Hayatın anlamı senin gidişinin sırrında gizliymiş sevdiğim, - TopicsExpress



          

Hayatın anlamı senin gidişinin sırrında gizliymiş sevdiğim, bunu öğrendim sen gittiğinde. Aşk en güçlü çıkarmasını ayrılık elbisesini giydiğimizde yaptı bize. En uygun zamanı kollayarak, pusuda bekleyen bir yırtıcı gibi kalplerimiz hasrete eğildiğinde saldırdı bize. En çok yokluğumuzun kefenlerine sararak gömdü bizi ay ışığını düşürürken yeryüzüne. Ey çölde yağmurlarıma muhtaç yolumu gözleyen çöl çiçeği sevdiğim! Cömerttik, aşk döküyorduk ıslak saçlarımızın her bir telinden. Azgın denizler kaynıyordu içimizin yanardağlarında her gece. Şehirleri boğmaya doğrulan okyanus, patlamaya hazır bir güneştik ikimiz de. Vuslata erişsin diye sevenler kaç kez kimliği belirsiz cinayetlere kurban ettik mavi düşlerimizi. Nesimi gibi derilerimizi yüzdürdük de idam sehpalarında, sesimiz çıkmadı, sessiz öldük, uyanır diye çocuklar nefesimizden. Mutluyduk, gülüyorduk, yağıyorduk göğe bir daha. Çünkü ölürken, her kelimenin sırrında bir kez daha anlam olup kitapların sayfalarında noktaların sonsuzluğunca boy veriyorduk. Kaç ömür tükettik devşirme sözcüklerin isyanlarında yıllarca. Soylu bir direnişin özgürlük savaşını andırıyordu birbirimize ağlayışımız. Kaç nisanı kapanan perdelerin son oyununa kurban ettik de öyle öldük yokuşlarında bu sevdanın. Biz gözlerimizin kuyularında kaybolan iki Yusuf’uz şimdi, yerimizi kim nereden bilecek sevdiğim. Ne ağlayanımız var Yakup gibi arkada, ne de bekleyen var Züleyhalarla yollarda. Hadi erenleri çağırsınlar da bulsunlar bakalım bizi. Hızır’a söyleyin işaret koysun düştüğümüz toprağa. Barbaros seferler düzenlesin Kızıldeniz’e, Hint’e ve Atlas’a. Bulamazlar sevdiğim. Çünkü biz la mekân şehrin sıfır noktasında mayıs akşamına düşen iki sessiz çığlık gibi sırra kadem bastık ateşinde bu aşkın. Hadi umudunu yarınlara saklamaya devam et, üzülme beni? Eririm, avuçlarına saklanan kar taneleri gibi tenine dokunurum zerrelerimle de, üşürsün. Şehrin sokaklarında kaybolan kokunu üzerime sar, içimin yaralarına sür gökkuşağı gözlerinin rengini. Nefesimi nefesinle tut hadi, uyurum ben birazdan, sana yorgunum. Serçelerin kanat çırpmaya başladığını gördüğünde uyandır beni ki omzuna yaslanarak beni nasıl bu kadar güzel ve soylu terk ettiğini anlatacağım onlara. Gitmek, bir başka doğuşun miladı, biriken acıların, yıpranan duyguların miadıymış öğrendim. Bana bıraktığın hayatın penceresinden varlığın son resmini çiziyorum, sevdama nigahban olamamış bakışların tuvallerine. Sen saçlarını ser dalgaların koynuna, geceleri gözlerinin ışığıyla boğ bir daha, ağlama. Ben karanfil kokulu rüyalar döker de Kız Kulesi gözlerinin yoluna, öyle ölürüm sevdiğim. Sen ey yelkenlileri sürükleyen denizin martı çığlıklarına karışan mavi renkli kar fırtınası! Masumiyetin çıplak yüzü, parlak güneş patlaması, kayan yıldızım, serin gökyüzü! Şimdi sustuğun kadar büyüt aynalarda kıvranan suretini ki, gönlümün kıblegâhı gözlerine kurbanlar adamaya devam etsin İbrahim her sabah. Unutulmuş acıları kelebeklerin ipek kanatlarında erit. Yasak şarkılarla avut benden çaldığın umutlarımı da, öpüşmelerine kurban et eşiğinde bekleyen meleklerin son bakışlarını. Sen yeter ki Nuh ol sevdiğim, ben kurtulsun diye gemin kanımı bir kez daha akıtır yükseltirim bu suyu. Kim demiş vakti saati olmaz diye sevmenin. Ben seni en çok ezanlar okunmaya başladığında seviyorum sevdiğim. Şahit ol aşkıma ki yargılanan