BİRAZ UZUN AMA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM - TopicsExpress



          

BİRAZ UZUN AMA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GATS ve Tüm Hizmetlerin Kapitalist Çevrime Dahil Edilmesi. Pınar Erol - 4 Temmuz 2002 ir.metu.edu.tr/conference/papers.html Not: Bu Tebliğ, ODTÜ(Ortadoğu Teknik Üniversite) Uluslararsı İlişkiler Bölümünün 3-5 Temmuz 2002 tarihlerinde düzenlediği Uluslararası Konferansta sunulmuştur. Hizmet Ticareti Genel Anlaşması, GATS Nedir? GATS (The General Agreement on Trade in Services) Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’dır. 1947 yılında imzalanan GATT-Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması kapsamında 1986-1994 yıllarında yapılan Uruguay Görüşme Turunda GATT’a dahil edilmiş ve 1.01.1995 tarihinde resmi olarak faaliyete geçirilen Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bünyesine aktarılmış olan hizmet ticaretini düzenleyen ilk çok taraflı anlaşmadır. Dünya Ticaret Örgütünün 1995 yılı başında resmi olarak kuruluşundan önce de, hedefleri gümrük uygulamalarını aşamalı olarak kaldırma ve ticareti tüm dünyada serbestleştirmek olarak tarif edilen GATT anlaşması çerçevesinde bir araya gelen devletler, ticaretin liberalizasyonu yönünde görüşmelerini, çeşitli görüşme turları çerçevesinde sürdürmekteydiler. Bunlar arasında yer alan Uruguay görüşmeler turu, 1986-1993 yılları arasında gerçekleştirilmiş olan önemli aşamaların katedildiği bir görüşmeler turuydu. GATS anlaşması da bu görüşmeler turunun sonlanması öncesinde müzakere edilerek görüşüldü ve imzalandı. Türkiye Cumhuriyeti de 1994 GATS anlaşmasına DTÖ kurucu üyesi olarak imza attı ve anlaşma TBMM’de 25 Şubat 1995’te onaylandı. “1994 GATS anlaşması” şeklinde bir ifade kullanmamızın nedeni anlaşmanın “built-in” yani yeniden yapılandırmaya dayalı yapısı ve GATS kapsamında serbest piyasaya açılması belirlenen sektörler ve yapılan düzenlemelerin belirlenen bir sonraki müzakere tarihinde yeniden ele alınmaya başlanarak, yeni belirlemelerin yapılması. Bu özellik gereğince 1994 GATS anlaşmasına, yeni müzakerelerin 2000 yılı başında yeniden başlaması hükmü konulmuştu ve gerçekten de GATS müzakereleri 2000 yılı Ocak ayında yeniden açıldı ve her ay en az iki düzenli görüşme ile halen sürdürülüyor. Yeninden yapılandırmaya açık yapıya karşın GATS anlaşmasının yapısında “stand still” denilen, geri dönüşün olmaması özelliği bulunuyor. Bu nedenle daha önce verilen taahhütler geri alınamıyor. GATS’ı neleri kapsadığı ile ilgili bir incelemeye tabi tutarsak, onun tüm hizmet alanlarının serbest piyasaya açılması için mevcut düzenlemeleri genişleten ve hukuki işlerlik kazandıran ilk çok taraflı yatırım ve ticaret anlaşması olduğunu görüyoruz. Hatta, Dünya Ticaret Örgütü Sekreteryası bu anlaşma için şöyle demektedir: “GATS, sadece sınır ötesi ticaret ve yatırımları kapsamakla kalmayıp; bir hizmetin yerine getirilmesiyle bağlantılı olarak akla gelebilecek tüm sektörleri (hizmet ve mal üretim sektörleri) kapsayan bir “hizmet yatırımları ve hizmet ticareti anlaşmasıdır” . DTÖ, GATS müzakerelerini 11 ana başlık altında yürütüyor ve belirlenen ana başlık, alt bölüm ya da sektör ve grupların anlam ve içeriğinin tanımlanmaması için DTÖ’nün ciddi çaba sarfettiği görülüyor. Böylece, anlaşmada yazılması unutulmuş boyutları bile kapsayabilecek kadar esnek bir metin elde edilmesi planlanıyor. Piyasanın eline teslim edilmesi konusunda anlaşma sağlanan 11 temel kategori ise şöyle: - Telekom, posta hizmetleri, görsel ve işitsel iletişim hizmetleri de dahil olmak üzere iletişim - İnşaat ve bağlantılı mühendislik hizmetleri - Eğitim - Su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme - Tüm çevresel hizmetler - Finansal, Mali ve Bankacılık hizmetleri - Sosyal hizmetleri de kapsayacak şekilde sağlık ve bağlantılı hizmetler - Turizm, seyahat ve bu iki sektörle bağlantılı tüm hizmet ve ürünlerin üretimi - Kültürel ve sportif hizmetler - Kara, hava, deniz ve tüm diğer ulaşım hizmetleri ve - Diğer hizmet alanları Türkiye GATS’ın neresinde? Türkiye 1994 yılında GATS anlaşması kapsamında aşağıda sayılan hizmet sektörlerinde taahhütte bulunmuştur. Mesleki hizmetler Uzmanlık gerektiren hizmetler Bilgisayar ve ilgili hizmetler Diğer mesleki hizmetler Haberleşme hizmetleri Posta hizmetleri Kurye hizmetleri Telekominikasyon hizmetleri Müteahhitlik ve ilgili Mühendislik-Mimarlık hizmetleri Eğitim hizmetleri İlk orta ve diğer öğretim hizmetleri Yüksek öğretim hizmetleri Çevre hizmetleri Kanalizasyon hizmetleri Çöplerin kaldırılması hizmetleri Sağlık çevre ve benzeri hizmetler Mali hizmetler Sigortacılık ve sigortacılık ile ilgili hizmetler Bankacılık ve diğer mali hizmetler Sağlık ile ilgili ve sosyal hizmetler, hastane hizmetleri Turizm ve Seyahat ile ilgili hizmetler Oteller ve lokantalar Seyahat acentaları ve tur operatör hizmetleri Ulaştırma hizmetleri (deniz, hava, demiryolu ve kara taşımacılığı) Türkiye’nin taahhütler listesindeki kapsama oranı yaklaşık % 46.6 olup gelişmekte olan ülkeler ortalamasının hayli (% 18) üzerindedir. Hizmetlerin arzı ve tüketimi GATS içinde 4 ana başlık altında ele alınıyor: 1- Sınır ötesi hizmet arzı : Bir üye ülkede üretilen bir hizmetin, bir başka üye ülkede satılması. Örnek: Uluslararası Posta ve Telekomünikasyon hizmetleri 2- Hizmetin üye ülke dışında tüketilmesi : Bir üye ülkede üretilen bir hizmetin, aynı ülkede geçici olarak bulunan başka bir üye ülke vatandaşına sunulması. Örnek : Turizm 3- Ticari bir varlık oluşturmak : Bir üye ülkenin servis sağlayıcısı tarafından, bir diğer üye ülkenin topraklarında oluşturulan ticari varlık. Bu madde, hizmet alanı ile ilgili tüm yabancı yatırımları kapsıyor. 4- Gerçek kişilerin varlığı : Bir üye ülkenin bir servis sağlayıcısı tarafından sağlanan hizmetlerin, başka bir üye ülkenin farklı bir üye ülkedeki vatandaşları üzerinden ticarete konu edilmesi. Anlaşma imzalandıktan sonra eğer herhangi bir ülke yüklenimlerinden kaçacak, ya da hizmet tacirlerinin beğenmediği uygulamalara girişecek olursa, hizmet yatırımcılarına Dünya Ticaret Örgütünün Tahkim Kuruluna gitme hakkı tanınıyor. Anlaşmada, yatırımcının potansiyel kar kayıplarının bile ev sahibi ülke tarafından karşılanması karar altına alınmış durumda, tıpkı MAI anlaşmasında olduğu gibi. MAI Anlaşmasından hatırlarda kalan pek çok hüküm GATS içinde aynen yer alıyor. Bunlardan bazıları: Ulusal Muamele hükmü:Yabancı yatırımcılara yerliler ile aynı, eşit haklar uygulanacak. Örneğin Eximbank üzerinden KOBİ’lere sağlanan ucuz krediler ya tüm yatırımcılara da verilmek ya da kaldırılmak zorunda. En Çok Kayrılan Ülke Hükmü: Bir ülkenin çeşitli ekonomik, siyasi ya da kültürel ortaklıklar dolayısıyla farklı bir ülkeye tanıdığı yatırım ve ticaret ayrıcalıkları aynen bütün GATS üyesi ülkelere de tanınmak zorunda. Ayrımcılık Yapılmamasına İlişkin Hüküm: Aslında yukarıdaki iki hükümden farklı olmayıp, sadece onları daha da güçlendirme amacıyla getirilen bir madde. Uluslararası Tahkim Hükmü: MAI Anlaşma Taslağındaki Uluslararası Tahkim Hükümlerinin tümü GATS Anlaşmasında da aynı şekli ile geçerlidir. Fakat bazı konularda da MAI’dekiyle aynı etkide olmasına karşın, madde isimlerinde değişiklik