gerekçeyle Suriye’ye müdahale çığlığı atanların da Batı’dan olduğu hiç söylenmemektedir. Her şeye karşın, ABD bu yolla bir siyasi hedefine daha ulaşmış ve kimyasal denilerek tıpkı Irak’ta olduğu gibi dünya kamuoyunun dikkatlerinin Suriye’deki Esad rejimine çekilmesini sağlamıştır. Öte yandan, bugün Suriye krizine baktığımızda tıpkı Irak’ta olduğu gibi, Suriye tarafından kullanıldığı kanıtlanmış bir kimyasal silah meselesi yoktur, kimyasal silah kullanılmıştır ancak kimin yaptığı henüz ortaya çıkmadığından ABD ya da BM harekete geçememiştir. Oysa ki 1988 Halepçe’de, Batı’nın görülmese de eli ve Saddam’ın varlığı açıktı ve bu durum müdahale gerekçesi olmuştu… Bunun yanı sıra, 1990’da Saddam’ın bizzat ABD tarafından kışkırtılarak Kuveyt’i işgal etmesi sağlanmış ve yine bu ABD tarafından bu işgal gerekçe gösterilerek Irak’a müdahalenin uluslararası desteği şekillendirilmişti. Nitekim 1991’de ABD buna dayanarak koalisyon güçleri desteğinde Irak’a müdahale etmişti. Ama bugün yine Suriye krizine baktığımızda, Suriye tarafından yapılmış haksız bir işgalin önlenmesine ilişkin bir gerekçe de bulunmamaktadır. Çünkü bırakın Suriye’nin başka bir ülkeyi işgal etmesini, aksine kendi Golan toprakları halen İsrail işgali altındadır. Bu oyun sahnesinde Suriye’ye baktığımızda, Irak’taki müdahale gerekçelerinin Suriye için söz konusu olmadığı açıktır. Ancak Suriye aynı zamanda ABD-İsrail’in dolayısıyla da AKP siyasetinin hedefindedir. Hedef oluşunun iki nedeni vardır; bir İsrail’in güvenliği, diğeri ise BOP’nun kilit projesi Büyük Kürdistan’ın Batı ayağı oluşu. ABD’nin haklı gerekçesi olmayan bir müdahalesi hem bu projeyi tehlikeye düşürecek hem de İsrail’in güvenliğini riske atacaktır. Öyleyse bu “ABD doğrudan müdahale edemeyecek, dolaylı yollardan hedefine ulaşmaya çalışacaktır”, desek yanıltıcı olmayacaktır. Zaten iki yıldan fazla bir süredir iç karışıklık ve iç savaşa sahne olan Suriye’nin durumu haklı düşüncelerimizi doğrulamaktadır… Irak’ta siyasi hedeflerine ulaşabilmek için doğrudan müdahale ve işgali göze alan ABD, bugün Suriye konusunda farklı bir yol izlemektedir. Bize sorarsanız, her şey mübah diyerek ülkesinin ulusal çıkarlarını ön planda tutan ABD’yi Suriye Krizi’nde farklı yol izlemeye temel faktör, Irak savaşında can veren (6) binden fazla Amerikalı’nın yarattığı iç toplumsal tepkilerdir. Dolayısıyla Suriye ile ilgili yapılacak bir analizde “Amerikan Askeri’nin Kıymeti”nin dikkate alınması gerekmektedir. ABD Başkanı Obama’nın son Suriye krizi ile ilgili olarak söylediği “Suriye’de ABD askerinin postalı yere değmeyecek” sözü bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bakmayınız siz ülkemizde ve komşularımızda çok daha ağır can kayıplarının yaşanmış olmasına ve bu kayıplar karşısında siyasi iktidarların aldırmazlığına, ABD için bir Amerikalı’nın canı kıymetlidir yani bize benzemez… Öte yanda, ABD Suriye’ye müdahale konusunda uluslararası toplumun ki başta BM, desteğini de alamamış oluşu, ABD Rusya-Çin ve İran’ı doğrudan karşısına almak istemeyişi ve de İsrail’in güvenliğini riske atmama düşüncesi, bize göre, Irak’ta can vermiş bu (6) binden fazla Amerikan askerinin etrafında dönen siyasi manevralardır. Bu nedenledir ki günümüz savaş sahnesinde Irak’taki işgalci ABD Silahlı Kuvvetleri’ne karşılık Esad rejimine karşı savaş başlatan ABD teröristlerini, kimyasal konusunda adresi belli olan bu teröristlerin El Kaide/El Nusra/El Pkk unsurlarını ve AKP’nin Erdoğan’ını görmekteyiz. Peki, bu durumda Irak’ta doğrudan kendi silahlı güçleriyle siyasi hedeflerini doğrudan elde etmiş bir ABD, Suriye’deki