Bütün insanlara kendinizi sevdirmeniz mümkün değildir; eğer - TopicsExpress



          

Bütün insanlara kendinizi sevdirmeniz mümkün değildir; eğer mümkün olsaydı Peygamberler kendilerini herkese sevdirirlerdi. Mutlak manada İnsan-ı Kamil olan İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), ruhunun ufkuna yürüdüğü zaman hala kendisine inanmayanlar vardı. Mesela, Ebû Leheb genel yapısı itibarıyla, şefkat ve mülayemet sahibi bir insandı. Rasûl-i Ekrem küçük yaşlarında Ebû Leheb’in evinde bulunmuş, hem Ebû Leheb hem de eşi Ümmü Cemil, Efendimizi kucaklarına almış, sevmiş, omuzlarına koymuş, cariyeleri Süveybe’den süt emzirtmişlerdi. Ancak Ebu Leheb gururlu ve kibirli bir kişi olduğundan pohpohlanınca kendisine pek çok kötü şey yaptırılabiliyordu. Ona, “Sen Abdüluzza’sın, Benî Ümeyye kabilesiyle akrabalığın var. Haşimilerle Benî Ümeyye’nin iltika noktasını teşkil ediyorsun. Geniş bir oymağın başında bulunuyorsun. Sen şöyle adamsın, böyle adamsın…” diyor ve bu tür sözlerle onu hep oyuna getiriyorlardı. *Hazreti Üstad’ı pek çok gazeteci ziyaret etmiş. Pakistan’dan gelip röportaj yapmak isteyen gazeteci “Hayatımda Üstad kadar ihlaslı birini görmedim!” demiş. O dönemde dine ve dindara karşı hasım bilinen bir başka gazeteci de Hazreti Bediüzzaman’ı ziyaret etmiş. Hazreti Üstad gazeteciyi çok güzel karşılamış, ihtiram göstermiş ve mahviyet içinde onu uğurlamış. Daha sonra da talebelerini çağırıp şöyle demiş: “Bir insanın İslâmiyet’e düşmanlığı yüz ise onu doksan dokuza indirmek hizmettir, hatta yüz bire çıkartmamak dahi hizmettir. Sizin yüz tane düşmanınız varsa, onun yüz bir olmasını arzu eder misiniz? O yüz düşmanın doksan dokuza inmesini istemez misiniz?” *Bir gün Rasûl-ü Ekrem Efendimizin meclisinde herkes yerini almış otururken Cerîr İbni Abdullah el-Becelî hazretleri içeri girmişti. Hazreti Cerîr, kavminden 200 kişiyle birlikte Yemen’den Medine’ye gelerek müslüman olmuş saygıdeğer bir insandı. Genç, heybetli, güzel yüzlü ve imrendirici bir hâli vardı. Peygamberimizin huzuruna kim önce gelmiş ve nereye oturmuşsa orası onun hakkı idi; günümüzün nakil vasıtalarındaki numarasız koltuklarda olduğu gibi önce gelen arzu ettiği yere otururdu. Cerîr İbni Abdullah (radiyallahu anh) içeri girince oturacak yer bulamamıştı ve kendisine yer gösteren de olmamıştı. Bu durumu farkeden Peygamber Efendimiz, hemen cübbesini çıkarmış, künyesiyle ona seslenmiş “Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!” demişti. Sonra da, çevresindekilere dönerek, “Bir topluluğun kerem ve şeref sahibi büyüğü yanınıza geldiği zaman, ona ikramda bulunun ve hürmet edin.” buyurmuştu. *Cenâb-ı Hak, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’a hitaben, “Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alıp düşünür, öğüt dinler yahut hiç değilse biraz çekinir.” (Tâ Hâ Sûresi, 20/44) buyurarak her şeyden önce peygamberâne bir üslubu nazara vermiş; muhatap, Firavun gibi kalb ve kafası imana kapalı bir insan bile olsa, yine de hak ve hakikati “kavl-i leyyin” ile anlatmak gerektiğine işaret etmiştir.
Posted on: Mon, 11 Nov 2013 16:49:09 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015