yapılmak suretiyle tepkiler minimize edilmeye çalışılmış. Bu tip maddelerin başında ise “Piyasa işleyişi önündeki gereksiz engellerin kaldırılması”na ilişkin hüküm geliyor. “Gereksiz” olma sıfatı tanımlanmadığı için süreç içersinde tüm sosyal hak ve kazanımlar “gereksiz” addedilerek kaldırılabilecek. Belli alt hükümlerinde ilgili mal üretimlerini bile içine alan GATS anlaşması, aslında muazzam bir kapsama sahip. Örneğin dağıtım hizmetleri söz konusu olduğunda, dağıtıma konu olan sınırsız sayıdaki ürünün üretiminin de piyasa koşulları ve GATS talimatlarına uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekiyor. Dünya Ticaret Örgütü eski Başkanı Renato Roggerio anlaşma ile ilgili düşüncelerini şöyle özetliyor: “GATS ile, daha önce ticaret politikası içinde tanımlamadığınız alanları bile piyasa ekonomisine açabiliyorsunuz ve yabancı hizmet tacirlerine yerlilere tanıdığınız hakların aynısını tanıyıp; objektif kriterler uygulanacağını garanti ediyorsunuz. Korkarım şu anda ne Hükümetler neyin altına imza attıklarının, ne de şirketler neler kazandığının farkında değiller.” Burada biraz durup eski DTÖ başkanı ve yeni İtalya ekonomiden sorumlu bakanı Roggerio’nun tabiri ile “daha önce ticaret politikası içinde tanımlamadığınız alanları bile piyasa ekonomisine açan” bu anlaşmanın müzakerelerinin nasıl yürüdüğü, hangi unsurların bu müzakerelerde daha fazla yol alınması için baskı yaptığı, anlaşmanın sonuçlarının ve etkilerinin neler olduğu ve olabileceği, bunlara karşı nasıl tepkilerin geliştiği ve nasıl bir tepkinin doğru olacağı tartışmalarından önce, genel anlamda neden hizmetlerin kapitalist ekonomide önem kazandığını açıklamaya çalışalım. Hizmetlerin kapitalist ekonomide önem kazanmasının nedenleri nasıl açıklanabilir? Sermayenin kar güdüsünün yönlendirdiği, kapitalist bir ekonomi yapılanması içerisinde yaşadığımız için, ekonominin her alanında olduğu gibi, hizmet alanında da yaşananları sermaye ve kar faktörlerinin ana eğilimleri belirliyor. Bugün itibarı ile bu ana eğilimler nelerdir diye göz atarsak şu verilere ulaşıyoruz: Kapitalizmin 70’li yıllardan bu yana yaşanan kriz sürecini, ana eğilim olarak karlılık oranlarındaki düşüş belirliyor. Düşen karlılık oranları ile birlikte, sabit sermaye yatırımları, yani üretime yönelik toplam yatırım da düşme eğiliminde. Düşen karlılık oranları sonucu üretime yönelik sabit sermaye yatırımı yapma güdüsünün azalması ve bu oranların daha yüksek olacağı beklentisi ile başka alanlara yönelinmesi sonucu finansal yatırımlarının öne çıktığını, finans sektörünün aşırı önem kazandığını gözlemleyebiliyoruz. Ancak emeğin ürettiği artı değere dayalı olan kar, ancak üretimin sonucu elde edilebilir. Yine de bu, bugün, sermayenin kar oranları daha yüksek olan finans yatırımlarında yoğunlaşmasını ve bir borç ekonomisinin ve sanal bir sermayenin, içi boş bir balonun oluşmasını engellemiyor. Bugün hem ülkeler, hem şirketler ödeyemeyecekleri borç yüklerinin altına girmiş durumdalar ve gelecekte elde edecekleri artı değerleri haciz göstererek, kazanabilecekleri artı değerden de yüksek oranlarda faizlerle finans kesiminden borç almaya devam ediyorlar. Sermaye ve kar faktörleri incelendiğinde ana eğilimlerin artan rekabet, düşen karlılık oranları ve finansal yatırımlara yönelim olduğunu gözlemleyebileceğimizi özetledik. Sermayenin rekabet içerisinde düşen karlılık oranlarını artırma çabasında yapmak zorunda olduğu bir dizi şey vardır. Emek maliyetini düşürmek, emek verimliliğini yükseltmek ya da sermaye yoğunluğunu, yani sermaye yatırımının emek gücüne oranını azaltmak ve yüksek kapasite kullanımı ile çalışmak zorundadır. Bunlara bir de pazarları genişletme çabasını ekleyebiliriz. Hizmetlerin kapitalist çevrime dahil edilmesini ve önem kazanmasını da, sermayenin bu çabaları ile bir bütünlük içerisinde açıklamak mümkündür. Öncelikle sermayenin bu çabaları içerisindeki sıkışmışlığını ve sürecin karşıtlıklar içeren yönlerini inceleyelim. Rekabetin maliyetlerde yarattığı basınç ile başetmek zorunda olan sermaye, reel ücretleri düşürmek ve emek üretkenliğini artırmak zorundadır. Ancak emek üretkenliğinde sağlanacak önemli bir artış, ancak artan sermaye yatırımı ile mümkündür ki bu artış da kar oranlarındaki düşüşü getirmektedir. Yine bir diğer çelişki bu amaçla yapılacak sermaye yatırımlarının “rasyonalizasyon”, yani emek gücünün sayıca düşürülmesine yol açan teknoloji yatırımları şeklinde olmak zorunluluğudur. Yani gitgide daha az işçi çalıştırmak gerektirecek teknolojilere yatırım. Ancak hem düşen reel ücretler, hem de oluşan işsizlik talebi daraltmakta ve satışları düşürmektedir. Bu da düşük kapasite kullanımını ve düşen kar oranlarını getirmektedir. Bu artan rekabet şirket iflaslarını, birleşme ve el koymaları hızlandırmıştır. Karlılık oranını yükseltme çabası içerisinde sermaye yoğunluğunu, yani sermaye yatırımının emek gücüne oranını azaltmanın bir yolu da “outsourcing” yani üretimi parçalayıp taşeronlara dağıtmaktır. Hizmet sektörünün ağırlık kazanması olgusunun bir yönü de budur. Üretimin bir bileşeni olan Ar-Ge, tasarım, pazarlama gibi hizmetler dışarıdan satın alınmaktadır. Sermaye üretimde düşen karlılık oranları ile başetmeye çalışırken, bu alanlara sermaye yatırımı yapmaktan ve risk almaktan vazgeçmekte ve bunları mümkün olan en düşük maliyette satın aldığı hizmetlere dönüştürmektedir. Ancak hizmetlerin ağırlık kazanması eğilimini “sanayisizleşme” benzeri terimlerle açıklamak doğru değildir. Genişleyen hizmetler sanayiye hizmet vermektedir. Hizmetlerin sanayinin rasyonalizasyon sonucu yarattığı işsizliği emebilecek olduğu da doğru değildir, çünkü her şeyden önce hizmetlere yapılan yatırımlar da rekabet koşullarında rasyonalizasyonu içermekte, kullanılan yeni teknolojilerle “şubesiz bankacılık” benzeri hizmetler sunulurken, hizmet sektöründe de işgücü eksiltmeler yaşanmaktadır. Ayrıca bir önceki dönemde görece olarak daha fazla kazanılmış hakka ve ücretlere sahip olan eğitimli hizmet sektörü çalışanlarının kazanımlarının geriletilmesi de bu sürecin bir parçasıdır. Hizmet sektöründe de rasyonelleştirme yaşanmakta, yedek işgücü oluşmakta ve bu kesimin de ücret ve kazanımları gerilemektedir. Bu genel eğilimlere ve rekabet koşullarına dikkat çektikten sonra hizmetlerin ekonomide ağırlık kazanmasının bir veri olduğunu söylemeliyiz. 1979-1990 yılları arası en gelişmiş 5 ülkenin sabit sermaye yatırımlarına ilişkin rakamları incelediğimizde, toplam miktarı düşüş içerisinde olan bu sabit sermaye yatırımı içerisinde sanayi yatırımın oranının, halen belirleyici bir oran olmakla birlikte azaldığını ve finans ve kamu hizmetleri alanları başta olmak üzere, hizmetlere sabit sermaye yatırımlarının arttığını görüyoruz. Bunu sermayenin karlılık oranlarının düşmesi karşısında girdiği yeni yönelimler ile açıklayabiliriz. Hizmet alanında yatırımlar her hizmet alanına değil, en ağırlıklı olarak finans ve kamu hizmetleri alanlarına yönelmektedir. Finans üzerinde ayrıca durmuştuk. