Kalın gövdeli, uzun ve yaşlı ağaçların koyu ve serin - TopicsExpress



          

Kalın gövdeli, uzun ve yaşlı ağaçların koyu ve serin gölgeliğinde kurulmuş bir hamağa uzansam, yanı başımda, dışı buğulanmış, ağzına beyaz dantel örtü örtülmüş bir sürahide, içinde limon kabukları rendelenmiş limonata olsa, ağaçların bittiği yerde, iri taneleri güneş ışıklarıyla bal rengine dönmüş üzüm salkımları taşıyan bir bağ uzansa. Bir guguk kuşu ötse arada bir. Başucumdaki tahta sehpanın üzerine Pardayanlar’I dizsem, Arsen Lüpen’leri, Nat Pinkerton’ları, Jules Verde’in romanlarını. Michel Strogof’un sayfalarını karıştırsam. Kimse bana birşey sormasa. Ben kimseye birşey söylemesem. Gömleğim pantolunumdan taşsa. Rahip Mure’nin Günahları’nı, Adsız Köşk’ü, San Marko’nun Körü’nü okusam yeniden. Hafif hafif sallanarak, uykuyla uyanıklık arasındaki o hülyalı boşlukta dolaşsam. Günahları özlemlesem, çılgınlıkları, öfkeleri, kavgaları unutsam. Annem, ağaçların arasından sessizce gelip bana baksa, ben yarı kapalı gözlerimin arasından, onu görmekten memnun bakıp sanki onu görmemişim gibi yapsam, annem limonata sürahisinin üzerindeki dantel örtüyü düzeltse. Kimse ağlamasa, kimse acı çekmese. Vücudum, kendinden ve sessizliğinden memnun, göğsündeki telaştan kurtulmuş eski bir ağaç gibi yatsa. Hiçbir şey düşünmesem. Gerçekleşmesi asla mümkün olmayan hayallere bıraksam kendimi. Monte Kristo’yu okusam, Üç Silahşörler’i. Biraz kestirsem, şapkaları tüylü şövalyeler, şatolar, unutulmuş bahçeler görsem rüyamda. Geçmişi özlemlesem, geleceği merak etmesem,kendimi serin yapsak kokularına, güneşle ağırlaşan üzüm salkımlarına bıraksam. Dalların hışırtısını duysam yalnızca. Uzaklarda bir adam eğilip kalkarak topladığı üzümleri sepetlere doldursa. Sürahiden yanımdaki bardağa limonata doldurup içsem. Pazartesi Hikayeleri’nin sararmış kağıt kokan sahifelerini karıştırsam, sahaflardan alınmış kitabın satırları arasında benden önceki sahibinin çizdiği çizgileri görüp onun nasıl bir insan olduğunu altını çizdiği cümlelerden anlamaya çalışsam. Hamaktan inip ağaçlara tırmanmayı geçirsem aklımdan, o ağaçlara tırmanırken duyulan sevinci hatırlasam bir daha. Bir sincap tedirgin kuruğu, meraklı gözleriyle atlasa dallardan. Kimse için üzülmesem, kimse benim için üzülmese. Hamağın içinde usul usul sallansam. Eşkıya ininde’yi , Paris’in Esararı’nı okusam. Unutsam başka insanları, ayrılsam onlardan, nasıl yaşadıklarını ve nasıl öldüklerini merak etmesem. Guguk kuşunun guguklarını saysam. Kapakları solmuş o eski kitapların içine dalsam. Savaşlar, ölümler, ihanetler, kederler yalnızca kitapların içinde olsa, hayat kitapların arasına çekilse. Kimse bana bir şey sormasa. Ben kimseye bir şey söylemesem. Kalın gövdeli, uzun ve yaşlı ağaçların gölgesinde, unutulmuş eski bir ağaç gibi yatsam, ağaçların bttiği yerde bal rengi üzüm salkımlarıyla bir bağ uzansa. Başucumda bir sürahi limonata, bir yığın eski kitap olsa. Annem arada bir gelip ne yapıyorum diye baksa bana. Usul usul sallansam hamakta. Sessiz, serin. Ve uyusam orda.
Posted on: Wed, 04 Sep 2013 20:37:21 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015