bencil duygular ıslanmış gülüşlerime kurak toprakları mil diye çekmesinler. Çamura dönüşür de düşlerim, yürüyemez babasının ardından İsmail. Ey can kadar yakın ezel kadar uzağım benim! Ey içimin miraçlarına yükseldiğim İsra’m. Ey başlangıç noktam, son durağım! Beynime saplanan kurşun gibi, hangi yaşta olursan ol benimle öleceksin. Hiçbir cerrah erişemiyor şimdi sığındığın noktaya. Cesedim bir mezar boşluğunda çürüyene kadar, orada içime gökleri yığacaksın her sabah. Hangi merhemi çalsalar şifa olur tiryaki gönlümün kansere tutulmuş acılarına söyle? Söyle hangi yağmur yıkar gözlerinin zehrine müptela iptida gönlümün kirli cübbelerini bu sene? Sevdim seni ey içimi kuşatma altına aldıktan sonra çekip giden yağmur yürekli mağrur komutan. Öyle bir sevdim ki aşk korktu sevmelerimin secdelerde kalan iniltisinden. Yedi denizi dökseler kalbimin yanardağlarına dinmez ateşimin nar-ı beyzası şimdi. Şimdi baştan ayağa sen, baştan ayağa aşk, baştan ayağa yangınım ah, topla saçlarını tutuşacaksın. Sus diyorlar bana, çalkantılı gözlerinin dalgalarında şimale giden yalnız ve doğum sancılı bir yelkenli iken sus diyorlar. Şimdi sussam çığlık çığlık gözlerimden sen dökülürsün sevdiğim. Konuşsam, baştan ayağa sur kesilen vakt-i kıyamet gibi, İsrafil’le ölürsün. Yüzüme bakmamakla sızısını alamazsın bu aşkın. Bir kere bakışın bakışıma karışmış, yüzün yüzüme yemin düşmüş gözyaşların yağarken, yangınlardayım. Öyle çok biriktim ki sevdiğim, yamalı elbiselerimin altında bir okyanus akıyor şimdi, dikkat et boğulma, ölmemelisin durup dururken. Uçurum gibi duruşunu düşürme bulutlarıma, yıldız patlamasına tutulur gökler de ayan olursun kalbimin saklanan yanlarında. Benden en uzun ölümü iste, bin yılda ölmezsem eğer içim morg yalnızlığı yaşasın bin sene de, adımı adının yanından söküp alsınlar mahşerde. Ey benim zikrine tutulduğum kutsal medresem, rahlelerinde aşk okuduğum yeryüzü ayetim! Ey imanım ve hidayetim, secdelerle toprağını ıslattığım mabedim? Varlığıyla cennetim, yokluğuyla cinnetim! Aşk, siretin surete dönüşerek görünmeyeni ete kemiğe bürümenin diğer adıymış. Bu nasıl bir kördüğüm sevdiğim, aç aç çözülmüyor, dök dök bitmiyor gözlerimin yaşları. Allah aşkına gözlerin kadar uzun susma bana, ben o kadar yalnızlığa fazlayım. Ey Medine yürekli ensarım, mülteciyim, iltica etmeye geldim sana, beni acılarımdan saklar mısın bu gece? Hadi kutsal melek, anlatamadığım gözlerini Kâbe’ye çevir ki tarifi yapılmamış bakışlarının secdesinde boy versin ziyan hayatlar. Kuyu diplerinde hıçkıranlarla, tapınaklarda canlarına kıyanlar, vuslatın sabahına doğsunlar rahimde bekleyen ceninlerle. Bu kadar ayrılık bana fazla değil mi sevdiğim. Biliyorsun ki ben uzun acılardan korkarım. Karanlığa mahkûmiyetimi ne zaman bitireceksin ki, zindanlarda esir kalan feryadım bulutlanmış gözlerine assın kendini de “elif”in ayak ucunda fırtınalar koparsın? Ah bakışı serin su pınarı billur fırtına, gözlerini gözlerime çevir bir daha. Gümüş kursaklı mavi kuşlarınla kuşat çorak ülkemi. Sar sarmala çürümeye yüz tutan bedenimi kefenlerinin bulutlarıyla. Yine delirdim aşkından, yine bin parçaya bölündüm gözlerinin mızraklarıyla ey nur-u dilara. Gelmeyeceksen, rüzgârlara bırak saçlarının sesini, iflahım ol ki aşkın kitabını yeniden yazıp da sevda adına söylenen her sözü muhal bir rivayet olarak mazide koymayayım.
Posted on: Thu, 18 Jul 2013 19:45:32 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015