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve piyasaya açılması yönündeki basınçları da yeni ürünlerin piyasaya sunulması veya eskiden kamu alanı olan alanların piyasalaştırılması ile piyasaların genişletilmesi yönünde bir çaba olarak görebiliriz. Çünkü eğitim ve sağlık başta olmak üzere bir dizi hizmet, geniş coğrafyalarda insanların uzun yıllardır piyasa çevrimi içerisinde olmaksızın yararlandıkları kamu hizmetleri olmuştu. Bugün bunların sermaye için kar alanları olabilecek şekilde açılması bu alanlardaki hizmet tacirlerinin iştahını kabartmakta, sermayeye bir umut gibi görünmektedir. Ancak tüm bu zorlamaların altında, sermaye için sanayi üretimindeki karlılık oranlarının düşüşü belirleyicidir. Sermayenin hizmetlere yönelmesinin bu sıkışıklığı sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda aşmasını sağlayabilmesi ise mümkün değildir. Ancak sermayenin bu krizi sonucu su, elektrik, haberleşme, eğitim, sağlık, ulaşım gibi kullandığımız ve vazgeçemeyeceğimiz hizmetlerin her birini metalaştırarak kar alanları haline getirme yönelimi olsun, finansın sanayi üzerinde gitgide artan ölçüde egemen olduğu bir ekonomi olsun, bu eğilimler toplumun çoğunluğu olan işçiler ve en genel anlamıyla yığınlar için yeni yıkımları getirmektedir ve getirebilecektir. Hizmetlere yönelik saldırı sermaye için çıkış yolu olarak gösteriliyor Sermayenin artan rekabet ve düşen karlılık oranları karşısındaki çıkışsızlığı sonucunda karlılık oranlarını artırmak ve pazarı genişletmek çabası içerisinde hizmetlere yöneldiğini ama bunun bir çıkış olamayacağını savunmuştuk. Bir Amerikan hizmet şirketi olan American Express’in eski başkan vekili Harry Freeman’ın bir demeci bu çabayı tarif ediyor: “Başladığımızda başarma ihtimalimiz sıfıra yakındı. Fakat adeta imkansızı başararak GATS’ı Uruguay görüşmeler turuna dahil ettik. 1980, 1982, 1984 ve 1986 yıllarında tam 4 tane GATT Bakanlar Konferansı yaptık. Ve sonunda 1986 yılında Uruguay turunu başlatabildik. Eğer Uruguay turu planlandığı tarihte bitirilmiş olsaydı, hizmet ticareti anlaşması yapılmamış olacaktı. 1993 yılına kadar turu uzatmayı ve hizmetleri tura dahil etmeyi başardık. 1970’lerin sonunda başta AIG, American Express ve Citicorp olmak üzere ABD hizmet şirketlerinden oluşan bir grup, hizmetleri GATT kapsamına aldırarak dünya piyasalarına giriş yapmak amacı ile çalışmaya başladılar. Amaçlarına ulaşmada daha etkili olabilmek için 1982 yılında Amerika’daki tüm hizmet şirketlerini bünyesine alan geniş bir Hizmet Şirketleri Koalisyonu (USCSI) kurdular. Koalisyonun ilk işi “hizmet sanayi” kavramını yavaş yavaş kamuoyunun beynine işlemek olarak belirlendi. Başlatılan halkla ilişkiler kampanyasının mesajları basit ve anlaşılırdı: 1. Hizmetler ekonomi için çok önemlidir 2. Hizmet şirketleri “kaliteli istihdam” yaratır. 3. Hizmet sanayi ekonominin bütün alanlarında buluşçuluğu ve verimliliği artırır ve 4. Hizmet alınıp satılabilen bir metadır ve bu nedenle de uluslararası ticaretin kurallarına tabi olmalıdır. AB-Hizmetler Forumu (ESF) ise 1998 yılında tüm AB ülkelerindeki hizmet sektörü sermayesinin çıkarlarını korumak ve geliştirmek gerekçeleriyle kuruldu. Komisyon başkanı DTÖ Hizmet müzakerelerine ilişkin gelişmeleri sermaye sınıfı perspektifinden değerlendirerek ESF üyelerine aktarıyor ve aleyhte gelişmeler olursa Avrupa Komisyonu içinde lobi faaliyeti yürütülüyor. DTÖ’nün Doha’da yapılan 4. Bakanlar Konferansında ESF de resmi delegasyon içinde yer aldı. ESF içersinde çıkarları temsil edilen 37 AB-İşveren Federasyonu ile, 45 tane federasyonlara üyeliği bulunmayan AB’li ulusötesi Hizmet Şirketi bulunuyor. ESF, bugüne kadar Avrupa Komisyonuna bir dizi rapor sundu. Bu raporlar şu başlıklardan oluşmaktaydı: Hükümet Satın Almaları ve Şeffaflık, Ulusal Düzenlemeler, Liberalize edilecek Hizmet alanlarına ilişkin taahhüt listeleri, Elektronik Ticareti, Ticaret ve Yatırımlar, Devlet Desteklemeleri, İşletme personelinin serbest dolaşımı. GATS anlaşmasında müzakereler nasıl yürüyor? Ticaretin küresel ölçekte “serbestleştirilmesi” doğrultusunda sürdürülen müzakereler, ülkeler arasında, kapalı kapılar ardında sürdürülüyor. Bu müzakerelerin merkezileştiği örgüt olan Dünya Ticaret Örgütü iç işleyişindeki anti-demokratik niteliği, işleyişinde bir dizi zengin ülkenin mutlak egemenliğine karşın diğerlerinin gelişmeleri etkileme şansının hemen hiç olmaması, hiçbir demokratik denetime tabi olmayışı gibi bir dizi özelliği ile eleştiri oklarının en fazla yöneldiği küresel örgütlerden biri haline geldi. 2000 yılı başında açılan yeni GATS müzakereleri de DTÖ bünyesinde oluşturulan Hizmet Ticareti Konseyinde sürdürülüyor. En son 2001 yılı Kasım ayında Doha’da toplanan 4. Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Konferansında da anlaşmanın hangi hizmet sektörlerinde uygulanacağı konusunda ülkelerin karşılıklı yeni taahhütte ve talepte bulunma tarihleri takvime bağlandı, anlaşmanın nihayetlendirilmesi için tarihler belirlendi. Yani bu zirve öncesinde uluslar arası sendikal örgütlerinden baskı gruplarına önemli bir kesimin GATS’a yönelik muhalefetine karşın anlaşma çerçevesinde ilerleme kararı alındı. 4. DTÖ Bakanlar Konferansı (Doha) sonuçlarına göre DTÖ üyeleri en geç 30 Haziran 2002 tarihine kadar diğer ülkelerden liberalizasyona açılmasını talep edecekleri hizmet sektörlerinin listelerin tamamlayıp bildirecekler, ülkeler de yeni taahhüt listelerinin 2003 yılı Mart sonuna kadar kesinleştirecekler. Bu yönde DTÖ üyeleri arasında bu yıl boyunca görüşmeler tüm hızıyla devam etti. Genişletme müzakereleri 15 günde bir yapılan toplantılar ile gizli olarak yürütülen GATS Anlaşmasının kapsamında yer almayan hiçbir hizmet alanının bırakılmadığı ilk bilgilerden anlaşılmaktadır. GATS’ın genişletilmesi müzakerelerinde yer alan ve hızla özelleştirmeleri ya da serbest piyasa ekonomisine açılmaları talep edilen alanların başında Telekomünikasyon, Enerji, Su, Eğitim, Sağlık, Mimarlık-Mühendislik Hizmetleri, Muhasebe-Müşavirlik Hizmetleri, Belediye Hizmetleri, Ulaşım, Kültür-Sanat, Turizm ve bağlantılı olarak tarım gelmektedir. Örneğin GATS Hizmetler Komitesinin bu sene başlarındaki bir toplantısının resmi tutanaklarına geçen tartışmalar su meselesinin hayli çekişmeli geçtiğine ışık tutuyor. AB delegasyonu toptan su kaynaklarının liberalizasyonunun da su dağıtım konusuyla aynı anda ele alınması gerektiğinde direnirken, Kanada müzakerecileri su kaynaklarının GATS içine dahil edilemeyeceğinde ısrar ediyor. Hizmet Komitesi Başkanının görüşü ise daha ilginç: “Tüm müzakere tarafları hangi hizmet sektörünün liberalize edilip, hangilerinin liberalize edilmeyeceğine “özgürce” karar verebilecekleri için, konular üzerinde kapsam içi ya da kapsam dışı gibi bir tartışmanın anlamlı olmadığını, bu konunun ülke istisnaları bölümünde her ülkenin keyfiyetine göre belirlenmesinin daha uygun olduğu” biçiminde özetlenen Başkanlık görüşü, su meselesinde sorunun ülkeler arasındaki pazarlıklara bırakılmasını savunuyor. Aslında GATS, adından da anlaşılacağı gibi Hizmet Ticareti ile ilgili bir anlaşma. Fakat tüm metaların dolaşımı, ulaşımı ve dağıtımı gibi kısaca lojistik sektörler olarak kabul edilen bu alanlar hizmet sektörüne dahil olduğu için, GATS dolaylı bir şekilde de olsa meta ticaretini de kapsamış oluyor. Örneğin AB Komisyonundan son dönemde sızan bir rapora göre, GATS müzakerelerinde gelinen aşamada, pek çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin, gıda