Dunya Barisi-Peace of Earth. İmparatorlukların daha bir asrı - TopicsExpress



          

Dunya Barisi-Peace of Earth. İmparatorlukların daha bir asrı bile doldurmadan çözüldüğü veya çöküş emareleri gösterdiği günümüz dünyasında, Osmanlı Cihan Devleti’nin 600 yıl yaşayabilmesi, daha dikkat çekici hale gelmiş bulunuyor. Osmanlı’nın bu uzun ömrünün şüphesiz bir çok sebebi var. Bu sebeplerin arasında, insana hak ettiği değerin verilmesi, adalet, eşitlik, hak ve hürriyetlere saygı önemli yer tutar. Öyle ki, Osmanlılar çağdaşı oldukları Avrupalı devletlerin hayallerinden dahi geçiremedikleri kadar adil, insan hak ve hürriyetlerine saygılı bir yapı oluşturmuşlardı. Osmanlı tek dinli, tek dilli, tek kültürlü bir toplum değildi. Türlü din ve mezheplerin, çeşitli dil ve şivelerin, renk renk gelenek ve göreneklerin bir arada yaşadığı bir toplumdu. Ortodokslar, katolikler, protestanlar, süryaniler, maruniler, yahudiler bir arada, iç içe aynı şehirleri ve sokakları, aynı işleri paylaşıyorlardı. Her etnik veya dinî grup, barış içinde ibadetlerini serbestçe yapıyor, dillerini serbestçe konuşuyor, örf ve adetlerini dilediğince yaşıyabiliyorlardı. Osmanlı: Bir Barış Modeli Her köşesinde kargaşa ve çatışmaların yaşandığı bugünün dünyasında, Osmanlı’nın oluşturup yüzyıllarca uyguladığı bu sihirli model, yazık ki henüz gerektiği kadar dikkatleri celbetmiyor. Henüz diyoruz, çünkü uzak olmadığını tahmin ettiğimiz bir gelecekte, Osmanlı modeli her yanıyla büyük çaplı araştırmaların konusu olacak. Barış ve huzur arayan dünya, barış ve huzurun yeryüzünde bu en kapsamlı ve en yakın tarihli modelini öğrenmeye ihtiyaç duyacak. Kısa zaman önce Kudüs için bir idari mekanizma olarak konuşulan bu model, belki her boyutuyla bugünkü şartlara göre güncellenecek; en azından bir ilham kaynağı olarak hep göz önünde tutulacak. Osmanlı’nın “şevket ve azamet”inin en önemli sebeplerinden biri, “millet” sistemi denilen, her cemaatin ve inancın kendi hukukuna göre teşkilatlanmasını esas alan çok hukuklu sistem idi. Devletin sınırları içerisinde 13 dil ve 50’den fazla lehçe konuşuluyordu. Kimsenin anadili yasaklanmamıştı. Müslümanlık, Musevilik, Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, inançlarını dilediklerince ancak Osmanlı topraklarında yaşamışlardı. Öyle ki, bu hürriyetler, merkezî otoritenin zayıfladığı çöküş döneminde Batılılar ve içerideki kötü emel sahiplerince istismar edilebilmişti. Etnik temele dayalı milliyetçilik hareketlerinin doğması ile büyük sarsıntı geçiren millet sistemi, hıristiyan tebanın ulus devlet olma sürecini de hızlandırmıştı. Sonuçta, Osmanlı’yı Osmanlı yapan bu sistem, gerek içeriden yapılan büyük hatalar, gerekse yıkıcı dış etkenlere karşı durulamaması sebebiyle, devletin parçalanmasındaki ana sebeplerden biri olmuştu. Kim Hak ve Adaletten Yana? Bu yazımızda millet sistemini tartışacak değiliz. Şair Yahya Kemal’in önemli bir tespitinden yola çıkarak, bir tarafta millet sistemi içinde Osmanlı’da, diğer tarafta da Avrupa’da kişi hak ve hürriyetlerine nasıl bakıldığını gözler önüne sermeye çalışacağız. Yahya Kemal şöyle der: “Bu milletin ne garip talihidir ki, üç-dört asır evvel medeniyeti pek mükemmel iken, hıristiyan tebaya Türkler gibi giyinmeye, Türkler gibi yaşamaya, hatta Türkçe ibadet etmeye özenirdi de, o zamanın uleması ferman ve fetva kuvvetiyle onları en şiddetli cezalarla bu arzularından men ederdi.” Çoğu Avrupalı olan gayri müslimleri müslümanlar gibi yaşamaya özendiren etken ne olabilirdi? Ya da F. Downey’in tespitiyle neden “birçok hıristiyan, adaleti ağır ve kararsız olan kendi ülkelerini bırakıp, Osmanlı devletine gelip yerleşiyorlardı”? Cevabı yine bir batılı tarihçi, Babinger veriyor: “Padişahın imparatorluğunda herkes kendi halinde bahtiyar olabilirdi. Mutlak bir dinî hürriyet hüküm sürerdi ve kimse şu veya bu inanca sahip olduğundan