siyasi hedeflerine dolaylı yoldan da olsa nasıl ulaşabilecektir yani Amerikalı ölmeden ve öldürülmeden? Bunun cevabı, ABD’nin Suriye üzerindeki siyasi hedeflerine müdahale dışında başka nasıl ulaşabileceğinin seçenekleri içerisinde yatmaktadır. O halde ilk adım, bu siyasi hedeflerin ne olduğunu ortaya koymakla atılmalıdır… 1982’de yayınlanmış İsrail’in Ortadoğu Siyonist Planı ile 2006’da yayınlanmış olan ABD’nin Ortadoğu Planı çerçevesinde bu siyasi hedefleri sağlıklı bir biçimde ortaya koymak mümkündür. Şöyle sıralanabilir; - BOP’un temelini teşkil eden Büyük Kürdistan’ın Suriye ayağını tıpkı Barzani’de olduğu gibi silahlı ve siyasi güç haline getirmek, - Suriye’yi etnik, dini ve mezhep temelinde ayrıştırmak, ayrışan grupları güçlendirmek ve gruplar arasında kaynakların tüketimine esas olmak üzere iç savaş başlatmak tıpkı Irak’ta yapılmış olduğu gibi, - Suriye’de işbirlikçi bir yönetimi başa geçirip özelleştirme yoluyla kaynaklarının yönetimini ele geçirmek, İran’la İsrail’e karşı yapılmış olan ittifakı ortadan kaldırarak bir yandan Lübnan’daki Hizbullah’ı zayıflatmak ama öte yandan İsrail’in güvenliği güçlendirmek… Bugüne baktığımızda, Suriye’de bu siyasi hedefler içerisinde yer alan Kürdistan ayağı PYD/PKK örgütleriyle sağlanmıştır. Benzer şekilde El Kaide, El Nusra gibi terör örgütleriyle Suriye ayrıştırılmış, ayrışan gruplar güçlendirilerek iç savaşa da sürüklenmiştir. Bu siyasi hedeflerden geriye bir tek Esad rejimin devrilmesi ve yerine işbirlikçi yönetimin getirilmesi kalmıştır ki bugünkü koşullarda bu hedefe ulaşmak için artık ABD askerinin ölmesine gerek kalmamıştır, çünkü “uzun süreli bir iç savaş zaten Esad rejimini devirecektir”, düşüncesi ABD yönetimine hakim olmuştur. Gerçekten de bir yönetim dış destekli olsa da kendi içindeki bir savaşa ne kadar dayanabilir ki… Bu yaklaşımdan şu sonuca ulaşabilmek mümkündür; “ABD baştan beri doğrudan müdahale seçeneğini hep bir koz olarak kullanmıştır, ama aslında Irak’taki Amerikalı kayıplarını dikkate alan ABD’nin böyle bir amacı hiç olmamıştır”, çünkü PYD/PKK/El Kaide/El Nusra ile zaten öncelikli siyasi hedeflerine Suriye’de ulaşmıştır. Ve üstelik bu ABD, Türkiye’de siyasi iktidar olan bu AKP’nin sayesinde bu siyasi hedeflerinin çoğuna ve de kolayca yani bir tek Amerikan askeri dahi ölmeden ulaşmıştır. Geriye ne kalmıştır; Esad rejimini devirmek ve işbirlikçi yönetimi başa getirmek… Peki, bu gelişmeler ışığında ABD bu siyasi hedefine de nasıl ulaşabilecektir? Yaşadığımız olaylara baktığımızda bu siyasi yol apaçık görülmektedir; doğal olarak iç savaşı kışkırtarak sürdürmek, bu yolla Suriye’nin ekonomik ve insan kaynaklarını tüketmek ve Esad yanlısı halkı canından bezdirmek yoluyla bu desteğin geri çekilmesini ve sonuçta yönetimin devrilmesi sağlamak… Elbette ki iç savaş yoluyla devrilmiş bir rejim karşısında bugün müdahaleye karşı duran ne Rusya ne de İran kendilerinde Esad yanlısı bir müdahale gerekçesi bulamayacaktır. İç savaşın uzun sürmesi küresel siyaset açısından pek çok fayda sağlayacaktır; BOP Kürdistanı’nda Suriye ayağının hayat bulması, Suriye’nin insan ve ekonomik kaynaklarını tüketmek pahasına silah sanayinin geliştirilmesi, yeni Suriye’de yeni ittifaklar için zaman kazanılması, İsrail’in güvenliğinin pekiştirilmesi, İran’ın yalnızlaştırılması, Lübnan’da Hizbullah’ın zayıflatılması, İsrail’in önceliğinin Mısır/Sina’ya verilmesinin sağlanması, el konulan enerji kaynaklarının Batı’ya nakli için güvenli yollar hazırlanması… saymakla bitmez… Bu koşullarda Esad demokratik seçimlere gitse ve kendi taraftarı bir yönetimi başa