ve beslenmeyle ilgili sektörlerini daha önce GATS’a açık hale getirmeyi planladıkları halde şimdilerde bu alanları taahhütlerinin dışına aldıkları; AB’nin çıkarlarının ise yalnızca “en tehlikeli gıda ürünleri”ni GATS dışında bırakarak geri kalan tüm beslenme alanlarını piyasa ekonomisine açmakta olduğu belirtiliyor. Bu şekilde Uruguay Raundu sırasında “Hassas ürünler” sınıfına dahil edilmiş olan alkol ve tütün ticareti de, yeni GATS müzakerelerinde, AB Komisyonunun baskılarıyla, serbest ticaret kapsamına alınmaya çalışılıyor. Ülkeler arasında pazarlıklara dayanan işleyiş ise mevcut güç denge(sizlik)leri içerisinde cereyan ediyor. Örneğin, halen DTÖ’ne tam üyelik başvurusu olan Rusya, bu kozla köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. ABD hizmet tacirlerinin önde gelen derneklerinden biri 22 Mayıs 2002’de başkan Bush’a çağrıda bulunarak Rusya’nın hizmet liberalizasyonuna ilişkin taahhütlerinin çok zayıf ve yetersiz olduğunu bildirdi ve Cenevre’de yapılacak toplantıda, ülke temsilcilerinin uyarılmasını, gerekenin yapılmaması halinde üyelik sürecinin uzayacağının hatırlatılmasını istedi. Hizmet Tacirleri Koalisyonu Başkanı J.Robert Vastine, Rusya’nın masaya getirdiği taahhütlerin çok yetersiz olduğunu ve üyelik yolundaki müzakerelerin hızının Rusya’ya bağlı olduğunu, ancak Rusya ticari bir değeri olan taahhütlerde bulunduğu zaman üyelik sürecinin hızlandırılabileceğini (...) belirtti. 2000 GATS müzakerelerinde ülkelerin diğer ülkelerden taleplerde bulunacağı listeleri sunması için son tarih olan 30 Haziran 2002’ye bir aydan fazla zaman kalmışken AB’nin söz konusu taleplerinin neler olduğunun bilgisi kamuoyuna sızdı. Yalanlanmayan bu gelişmeye göre AB’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, yeni GATS müzakereleri çerçevesinde gelişmiş ve gelişmekte olan (1.Grup) ve az gelişmiş (2.Grup) ülkelerden hangi sektörlerini piyasa ekonomisine açmalarının isteneceği konusundaki taleplerini, iletmeye başlamıştı. Birinci grupta, tüm OECD ülkeleri (30 Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkeden oluşuyor Zenginler Klubü olarak biliniyor) ile OECD dışında kalan ekonomik olarak büyük ölçekli ve gelişmekte olan ülke kapsamına girebilecek Hindistan, Pakistan, Malezya gibi ülkeler de bulunuyor. Türkiye’nin de, OECD üyesi olması dolayısı ile içinde bulunduğu birinci grup ülkelerden piyasa ekonomisine açılması talep edilecek sektör ve alt sektörler arasında şunlar bulunmaktadır: - Hukuk hizmetleri, - Muhasebe, denetim ve danışmanlık hizmetleri, - Vergi hizmetleri, - Mimarlık, mühendislik, entegre mühendislik, şehir plancılığı. Profesyonel hizmetlerin dışında kalan ve açılması istenen sektörler; - Bilgisayar ve ilişkili tüm diğer alt sektörler, - Araştırma ve geliştirme hizmetleri, - Yönetim danışmanlığı, - Teknik düzeydeki testler ve analizler, teknik danışmanlık hizmetleri (surveyanlık dahil), - Toplantı düzenleme ve yabancı dil çeviri hizmetleri, Salkımlandırma (clustering) yaklaşımının geçerli olacağı Dağıtım, Çevre, Turizm, Enerji ve Lojistik hizmetleri ile bağlantılı tüm alt-hizmet gruplarının da piyasa ekonomisine açılması, - Tüm iletişim ve telekomünikasyon hizmetleri, - Posta hizmetleri ve bu hizmet dalında AB’nin talebi doğrultusunda yapılacak sınıflandırmanın desteklenmesi, - İnşaat sektöründe genel inşaat yapımı, sivil mühendislik, montaj işleri, yapım ve sonlandırma çalışmaları da dahil olmak üzere tüm alt sektörleri içine alacak son derece kapsamlı taahhütlerde bulunulması, Enerji Sektörü; 1994 GATS metni içinde yer almayan ve ilk kez 2000 yılı Ocak ayında başlayıp, halen devam eden GATS’ın genişletilmesi müzakerelerine konu edilen enerji alanında ise: - Enerji keşif, - Enerjiyle bağlantılı inşaat yapımı ve bakım, onarım hizmetleri, - Enerji depolama ve enerji arzı (Toptan, perakende ya da aracı broker’lar üzerinden) hizmetleri. Ulaşım Sektörü; - AB şirketlerinin dünya ölçeğinde güçlü oldukları başta deniz ulaşımı olmak üzere ulaşım sektörlerinde liberalizasyona gidilmesi, - Hava ulaşımı ticareti önündeki engellerin kaldırılması, - Kara ulaşımında ulaşım araçlarının tamir ve bakım hizmetleri de dahil olmak üzere ilgili tüm alt-branşların taahhütler kapsamına dahil edilmesi, - Tren ulaşımı alanında da tamir ve bakım hizmetleri de dahil olmak üzere liberalizasyona gidilmesi. Çevre Hizmetleri alanında; - İçme suyu ve atık su yönetimi, - Tehlikeli atıkların yönetimi, - Hava kirliliğine karşı geliştirilen çevresel hizmetler, - Su ve toprak temizleme, arındırma hizmetleri, - Gürültü ve Titreşim düzenleme teknikleri, diğer çevre hizmetlerinin yanısıra doğrudan çevresel olmasa da dolaylı bir şekilde çevre ile bağlantılı (Örn: Çevresel araştırma-geliştirme hizmetleri ve çevre mühendisliği ticareti) hizmetlerin ticareti. Finans Hizmetleri; - İstisnasız tüm alt branşlar için piyasalara serbestçe giriş ve çıkış olanaklarının sağlanması, - Yabancı hisse senedi sahiplerine uygulanan lisans kısıtlamalarının kaldırılması, Turizm Sektörü; - Turizm ile ilgili olarak tüm alt ve bağlantılı branşların da kapsama dahil edilmesi. Bu ülkelerden kaldırmaları istenen ulusal kısıtlamalar arasında şunlar bulunuyor: - Oturma izni vb. ulusal gereklerle ilgili düzenlemelerin basitleştirilmesi ve bir engel olmaktan çıkarılması, - Yabancı yatırımcı ve personelin söz konusu ülkelerde yaşam ya da çalışma ile ilgili herhangi bir sorun yaşamayacağının garanti altına alınmasını sağlayacak yeni düzenlemelere gidilmesi, - Tüzel kişilik oluşturulması önündeki engellerin kaldırılması, (Örn: Yabancı ortaklık veya hisse sahipliği ile ilgili kısıtlama ya da yabancılara yapılan farklı muameleler, hukuki varlık tipine getirilen engellemeler). AB ile bu gruplardaki “gelişmekte olan” veya “az gelişmiş” diye anılan ülkeler arasındaki güç dengelerine bakıldığında AB’nin bu pazarlıkta birer şantaj aracı olarak kullanabileceği çok sayıda kozunun bulunduğu görülüyor. Örneğin bu pazarlığın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile yapıldığı varsayıldığında, bu listenin, ülkenin AB üyeliğinin ön koşullarından biri olarak kullanılacağından hiç şüphe etmemek gerek. Afrika ülkeleri bu pazarlığın birinci etabını zaten Doha sürecinde aşmış ve yeni GATS müzakerelerini de kapsayan Doha Raundu gündemini kabul etmeleri için AB tarafından 50’şer milyon Euro rüşvet teklif edildiği söylentilerini yolsuzluğun her iki tarafı da yanıtsız bırakmıştı. Latin Amerika ülkelerinin eli kolu ise, Mercosur ile bağlanmış durumda. Kıtanın toplam dış ticaretinin %70’ini AB ile yaptığı hatırlanacak olursa, Latin Amerika’nın da direnç noktalarının son derece zayıf olduğu görmezden gelinemez. Geriye Asya ülkeleri kalıyor ki kıtanın başını da Çin ve Hindistan çekmekte. Her iki ülke de AB ile son derece sıcak ilişkiler içinde ve bu pazarlıkta yalnızca kendi burjuvazilerinin çıkarlarını koruma yaklaşımı içinde oldukları çok açık görülüyor. AB Komisyonun kendi iç yazışması olarak hazırlanan (gizli) yukarıdaki metinde dikkat edilmesi gereken bir cümle de “AB’nin dünya çapında güçlü olduğu hizmet sektörlerinde” diye başlayan cümledir. Tıpkı diğer çok taraflı ticaret ve yatırım anlaşmalarında da olduğu gibi, yeni GATS müzakerelerinin