dolayı bir zorlukla karşılaşmazdı.” Çünkü Aşıkpaşazade’nin dediği gibi, “Bu gelen padişah, gayet adildi.” Kendi dindaşlarından sırf mezhep farklılıkları sebebiyle nefret eden ve kitlesel katliamlara girişen Avrupalılar, Osmanlı devleti bünyesinde adlî, dinî ve hukukî muhtariyete sahip oluyorlardı. Diğer tarafta ise en büyük dinî lider olan papa şöyle diyebiliyordu: “Eğer öz babam kilisenin öğrettiği doktrinden sapmışsa ve inancını değiştirmisse, onu yakacak olan odunları bizzat ben toplarım ve babamı yakmaktan kaçınmam.” Bu vahşice ve barbarca sözler, Papa Dördüncü Paul’e aitti. Ne garip, aynı papa Alman ve İspanyol ordularının saldırılarına uğradığında, kurtuluğu o güne kadar Hıristiyanlık aleminin baş düşmanı ilan ettiği Osmanlı sultanı Kanunî’ye başvurmakta bulmuş, ondan himaye ve destek istemişti. Kanunî de papayı ve kilisesini himayesi altına alarak korumuştu. Papalığın uğradığı bu saldırıda yaşananlar da ilginç ve düşündürücüdür. “Kutsal şehir Roma’da istisnasız bütün evler ve bütün kiliseler yağma edilmiş, ilk papa sayılan Hz. İsa’nın havarisi San Pietro’nun mezarı değilmiş, Papa II. Julius’un iskeleti lahdinden çıkarılıp, parmağındaki altın yüzük alınmıştı.” Olaylara şahitlik eden Alman tarihçi Leopold von Ranke şunları da zikreder: “Ganimetin çoğunu İspanyollar aldılar. Fakat imparatorun ordusundaki Napoli birlikleri, kardeşleri Roma’nın yağmasında daha vahşi davrandılar. Gene de en mutedilleri Alman birlikleriydi. Cana kıymıyorlar, yalnız ırza tecavüz ediyorlardı. Yağmadan sonra eğlence başladı. Askerler, yanlarında gezdirdikleri oğlanlara kardinal pelerini ve şapkası giydirdiler. Bir asker de Papa kılığına girdi ve böylece caddelerde dolaşıp eğlendiler.” İnanç Özgürlüğü Denilen Kavram Şimdi yine bu tarafa dönelim ve Yavuz Sultan Selimin Sina’daki St. Katrin Kilisesi ruhbanlarına gönderdiği şu çarpıcı fermana bakalım: 1- St. Katrin Kilisesi’ndeki rahiplerin serbestçe hareketlerinin sağlanması ve kendilerine müdahale edilmemesi. 2- Kiliseye ait vakıfların statülerinin aynen muhafaza edilmesi ve gelirlerinin kiliseye ulaşmasının sağlanması. 3- Bunların öşür ve diğer vergilerden muaf tutulması. 4- Müslüman sınırlarından buraya gelen zaruri ihtiyaç maddelerinden gümrük vergisi alınmaması. 5- Kendileri için kutsal olan Kudüs ziyaretini hiçbir müdahale olmadan yapmalarına müsaade edilmesi. 6- Ölülerin serbestçe definlerinin sağlanması. 7- Bir haksızlığa uğradıkları taktirde, ilgili makamların meseleye çözüm getirip mağduriyetlerinin önlenmesi. Sadece bu ferman, Ortadoğu’da toprakları elinden alınmış müslümanların hallerine bakıp, derin bir tarih muhasebesi yapmak için yeterli bir belge değil mi? Ayrıca modern dünyanın hukuk ve sivil örgütleriyle barışı sağlamakta düştükleri acziyeti görmede de yardımcı olmuyor mu? Evet; tarih bize barış ve huzuru kuracak modeli anlamada da, günümüz dünyasında olup-bitenleri yorumlamada da yeterince ipucu veriyor. ‘Kutsal Ruh Böyle İstiyor’ Kendi tarihimizi ve bu tarihten gelen hak ve özgürlük anlayışımızı daha iyi anlamak için diğer tarafta olan-bitenleri örneklemeye devam edelim: Tarih 24 Ağustos 1572. Fransa’nın başkentinde çanlar gece onikiyi vururken, tepeden tırnağa silahlı insanlar ellerinde meşalelerle Protestan mezhebi mensuplarının evlerini ateşe vermeğe başlarlar. Evleri yanan insanlar uyku sersemliği ile kadın-erkek, yaşlı-çocuk dışarı fırladıklarında ise, kendilerini kılıçların altında bulurlar. Bağnaz Katolikler yakaladıkları insanların kafalarını kesip gözlerini oyarlar. Aynı vahşet sadece Paris’te değil, diğer şehirlerde de işlenir. Sonuçta, sadece mezhepleri farklı olduğu için bir gecede kırkbin insan katledilmiştir. Bu olayların tahrikçisi bir kadındır. Katerin dö Medici, Paris’in beşte birinin katledildiği o gece şöyle haykırmıştı: “Kutsal Ruh böyle istiyor!” Tarih 1582. Bir İngiliz kadırgası