getirse sorun çözülür mü? Hayır! Çünkü bu ABD-İsrail’in siyasi hedefi değildir! Buradaki sorun sadece Esad’ın gitmesi değil, gittiği zaman yerine ABD-İsrail’in kuracağı bir yönetimin gelmesi meselesidir çünkü sırada Lübnan vardır, Lübnan’da Hizbullah vardır, ardında İran vardır ve nihayetinde Mısır’da Sina vardır… Bu akademik yaklaşımlar çerçevesinde günümüz Türkiye’sine baktığınızda,” AKP siyasetinin bundan sonra Suriye için ne yapabilecekleri de” apaçık görülmektedir; iç savaşı körüklemek için muhaliflere silah ve terörist desteği sağlamak ve Türkiye’yi muhalifler için güvenilir sığınak yapmak… Size bu sözlerimiz ve politik analizlerimiz bir varsayım olarak görülmemelidir, kanıtlıdır, bakınız Amerikalı Ralph Peter’s’in Orta Doğu Projesi ve haritasına, bakınız Yahudi Oded Yınon’un Siyonist Orta Doğu Planı’na ve bakınız 12 Eylül 1980’den günümüze süregelen Özal-Çiller ve Erdoğan’ın izlediği siyasete, aldığı kararlara ve yaptıkları uygulamalara, hepsi bizi doğrulayacaktır. Belki de burada anlaşılması en güç olanı şudur; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin AKP Hükümeti ABD-İsrail’in Suriye’de hatta Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için kendi güvenliğini tehlikeye atmak pahasına tetikçilik yapar mı ya da yapabilir mi? Bir başka deyişle ABD-İsrail çıkarları için tetikçilik yapmak adına, Türk Milleti’nin ulusal çıkarları yok sayılarak toprak bütünlüğü ve güvenliği tehlikeye atılabilir mi? Şimdi hatırlayınız, Irak’ta kendine yaşam ve güç bulan PKK terör örgütüne karşı AKP siyasetinin Türk Ordusu’nun harekat inisiyatifini elinden alışını ve bunun sonucunda 1.071 şehit verdiğimizi… Hatırlayınız Erdoğan siyasetinin 2013 öncesi Barzani peşmergesi ölmesin için Mehmetçiğin şehit olmasına uygun tuzak hazırlamış olduğunu… Demek ki bu siyaset ABD-İsrail çıkarları için Türkiye’nin ulusal çıkarlarını göz ardı edebilmektedir. Öyleyse AKP bu tetikçiliğini Suriye krizinde de gösterebilecektir, demek yanlış olmayacaktır. Şimdi bu senaryoda değişen şudur; AKP siyaseti tarafından Irak’ta korunan Barzani peşmergesi gitmiş yerine Suriye’de korunması gereken Amerikan askeri söze konu olmuştur. İşte bu noktada Suriye’de iç savaşı kışkırtarak Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atmak demek, “ABD askeri ölmesin için Mehmetçik şehit olsun” demekle aynı paraleldedir. Tarihten ve yaşadıklarımızdan ders çıkartmak ve geleceğe güvenle bakabilmek istiyorsak eğer, bugünkü AKP ve Erdoğan siyasetinin, Irak ve Suriye’de almış olduğu tavır gözönüne alınarak, gelecekte ABD-AB-İsrail çıkarlarını koruyabilmek pahasına bizi parçalanmaya ve olası bir iç karışıklığa sürükleyebileceği dikkatlerimizden kaçırılmamalıdır. Çünkü bu siyaset bizim değildir, ABD-AB-İsrail’in olabilir ama bizim asla! Peki, son noktada bu plan ve projeler ve bu siyaset Türkiye’de tutar mı? Asla! Çünkü maya bozuk olsa da süt sağlamdır, çünkü mayalar gelir geçer ama süt her daim asıl ve asil olarak kalır! Biz, hepimizin bir Gezi Parkı olduğunu düşünenlerdeniz ve bu konunun da Gezi’nin bir parçası olduğunu düşünenlerdeniz yani Türk Milleti bu ihanet senaryolarına karşı artık direnişe başlamıştır. Çıkış yolumuz; birleşerek güç olmaktır tıpkı Ergenekon Destanı’nda olduğu gibi… ERDAL SARIZEYBEK
Posted on: Wed, 18 Sep 2013 23:32:21 +0000

Trending Topics



ht:30px;">
Yes, Im THAT guy. The one with the camera in your face. While
Departamentul de Psihologie Clinică şi
Thanks to Anthony Clavier for pointing out that today is the
“To love at all is to be vulnerable. Love anything, and your

Recently Viewed Topics




© 2015