kazançlı çıkacak tarafı, her hizmet sektörünün dünya çapında en güçlü olan şirketleridir. Hizmetlerdeki liberalizasyonun artan vahşi bir rekabet ortamında yapıldığı unutulmamalıdır ve DTÖ mekanizmalarında etkin olan sanayileşmiş ülkelerin bu konuyu kendi sermaye grupları lehine akıllarından çıkarmadıkları çok rahat gözlenebilmektedir. Yeni müzakerelerde Anlaşmaya neler katılıyor? GATS anlaşmasının 1994’te imzalanan şekliyle 2000 Ocak ayında başlatılan müzakereleri arasında temel farklılıklar bulunmaktadır. Ancak bugün yürürlükte olan GATS 1994 olduğu ve yeni müzakereler kamuoyu gözünden kaçırıldığı için yeni sürecin bilgisinin ve oluşabilecek tepkilerin yaygınlaşmasının önüne geçilmektedir. Yeni GATS olarak tanımlayabileceğimiz bu yeni kapsama ilişkin eldeki veriler oldukça sınırlı durumda. Son gelişmelerle ilgili olarak 25 Eylül 2001 tarihinde AB kurumları (AB-Komisyonu Ticaret Komisyonerleri ile AB-Ekonomik ve Sosyal Konseyi), bazı STK’lar (Avrupa Yayın Emekçileri Sendikası, İngiliz Ulusal Tüketici Konseyi, Wemos Vakfı, FOEE, SOMO) ve çok uluslu hizmet şirketleri örgütlerinin (ESF-Avrupa Hizmetler Forumu, UNICE-Avrupa İşveren Örgütleri Konfederasyonu, EUROCOMMERCE-AB Ticaret Odası ) katıldığı bir bilgilendirme toplantısında aktarılan bilgilere göre o gün itibarı ile belirlenmiş olan temel hedefler : 1- Hiç bir hizmet ve bağlantılı sektörün anlaşma kapsamı dışında bırakılmaması 2- Önceki GATS Anlaşmasıyla taahhüt edilmiş konuların eksiksiz olarak yerine getirilmesinin sağlanması 3- Klasik taleplerin geliştirilmesi ve prosedür önermelerinde bulunulması 4- Müzakere prosedürlerinin şeffaf bir şekilde devam etmesinin sağlanması Aktarılan bilgilere göre, AB içersinde uygulanacak iç politikalar özelinde, AB, eğitim, kültür ve sağlık alanlarında içe dönük yapacağı düzenlemelerde bağımsız olmaya devam edebilecek. Çünkü Yeni GATS’ın Mart 2001’de tamamlanan müzakere ilkelerinde esneklik yaklaşımı belirlendi ve ülkeler hangi sektörlerini GATS anlaşması kapsamına dahil edip, hangilerini dahil etmeyeceklerini belirleme konusunda serbest bırakıldı. Ancak bu öyle garip bir serbestiyet ki bir ülke GATS’a dahil etmeme kararı aldığı bir sektörde, kendi sermaye gruplarının da başka ülkelerde yapacağı yatırımların GATS kapsamı dışında tutulmasına yol açmış oluyor ve buna da “karşılıklılık” prensibi adı veriliyor. Bir örnekle açıklamak gerekirse, AB eğer “ben, eğitim-kültür ve sağlık alanlarını GATS’a dahil etmeyeceğim” diyorsa, bu aynı zamanda şu anlama geliyor “AB’de eğitim, kültür ve sağlık alanında hizmet veren şirketler ya da bireysel yatırımcıların diğer DTÖ üyesi ülkelerde yapacakları yatırımlarının GATS nimetlerinden yararlandırılmamasını kabul ediyorum” . Kuşkusuz her Devletin bu ve benzer kararları alma hakkı var -burjuvazisi icazet verdiği sürece- . Diğer yandan eskisi ya da yenisi GATS anlaşmasının bir “Built in” anlaşma olduğu, yani sürekli yapılandırılan ucu açık (open- ended) bir anlaşma olduğu hatırlanacak olursa, AB’nin bugün yeterince gelişip güçlenmemiş olduğu için henüz baskı mekanizmalarına nüfuz edemeyen eğitim-kültür ve sağlık şirketleri, gelecekte palazlandıklarında bu alanlardaki korumaların kaldırılmasını talep edebilecekler ve muhtemelen anlaşma bir kez daha değiştirilecek. Kaldı ki bugüne bile baktığımızda Avrupa’lı eğitim ve sağlık şirketlerinin hiç de azımsanmaması gereken ekonomik büyüklüklere ulaştığını ve hızlanan şirket birleşmeleri ve şirket devirleri sürecinin bu şirketleri kısa süre içinde yarışın içine dahil edeceğini öngörmek mümkün. Bu durumda, AB yetkililerince Sivil Topluma karşı yapılan “bilgilendirme” toplantılarının asıl amacının, karşıt grupları öncelikle GATS’ın meşruiyetini kabul etmeye zorlamak olduğu geliyor akıllara. Üzerinde pazarlığa giriştiğiniz bir şeyi “yok” sayamaz ve karşısında mücadele edemezsiniz. Sivil Toplum’a “korkmayın eğitimle sağlığı GATS içine almayacağız” dediklerinde, karşı tarafa da pek ala “iyi o zaman, demek ki endişelenecek bir şey yok” dedirtebilirsiniz. Böylece GATS adı altında devasa bir saldırı anlaşmasını kamu oyu nezdinde meşrulaştırmış daha da ötesi, vize bile almış olursunuz. Üstelik Avrupa Birliği içinde eğitim, sağlık gibi alanlar da dahil olmak üzere kamu hizmetlerinin gecikmeksizin liberalizasyon kapsamına alınacağının güçlü sinyalleri, yalnızca STK’larla yapılan toplatılarda alınmıyor. Örneğin, 27-28 Kasım 2001 tarihlerinde AB-Belçika Dönem Başkanlığının öncülüğünde Brüksel’de düzenlenecek olan “Şirketlerin Sosyal Sorumluluğu” başlıklı konferansın tanıtım kitapçığında anlatılan başlıklarından bir tanesi aynen şunları söylemekte : “Genel Ekonomik Çıkar elde etmeye açık hizmetlere ulaşımın sağlanması: Son yıllarda önemli sayıda bireyin yaşamlarını normal standartlarda sürdürebilmeleri için gerekli olan, fakat aynı zamanda ekonomik çıkar elde edilmesi de mümkün olan kamu hizmetlerine ulaşımda güçlükler yaşanmaya ve endişeler yükselmeye başlamıştır. Amsterdam Anlaşması, topluluk ve üye devletlerin bu sayılan özelliklerdeki hizmetlerin tam olarak yerine getirilebilmesi için gerekli koşul ve ilkelere uygun davranacaklarını belirtmektedir. Ancak bazı bölgelerde bu tip hizmetlere ulaşım her kesim için kolay ve mümkün olamamakta ve AB’nin tüm ülkelerinde tüketici hakları yasalarla garanti altına alınmamış olduğu için kamu hizmeti alan bireylerin bazen hak ihlallerine uğradıklarına tanık olunabilmektedir. Oysa, bazı Şirketler, kendilerine düşen sosyal sorumluluğun bir parçası olarak tüm temel kamu hizmetlerine ulaşımın herkes için mümkün hale gelmesi yolunda çaba göstermeye, daha da ötesi bu kamusal hizmetleri sağlamaya hazır ve isteklidir.”[1][2] Yukarıdaki paragrafın ilk cümlesindeki “ekonomik çıkar elde etmeye açık hizmetler” ibaresi, önemlidir. Çünkü, bu gözlükle bakıldığında eğitim ve sağlık alanları için ekonomik çıkarın söz konusu olamayacağı söylenemez, bu saptamayı doğrulayan çok fazla sayıda örnek vardır dünyada. Başka bir deyişle Avrupa Birliği bir yandan kendi toplumlarını yatıştırmak amacıyla bu alanları piyasa ekonomisine açmayacağını söylerken, bir yandan da “tüketici haklarını korumak adına” ikna konferansları düzenlemekte ve Avrupa halklarını “Bütün çocuklarımız daha kaliteli eğitim hizmeti alma hakkına sahiptir. Gelin geleceğimiz olan çocuklarımızı en doğal insan hakkı olan eğitim alma hakkından mahrum etmeyelim ve eğitimi özel şirketlere bırakalım” gibi söylemlerle GATS anlaşmasına sahip çıkmaya çağırmakta. GATS Anlaşması ile hız kazanan hizmetlerin piyasalaştırılması nasıl yaşanıyor? 