Malta kıyılarında karaya vurmuştur. Katolik Malta şövalyeleri, dinden sapmış saydıkları Protestan İngiliz gemicileri zincire vurarak Roma’ya gönderirler. Gemiciler Roma’da törenle yakılır. Tarih 1689, yer İngiltere. Katoliklik hariç, bütün mezhepler serbest bırakılır. Katoliklere ait okullar kapatılır, siyasi hakları ellerinden alınır, ibadetleri yasaklanır. Mal varlıklarına da el konulur. Ancak Katolik mezhebinden Anglikan mezhebine geçenlere hak ve hürriyetleri geri verilir. Bu tabloyu sayfalarca uzatmak mümkün. Yazık ki olayların arkasındaki zihniyeti sadece geçmişe ait görmek de pek mümkün değil. Birinci Dünya Savaşı sırasında müslüman Osmanlı tebasının Balkanlar’da yaşadıkları, İngiltere’nin, Fransa’nın sömürgeci olarak gittikleri Afrika’dan Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada yaptıkları, Bosna’da Kosova’da yaşananlar çok eski zamanlara ait olaylar değil ki! Buralarda olanlar sadece siyasî-askerî idiyse, çoluk-çocuk, kadın erkek masum insanların gördüğü işkence ve katliamlar neyin nesi? Gerçek Medenilik ve Unutulanlar Bir kez daha bu tarafa dönelim: Campanella, 1627’de İtalya ve Çekoslovakya hıristiyanları ile Osmanlı tebası olan hıristiyanları mukayese eder ve durumun tartışılamıyacak derecede Osmanlı hıristiyanlarının lehine olduğunu; Osmanlı ülkesindeki din ve vicdan hürriyetinin Avrupa ile kıyaslanamayacağını söyler. Cantacasin ise onbeşinci asrın sonlarında Osmanlı adaletinin dünyanın en liberal, şefkatli ve doğru adaleti olduğunu söyleyerek şöyle der: “Osmanlı’nın adaleti, hıristiyan, musevî ya da müslüman; herkese eşit şekilde tatbik edilir. Kadı’nın kürsüsü üzerinde Kur’an’ın yanında bir haç ve bir Tevrat bulunur. Kadı, hıristiyan’a haçı, musevîye Tevrat’ı öptürerek yemin ettirir.” Osmanlı orduları cephelerde hıristiyan ordularıyla savaşırken bile, hıristiyan ahali müslüman halk tarafından hor görülmez, tahkir edilmez ve kişisel hak ve hürriyetlerine dokunulmazdı. Medeniliği kendilerinden başkasına layık göremeyen Avrupa ise, değil müslümanları, kendi dindaşlarını dahi Engizisyon mahkemelerine çıkarmışlar, diri diri yakmışlar, çıkardıkları savaşlar ile yüzbinlerce, hatta milyonlarca masum insanın kanlarıyla ellerini ve vicdanlarını kirletmişlerdi. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de, Amerika kıtasını Avrupalılar’nın keşfetmesinden sonra yaşanmıştır. Gerek kuzey ve gerekse güney Amerika yerlileri, Papa’nın emriyle Hıristiyanlık esaslarını yaymak isteyen beyaz adamaların katliamından kurtulamamışlardı. Mesela Avrupa kaynakları, Küba’nın nüfusunun keşiften sonraki yirmi yılda ellibinden ondörtbine; Haiti’nin nüfusunun ise yüzbinden onbeşbine düştüğünü kaydeder. Kızılderililer ve zenci kölelere gelince, ne kadar unutturulmaya çalışılsa da, tarihin hafızası dipdiri ve canlı duruyor. Şunu bilmemiz gerekiyor: Batı, insan haklarını müslümanlardan öğrenmiştir. Ama hiçbir zaman müslümanlar kadar adil olamamışlardır. Ne hürriyetin beşiği olarak ilan edilen İngiltere’nin Magna Carta’sı, ne Fransız İnsan Hakları Bildirgesi insanı kölelikten, sömürülmekten, zilletten ve sefaletten kurtarabilmiştir. Ve Avrupa, zenginliğini sömürgecilik hareketlerine borçludur. Arnold Toynbee şöyle der: “İngiltere, Fransa ve İtalya, Ortadoğu ülkelerini Osmanlı’dan daha iyi yönetecekleri iddiasında idiler. Bu iddia ile sonunda o ülkeleri kısa müddet bile ellerinde tutamadılar. Üstelik karmakarışık ettiler.” Siyaset bilimcileri ve tarihçiler, ondokuzuncu yüzyıla kadar dünya siyasetinin Osmanlı düzeni (Pax Ottomana) tarafından belirlendiğini, son iki yüzyılda ise Britanya düzeni (Pax Britannica) ve Amerikan düzeni (Pax Americana) tarafından belirlendiğini söylemektedirler. Ne dersiniz, Osmanlı’nın yerini dolduran başka bir düzen geldi mi?
Posted on: Thu, 20 Jun 2013 12:09:15 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015