1998 yılında İngiliz Biwater şirketi Güney Afrika’da çeşitli belediyelerin su hizmetlerini devralmaya çalışırken belediye sendikası SAMWU buna karşı koymak için mücadele ediyordu. Gerçekleştirdikleri uluslararası kampanyada, belediye hizmetlerinde özelleştirme ve taşeronlaştırma ile ilgili çeşitli ülkelerde yaşanan sonuçların ve aynı şirketin İngiltere’deki pratiğinin sonuçlarının bilgisini de kullandılar. Kamu hizmetlerinde özelleştirmenin hızlı bir uygulayıcısı neo-liberal politikaların 80’li yıllarda tüm hızıyla uygulandığı İngiltere olmuştu. Bu ülkede su faturalarını ödeyemeyenlerin suyunun kesilmesi ve tesisatların paslanması sonucu bu ülke için çağlar öncesinde kalan hastalıklar yeniden görülmeye başlanmıştı. Kamu Hizmetleri Enternasyonali PSI kamu sağlık, belediye benzeri hizmet kollarında ve ağırlıklı olarak kamu kesiminde örgütlü sendikaların dünya çapındaki bir üst örgütü. Bu örgütün 1999 yılında temel tüketim malları üzerine düzenlediği konferansa 50’ye yakın ülkeden sendikacılar katılmış. Konferans bu temel tüketim mallarına yönelik hizmetlerin yaygın bir şekilde özelleştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi ile ilgili ortaya çıkan sonuçları masaya yatırmış. Bunlar “kitlesel iş kayıpları, hizmetlerin niteliğinde düşüş ve hizmetlere ulaşımın zorlaşması, sendikal haklara saldırılar, daha yüksek fiyatlar ve ulusötesi şirketler için aşırı karlar” olarak özetlenmiş. Kanada’dan Kamu Emekçileri Sendikası CUPE’ye göre “Kanada’nın su sistemlerinin kamusal olması bunları özel su şirketlerinin hedefi haline getiriyor. Bunlar bizim ülkemize girilmemiş büyük bir piyasa gözüyle bakıyorlar. Fransız ve İngiliz şirketler özellikle Kanada’ya yerleşmeye çalışıyorlar. Belediyeler ile kamusal-özel ortaklıklar kurmaya ve uzun vadeli anlaşmalar yapmaya çalışıyorlar ve bu yolun sonunda da tam mülkiyet elde etmeyi umuyorlar.” Bu konferansta çıkan sonuca göre kamusal temel tüketim hizmetlerinin ulusötesi şirketlerin eline geçmesi süreci hızlanıyor. Bunda bir dizi faktör etken. Bir tanesi hükümetlerin özel sektörün kamu sektöründen daha fazla gelir sağlayacağı ve yönetim ve teknik uzmanlık sağlayacağı inancı. Yine bir defa için ödenen büyük miktarlardaki paralar da hükümetlerin bu yöne meyletmesini sağlıyor. Ulusötesi şirketler ise tüketim hizmetlerini önemli bir genişleme fırsatı olarak görüyorlar. Siyasilere ve bürokratlara rüşvet vererek özelleştirme yönünde basınç uyguluyorlar. Anlaşmalar için gereken kaynağı ise finansal piyasalardan alıyorlar ve bunun ekstra maliyetlerini de daha sonra tüketicilere yansıtıyorlar. Özellikle suyun özelleştirilmesi üzerine çok yaygın mücadeleler yaşanıyor. Bunlara bir örnek Fransız Grenoble şehri. Uluslararası finans kurumları Fransa modelini su idaresi için örnek gösteriyorlardı ama Grenoble şehri sakinleri 11 yıllık bir mücadelenin sonunda suyu tekrar bir belediye hizmeti haline getirmeyi başardılar. Hem de bir Fransız çokuluslu şirketi olan Lyonnaise des Eaux’dan geri alınması kararını belediye meclisinden çıkartarak. Belediye meclisinin 2000 yılındaki bu kararının temeli 1989’daki özelleştirmede verildiği belgelenen rüşvete dayanıyor. Ancak bu arada önemli bir fatura ödediler: artan fiyat tarifeleri ve dürüstlükten uzak faturalar ile yıllarca Fransız şirketin kasalarını doldurdular. Bolivya’da ise havayolları demiryolları ve elektrikten sonra ülkenin 3. büyük şehri olan Cochabamba’da su hizmetinin de özelleştirilmek istenmesine karşı gelişen büyük direniş bir kaç ay süren bir ayaklanmaya dönüştü. Bu ayaklanma sonucu hükümet Aguas del Tunari konsorsuyumu ile imzalamış olduğu sözleşmeyi çöpe atmak zorunda kaldı. 1999’da yapılan özelleştirme ile yaşanan fiyat artışları sonucu patlak veren ayaklanmada bir kişi öldü, iki kişi kör kaldı ve birçokları yaralandı. İlan edilen fiyat artışlarının ortalama % 35 olduğuydu ancak hükümet kaynaklarının açıklamalarına göre fiyat artışları % 200’leri buldu. Bu fiyat artışları aylık asgari ücretin 100 doların altında olduğu Bolivya’lıları büyük oranda etkiledi. Ortalama su faturasının bir erkeğin ortalama ücretinin % 22’sini ve kadınların ortalama ücretinin % 27’sini bulduğu bu ortamda Suyu Ve Hayatı Korumak İçin Koordinasyon, La Coordinadora adında ve işçi temsilcilerinin, köylülerin, çevrecilerin ve gençlerin temsilcilerinin olduğu bir örgütlenme oluşturuldu. Şubat ayında yapılan barışçıl yürüyüşe saldırı gerçekleşti ve iki gencin kör olması ve 175 kişinin yaralanması bu eylemde gerçekleşti. Bu çatışmalar üzerine şirket fiyatların biraz düşürülerek Kasım ayına kadar dondurulacağını ilan etti ama La Coordinadora’nın talebi suyun tekrar kamuya devri idi. Hükümetin bu talebi karşılamaması ve köylülerin kırlardaki suyun denetimini kitlelerin yapabilmesini engellemeyi amaçlayan bir yasaya karşı gelişen tepkisi daha da büyük çatışmaları doğurdu. Hükümet tarafından hareketin liderleri tutuklanarak ve olağanüstü hal ilan edilerek denetim sağlanmaya çalışılsa da çatışmalar durulmadı. 8 Nisan’da 17 yaşında bir genç gösteriler sırasında vurularak öldürülürken televizyonlar da polisin arkasından kalabalığa ateç açan bir subayı gösterdi. Ve ancak karşı durulamaz bir tepkiye yol açtığında hükümet geri adım attı ve hapistekileri salıverdi ve yapmış olduğu anlaşmayı iptal etti. Anlaşmanın iptali ise şirkete uluslararası tahkime gitme hakkını doğurdu. Arjantin’in Tucuman şehrinde de su hizmetleri Vivendi şirketine devredilmişti. Su “kahverengi” akmaya başlayınca ve faturalar da iki katına çıkınca insanlar faturaları ödemeyi reddetmeye başladılar. Anlaşma iptal edildi. Ancak şirket Yatırımlar Üzerine Anlaşmazlıklar İçin Uluslararası Merkez’e (ICSID) giderek 100 milyon dolar tazminat talebinde bulundu. Yaşanan tüm bu çatışmalar suyun özelleştirilmesi ve çokuluslu şirketlerin eline geçmesinin neler getirebileceğini gösterse de Dünya Bankası su politikası koordinatörü John Briscoe ile yapılan görüşmeden kurumun sorunu, “suyun kamusal işletiminde ve özellikle de tembel ve rüşvetçi kamu kesimi işçilerinde olduğu” görüşünü taşıdığını görüyoruz. Dünya Bankası ve uluslararası finans kurumları su hizmetlerinin özelleştirilmesi politikasını ısrarla savunuyorlar. Buna son bir örnek olarak Gana verilebilir. IMF, Gana ile yaptığı yeni kredi anlaşmasına su fiyatlarının yükseltilmesi koşulunu da ekledi. Gana, geçtiğimiz günlerde IMF ve Dünya Bankasına olan borçlarının bir bölümü affedilmek suretiyle ödüllendirildi. Peki hemen bu kararın ardından neler oldu? IMF, yeni kredi anlaşması doğrultusunda ve IMF’nin Yoksulluğu Azaltıcı Programı çerçevesinde ülke yönetimine tahsis edeceği kredinin serbest bırakılması için IMF tarafından ön koşul olarak dayatılan talepler sıralandı : 1- Kamu İşletmelerindeki fiyat sistemlerinde tam bir yeniden yapılandırma 2- Gümrük vergilerinin otomatik bir şekilde indirilmesini hedefleyen bir tarife listesinin geliştirilmesi 3- Elektrik ve Su fiyatlarında 2001 yılında yine IMF StandBy anlaşması doğrultusunda gerçekleştirilen %95 oranındaki fiyat artışına ilave yeni fiyat artışlarının yapılması. IMF ve Dünya Bankası’nın bu taleplerini dayandırdıkları argüman ise ülkedeki elektrik ve su fiyatlarının hala dünya piyasalarının gerisinde olması. (Water For All, March 15, 2002) GATS anlaşmasına ve getirdiği düzenlemelere yönelik ne gibi tepkiler açığa çıktı? GATS anlaşması ve başta özelleştirme olmak üzere hizmetlerin kapitalist çevrim içerisinde yeniden düzenlenmesi yönündeki engelleri kaldıracak kapsamlı düzenlemelere gidilmesi çeşitli tepkilerin doğmasına yol açmıştır. GATS anlaşmasına dair ise, anlaşmanın içeriğinin teşhirine yönelen küreselleşme karşıtı gruplar ile aşlayarak sendikalardan öğrenci örgütlerine geniş kesimlerde tepkiler doğmuştur. İlk olarak MAI anlaşması karşısında duyulan tepki ile hız kazanan ve küreselleşme karşıtı hareket adını alan karşıtlık açığa çıkmıştır. Sermayenin küresel ölçekte getirmek için hazırlandığı hukuki düzenlemeler daha yakından izlenmeye ve bu bilgi kamuoyunda daha yoğun teşhir edilerek kitlesel bir bilinçlenme yaratılmaya çalışılması bu karşıt hareketin önemli bir özelliğidir. Bu kapsamda değerlendirilebilecek kendisini sivil toplum örgütü veya grup, çevre, çalışma grubu gibi isimlerle anan yapı küreselleşme karşıtları koalisyonunda bir araya gelmektedir. 2000 yılı başında başlatılan GATS müzakerelerinin böylesi bir karşıtlık nedeni ile bir kamuoyu baskısı altında sürdürüldüğü söylenebilir. Buna bir örnek AB’nin geçtiğimiz aylarda hazırladığı yeni talepler listesinin kamuoyuna sızması karşısında ortaya çıkan tepkilerdir. Bu gelişme üzerine Avrupa’da aralarında 15 ATTAC örgütünün, çeşitli sendikaların, küreselleşme karşıtı grupların bulunduğu 91 örgüt 7 Mayıs 2002 tarihinde AB Ticaret Komisyoneri Pascal Lamy’ye ve Komite 133’ün tüm üyelerine, AB’nin GATS ile ilgili taleplerine ilişkin ortak imzalı bir açık mektup göndermişlerdir. Bu mektupta Komite 133’ün, GATS ile ilgili “taleplerde bulunma” sürecinin ve hizmetlerin liberalleştirilmesinde 15 AB ülkesinin ortak bir tutum geliştirmelerinin merkezinde yer aldığını ve hem AB üyesi olmayan ülkelere yönelik olarak yapılan taleplerin, hem de AB’ye yönelik olarak gelen taleplerin, dünyanın her yerindeki yurttaşlar üzerinde son derece kapsamlı etkileri olacağı; buna karşın şimdiye kadar bu sürecin AB Komisyonu ve Komite 133 tarafından tam bir gizlilik içerisinde yürütüldüğü belirtilmişti. “Bilginiz dahilinde olabileceği gibi bazı sivil toplum örgütleri, parlamenterler ve medya AB’nin 21 maddelik taslak talepler öneri listesini elde etti ve bu öneri, belirli ülkelere, kapsanan tüm sektörlerde GATS taahhütlerini artırma talebinde bulunuyor.” dendikten sonra bu öneride kapsanan sektörlerin ve kapalı kapılar ardında sürdürülen ve 30 Haziran 2002’de sonuçlanacak olan diğer taleplerin ciddi sosyal, ekonomik, çevre ve gelişmeye ilişkin tehlikeleri beraberinde getireceğinden endişe edildiği ifade edilmişti. Saydamlığın olmaması eleştirilmiş ve Avrupa parlamentosunun eşzamanlı karar alma hakkı olmamasına karşın, öneride bulunma hakkı olduğu; ama bu hakkın bile şu anda yok sayıldığı belirtilmişti. GATS süreci ile ilgili şirketlerin, çıkarları yönünde süreçle çok daha yakından ilgili olabilmesi ve bilgiye sahip olması, buna karşın “sivil toplumun diğer unsurlarının” bilgilenememesi eleştiriliyordu. Sürecin saydamlaştırılması ve Avrupa Komisyonunun ve her üye devletin parlamentoya ve kamuya taleplerin detaylarını açıklaması talep ediliyordu. AB Komisyonunun bu tepkilere yanıtı ile Seattle sonrasında ve Doha öncesinde (DTÖ’nün 3. ve 4. Bakanlar toplantıları) yaptığı gibi yine, 13-16 Mayıs tarihleri arasında sivil toplum ile diyalog adı altında DTÖ süreçlerine ilişkin bir toplantılar turu düzenlemek oldu. Bu örnek müzakereleri izlemek noktasındaki ısrarın doğru, diyalog ve açıklama talebinin ise yanlış olduğunu gösteriyor. Çünkü devlet yetkilileri icraatları ne kadar sermaye ihtiyaçları doğrultusunda ve işçilerin ve toplumun geniş kesimlerinin çıkarlarına karşıt olursa olsun, talep edilen şey açıklama olduğunda bunu yapmaktan hiçbir şekilde çekinmemekteler. GATS’ın eğitimi de kapsaması ve Avrupa’da hemen hemen tümüyle bir kamu hizmeti olan eğitimin bu niteliğinin ortadan kaldırılması için ilk adımların sinyallerinin gelmeye başlaması Avrupa’da yeni bir öğrenci hareketlenmesini başlattı. Geçtiğimiz yıl özellikle üniversitelerde yaygın boykotlar, üniversite işgallerine varan eylemler, üniversitelerin isimlini Nike A.Ş., vb. değiştirme eylemleri yaşandı. En son olarak bu sene OECD ve Dünya Bankasının eğitim konulu ortak toplantı yapmayı planladığı tarihlerde Avrupa’daki üniversite öğrencileri de her ilde eylemler planladılar. “Eğitim Satılık Değildir” isimli ağ örgütlenmesi, 23-24 Mayıs tarihlerinde Washington’da yapılacak OECD-DB Forumunu, aynı günlerde Avrupa kentlerinde düzenlenecek çeşitli protesto eylemleriyle dünyaya duyurmaya çalışmanın yanı sıra, 20-22 Haziranda İspanya’nın Sevilla kentinde yapılacak AB Zirvesini de eylemlerle protesto etmeyi planladı. Öğrenciler, akademisyenler ve öğretmenlerin yer aldığı ağ örgütlenmesi Aralık 2001’de yeni GATS müzakerelerindeki gelişmelere tepki olarak Almanya’nın Dortmund kentinde kurulmuştu. Aralık ayında başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın pek çok metropolünde gerçekleştirilen okul işgalleri ve diğer protesto eylemleriyle birlikte ve 14 Aralıktaki Brüksel-AB Zirvesi eylemlerinin de katkısıyla hareket genişlemiş ve gelinen noktada Avrupa çapında bir öğrenci ağ örgütlenmesi oluşmuş durumda. (EU Students, Newsletter 9: 4 May, 2002) Son olarak yaşanan bir diğer örnekte ise on binlerce Paraguay’lı işçi, Kit’lerin özelleştirme sürecini durdurmak için eylemde: Kamu KİT’lerinin özelleştirilmesi amacıyla çıkarılan 1615 sayılı yasaya karşı on binlerce işçi sokaklara çıktı. 4 Haziran günü yoksulların, küçük çiftçi ve köylülerin ve işçilerin öncülüğünde yapılan büyük gösteriler, bir işçinin polis güçlerince katledilmesiyle son buldu. Ülkenin önemli işçi örgütü CNT, 5 Haziran günü yaptığı toplantı sonrasında tüm ülke işçilerini, özelleştirme yasası geri çekilene ve polis şiddeti durdurulana kadar genel greve gitmeye çağırdı. Ülke çapındaki genel grev 6 Haziran günü gece yarısı itibarıyla başladı. Hükümet, halk isyanının daha da şiddetlenmesinden korkarak Telecom KİT’inin satışını durdurdu. Bu olaylar üzerine ülkede dolar kuru bir anda 100 puan yükseldi ve Ekonomi Bakanı, IMF ile yapılmış olan stand-by anlaşmasına uyumun devam edeceğini açıkladı. (Indymedia Argentina and Brazil 7th June 2002) Yine geliştirilen bir diğer tepki özellikle Kanada gibi sanayileşmiş ülkelerde yaygın bir şekilde belediye meclislerinde GATS aleyhine kararların çıkarılması olarak yaşanıyor. Sendikaların tepkileri Uluslar arası sendikal örgütler ve dünyadaki çeşitli ulusal sendikal örgütler uzun süredir GATS anlaşmasını gündemlerine almış durumdalar. Kamu Hizmetleri Enternasyonali PSI kamu hizmetlerinin GATS kapsamı dışında tutulması ve böylelikle korunması gerektiğini savunuyor. Son olarak GATS saldırısını şimdi durdurun isimli bir açıklamayı bu Ocak ayında yayınladı ve bunu 513 organizasyon imzaladı. PSI’ın burada yaptığı değerlendirmeye göre: “Yeni (GATS) görüşmeler hizmetlerde sınırlar ötesi ticarette yeni kurallar koyacak ve bunu çokuluslu hizmet sunumcuları için yeni haklar sağlayacak ve hükümetlerin hareket alanını kısıtlayacak şekilde yapacak. Bu durum, hükümetin rolünü, radikal bir şekilde, kamu yararının ve demokrasinin kendisinin aleyhine yeniden yapılandırabilir. GATS kuralları zaman içerisinde hizmet sektöründe uluslararası ticarete ve ticari rekabete getirilecek tüm engellemeleri kaldırmayı hedefliyor.” Yine PSI’ın Focus isimli dergisinin son sayısında GATS anlaşmasının kapsamının belirsizliği üzerine bir yazı var. GATS’da “hükümet yetkisinde sunulan hizmetler” kapsam dışı sayılırken, bunun anlamı ile ilgili şu tanım veriliyor: “Hükümet yetkisinde sunulan hizmet, ticari bir temelde verilmeyen ve bir veya daha fazla hizmet sunumcusu ile rekabet içerisinde verilmeyen hizmet anlamına gelir” Bu ifadedeki belirsizlik eleştirilirken, bu tanım ile aslında tüm kamu hizmetlerinin GATS’a tabi kılınabileceği öngörülüyor. Varılan sonuç şu: Yalnızca ücretsiz ve tekel olarak devlet tarafından sunulan hizmetler kapsamın dışında kalabilecek ve bunlara da polis, mahkemeler ve ordu örnek verilebilir. PSI kamu hizmetlerinin GATS hükümlerine tabi olmamasını, kapsam dışı sayılmasını talep ediyor ve GATS görüşmelerinin kapalı kapılar ardında yapılmasını eleştiriyor. Amerikanın en büyük sendikal örgütü AFL-CIO, Şubat 2002’de GATS müzakerelerinin derhal durdurulmasını talep eden bir kararı oy birliği ile aldı. ICFTU dergisinin verdiği bilgiye göre PSI ve Eğitim Enternasyonali GATS’ın kamu hizmetlerine zarar vereceği endişesini taşıyorlar ve çokuluslu şirketlerin IMF ve Dünya Bankası üzerinde kamu hizmetlerinin liberalize edilmesi yönünde baskı kurmasını kınıyorlar. (5/11/2001) Yine ICFTU dergisinin bir başka sayısında Eğitim Enternasyonali Genel Sekreteri eğitimin ticarileştirilmesi ile ilgili şunları ifade ediyor: “Devletler gelecekteki vatandaşlarının eğitimi için sorumluluklarını kabul etmelidir. Temel eğitim demokrasi için temel bir ilkedir. Bazı hükümetler eğitim için özel sektörden kaynak arayabileceklerini söylüyorlar. Bu beni (...) eğitim hizmetlerinin ticarileştirilmesine direnmeye yöneltiyor. GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması)’nın amacı hizmetlerin serbest ticaretini ilerletmek. Hangi hizmetlerin? DTÖ tarafından sınıflandırılan tüm hizmetlerin. Eğer bir ülke bazı hizmetlerde ticarete izin vermek istiyorsa bunu DTÖ’de kayıt ettiriyor ve bundan sonra ikili pazarlıklar başlayabiliyor. Şimdiye kadar yaklaşık 40 ülke eğitim piyasalarını açmak yönünde kayıt yaptırdı. Ve Avrupa Birliği de 15 üye devleti adına bu kayıdı yaptırdı. Esas nokta şu ki eğitimin ticarileşmesi, özellikle de büyük oranlarda gerçekleşirse kamu eğitimi hizmetini ciddi olarak zarara uğratabilir. Ve bu kabul edilemez. Bazıları eğitimi gerçekten bir rüya piyasa olarak görüyorlar. Geçen yıl dünya çapında kamu eğitimi için harcanan para bir milyar doları geçti. Bu miktar ile 55 milyon öğretmen ve eğitim personeli bir milyar öğrencinin her birine eşit fırsatlar vermek için çabalıyorlar. Bazılarının gözünde eğitim piyasaya bırakılırsa daha etkin, daha iyi yapılır. Kamu okullarının kötü işlediğini savunuyorlar. Ama aslında gözleri yerel ve ulusal vergilerden toplanan bu milyar dolarlarda. Eğer eğitimi kamu yararı için bir kamu hizmeti olarak korumak istiyorsak ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi baskı uygulamalıyız. Ve aynı zamanda hizmetlerimizin niteliğini artırmak için de çalışmaya hazır olduğumuzu göstermeliyiz –piyasa terimleri ile konuşursak- vergi verene parasının karşılığını vermeliyiz.” (18/7/2001) Yine ICFTU dergilerinde birinde Sara Hammerton tarafından yazılan bir makalede şunlar ifade ediliyor: Uluslararası sendikal hareketin GATS ile ilgili önemli çekincelerinden biri, ödeyebilme gücünden bağımsız olarak herkesin ulaşabilmesi gereken sağlık, eğitim ve hatta su da dahil olmak üzere asli hizmetleri de kapsıyor oluşu. DTÖ’ye verdiği bir yazıda ICFTU özellikle “GATS pazarlıklarını gelişmekte olan ülkelerin eğitim, sağlık ve su sistemlerini dinamitleyecek bir araç olarak kullanmamak yönünde bir taahhüt” yapılmasını istiyor. Yine GATS ev sahibi bir ülkede hizmet sunumu için “gerçek insanların mevcudiyetini” de kapsıyor. Ama Uluslararası İnşaat ve Ahşap İşçileri Federasyonunun da belirtmiş olduğu gibi sınırlar ötesi çalışmanın liberalizasyonu “genellikle ulusal sosyal standartların ve çalışma koşullarının düşürülmesine yol açmıştır. Federasyon Şubat 2000’de yeni GATS görüşmeleri başladığında bunun inşaat sektöründe sosyal dampingin legalleşmesine yol açabileceği yönünde uyarıda bulundu ve hükümetlerden geçici istihdam durumunda daha yüksek ulusal çalışma standartlarına uyulacağı ve tüm tarafların uluslararası çalışma standartlarına uyacağı yönünde bir maddeyi GATS’da genel bir hüküm olarak koymaları çağrısını yaptı. (3/5/2001) Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ETUC’un Avrupa Göç ve Sığınma Politikasına doğru başlıklı yeni dökümanında şunlar ifade ediliyor: “Yasadışı göçün ve –alım satım yapanların dışında bazı işverenlerin de çıkarına işleyen- insan alım-satımı iğrençliğinin yanı sıra, hizmet sunumunda serbestlik aracılığı ile, bir “diğer tür” göç modeli de ortaya çıkıyor. Bu model Avrupa piyasasına içkin ve aynı zamanda DTÖ aracılığı ile de, GATS vasıtasıyla teşvik ediliyor. Bu artık uzun süreli bir göç değildir. Üçüncü dünya ülkesi vatandaşlarının, işçilerinin ve yönetim kademelerindeki kişilerin mevsimlik işçiler ve benzeri şekilde geçici olarak yerleşmeleridir. Ancak bir çok taşeron formunu kullanarak bunun yasa dışı emek piyasasını besleyebileceği gözden kaçırılmamalıdır. Hizmet sunumunun serbestleşmesinin, göç üzerine gerçek etkisinin Komisyonun metninde de, Komisyonun genişleme ve işçilerin hareket serbestisi politikalarında da dikkate alınmadığı görülmektedir.” Son olarak PSI’ın bu Haziran ayında ABD Temsilciler Meclisinde ve kongresinde yaptığı girişimler sonucunda bazı kararların çıkmasını sağladığı görülüyor. Bu anlamda çıkarılan yasa ile Dünya Bankasına bağlı bölge kalkınma bankalarındaki ABD’li yöneticiler, emek ve çevre haklarına ilişkin yeterli önlemleri içermiyorsa temel hizmetlere yönelik özelleştirme şartı koşan borçlara karşı çıkacaklar. GATS’a yönelik tüm bu yaygın tepkilerin bir yanda yaygın bir bilinçlenme yönünde umut barındırdığını tespit etmek gerekiyor. Diğer yandan ise geliştirilen kimi karşı çıkışlarda pazarlıkçı bir yaklaşımın egemen olduğu da gözleniyor. Bu özellikle Avrupa’da sendikaların ve diğer aktörlerin anlaşmada yalnızca ya da en yüksek sesle diğer ülkelerden getirilecek hizmet işkolu işçilerinin geçici süreli çalıştırılabilmesi hükmüne karşı çıkmaları veya taleplerini “Avrupa’da temel hizmetlerin hak olarak tanımlanması” ile sınırlı tutmaları örneğinde görüyoruz. Oysa saldırının bütününü karşısına almayan ve kendi kısmi çıkarlarını korumak için pazarlıkçı bir yaklaşımı benimseyen bir duruş ile kazanılabilecek bir şey olmadığı görülmektedir. Çözüm: Sermaye kendi krizini aşma çabası içerisinde hizmet ticaretini kendi egemenliğinde düzenlemek üzere gereken kuralları küresel ölçekte getirmek ve hayatın her alanını ve tüm kaynakların temel tüketim hizmetleri için kullanımını piyasalaştırmak için mücadele ediyor. Emeğin çözümü ise kendi ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda sürece müdahale etmek olmalıdır. Kamu hizmetlerinin herkes için sağlanması, herkese iş ve onurlu bir yaşam için yetecek kadar gelir, ulaşılan gelişmişlik düzeyleri dikkate alınarak daha düşük süreli olarak çalışma (6 saat) ve iş güvencesi bugün işçilerin ayrım gözetmeden tüm dünyada kazanmak için mücadele etmesi gereken talepler olmalıdır. Sermayenin yaşamın tüm alanlarına kendi karlılık krizini aşmak yönünde müdahale etmeye aday olduğu günümüzde emekçiler de hizmetler dahil tüm üretim süreçlerini ve kaynakları toplumun bütününün çıkarları için düzenlemeye aday olmak durumundadır.
Posted on: Sat, 15 Jun 2013 09:45:35 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015