Marine Kumaş (kısa film öyküsü) Marine edilmiş et, - TopicsExpress



          

Marine Kumaş (kısa film öyküsü) Marine edilmiş et, terbiye edilmeyen uşağın eline kafi gelir. İllaki zenginin kursağına gidecekse et, olsun varsın bu uşak koca bir tepsiyi küçük adımlarla sarsmadan, baston kesilerek soylu masasına ulaştırabilir. Aksi bir hata affedilemez: Marine edilmemiş bir et, işin ustası bir uşağa, baş uşağa verilse dahi koca masayı kıyamete çağırmaya yeter. Daha da komiği, marine edilmemiş ete maruz kalan soylulardan biri duruma itiraz edip kıyamet esnasında frağının boydan yitmesine sebep olursa, salon için tek yürek sessiz beklemek nasip olur. Öyküye vesile olan karakterlerin isimleri değiştirilecek, hayal ürünü ayrıntılar eklenecektir. MARİNE KUMAŞ (Giriş) Sahil.... Tımberleng marka ayakkabılarının parmak uçları tırnaklarını batırdı diş gösterdi ete. Ardından ulumayı andıran kısık bir çığlık, ağzından sarkan salyayı kırmızı etin üstüne lapa lapa kusmasına neden oldu. Herif sırıttı. Adam ve köpek tek vücut olmuş, biri eti saklıyor diğeri eti kendine çekmeye çalışıyordu. -Geviş getirme it oğlu it. Beni de yakalatacan piç. Yürü git hadi, yemeyeceksen.... He babey, balıklar bunlar son balıklar... Salya şimdi adamın pabuçlarına oradan pantolonunun paçalarına bulaşmıştı. Bir ayağının bileğinden, kumaş pantolonu ile çorabı arasındaki boşluktan içeriye sızdı. Et de var et de.... Benim tezgahın yanında.... Yeni geldi arkadaş. Yörüktür, parçalar. Ama önce sen alınca marine et ey müşteri, sonra parçala ye.... Şarabın kıyağı da Şirince de... Uzak olur da gidemezsen, kilo ile balıkları ve etleri alırsan, şarap da bahanesi olsun biz verelim sana. Olum İdris ne yapıyon lan ete? -Yit karşımdan yit.. Ulan gitsene köpek? parmak uçlarımı niye yalarsın lan? Et ayağımın altında. Sakar mısın, kör müsün len? Pişttt. Olum İdris, napıyon lan, gitsene mekanına. Park alanı müşteri kaynıyor. Arabalar doldu. -Abi gideceğim tabi de, it yalıyor.... Ne oluyor orada? Neyi yalıyor olum? Marine Kumaş ( Yemek Salonu ) Ayaklı yemek masası görününce salonun eşiğinde, yanan mumların alevi duvarlarda gölge yaptı. Işıklar... Tekmil salon ışıkları aynı anda söndü. Savcının yanındaki yaver mırıldandı: Buna hiç gerek yok.... Kapıdan tarafa aşçıbaşı ile kıdemli garson Ferit beye baktı. Aşçıbaşı ikinci uşağa söylendi: Dur abicim.... Şimdi değil kısma ışıkları. Üstelik bütün salonu kıstın. Salonun diğer ucundakiler elektriğin kesildiğini zannettiler. Camlardan dışarıya bakıp sahilde yeşeren ışıkları gördüklerinde, şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Aldırış etmeden beklediler ışıkların tekrar yanmasını. Savcı Valderezin gölgesi, omuz kısmı ve başı alevlerin arasında bitiverdi. Dağınık saçları ürkütücü derecede Medusa başını andırıyordu. Topuz lakaplı soylu kendisi ile göz göze gelmemeye çalıştı. Ardından ışıklar geldi. İkinci uşak ışığın başında sırıttı. Yemek masası hızla, salonun arkasına seyretti. Soylu: Bir işi yapamıyorlar. Bütün salonu söndürmek ne demek. Aaaaa yemek de arkaya gitti. Baksana bol kanlı diyor, baksana yavrum.... Eşi yüzünü ekşiterek, Çok acıktın galiba? diye sordu. Soylu acıktığını hissettirmemek için gözlerini masadaki mezelerden çekerek, açlığını savcıya soru sorarak bastırmaya kalktı. Sayın Grimia Valderez sizin oralarda traktir varmış, şu çok meşhur... Eeee hangi bölgedeydi o? Soylunun yanında oturan yakasından yemek bezi sarkan avukat Saynur araya girerek: Onlar artık her yerde, bulundukları bölgenin de bir özelliği yok. dedi. Soylu kendisinden tarafa dönüp şaşkınlığını belirtecekti ki araya bu sefer savcı Valderez girme zahmetinde bulundu: Evet bulundukları yerin bir özelliğinin olması gerekmiyor. Artık her yerdeler. Hangi ülkeye gitseniz var; ama hikayelere konu olanları çok ilginç oluyor. Hehehe. Soylu: Anladım. Peki var mı bildiğiniz bir hikaye buna dair? Soylunun eşi Sennur, eşinin ayağına sertçe bastı, dudaklarını incelterek gözlerini de aşağıya devirerek: Sırası değil dedi. Sırası değil diye azarlama beni lütfen.... Ne zaman masaya konuşacaklarımızı sırası ile anlatmaya başladık ki. Kimsenin sırası değil; üstüne üstlük masaya ilk kez muhabbet açan benim. Soylu, kıçı ile sandalyenin kumaşı arasında kıvrılan frağının iki ucu ile oynamaya başladı. Önemli değil Hande hanım. Savcı Valderezin bakışları ile yakalanan Topuz bey iki eli frağının uçlarında, kala kaldı. Kıçı ile üzerlerini ezdi. Bakın ben traktirde ne çay içerim, ne kahve ne de bira. Ama iki küçük halefin, usta bir yazara diğerbin kaldığı ve koca barda etraflarındakilerin şaşkınlıkla kendilerine ağızları düşerek baktıkları hikayeyi bilirim. Soylu: Evet anlatın lütfen, hatırlamaya çalışıyorum ama... Savcının yaveri parmaklarını bir biçime sokarak, bir elini kağıt diğer elini kalem yaptı. Soylu hülasa buyurmayın anlamında başını iki yana sallayarak alındığını göstermek istedi ve dilinin ucuna geleni söyledi: gerek yok not tutmaya, anlatılan dilde güzeldir. Oğlum bir kadeh şarap ver bana. İkinci uşak elektriğin başından ayrılarak mutfağa yöneldi. Yalnız, mutfağa yönelirken garson Ferite baktı ve kaş göz işareti yaptı. Kanlı servis gümüş tepsinin içinde, henüz açılmamıştı. Peki, vaktiyle bir traktire uğrayan bir savcı aynı zamanda büyük bir yazar varmış. Tabi bu traktir olmadan önce. İki köy boyu, iki yanyana köyün davasını neticelendirebilmek için her gece mümkün mertebe yol alıyormuş. Yol aralarında, dinlenebilmek için de yazıya vakit ayırıyormuş. Düşünsenize, dinlenebilmek için bu aralarda yazıya zaman ayıran bir savcı.... Yaver araya girerek: Bu sizsiniz herhalde? dedi. Savcı yıllardır konuştuğu düzgün Türkçesi ile yaver Reşata dönerek: bilhassa burayı bölmeyin,... hem ayrıca benim yazıya aşina bir yeteneğim olmadı hiç... Masadakilere döndü, devam etti hikayeye: maalesef hiç olmadı. Son için...... Bu adaletin terazisi yok. Hakkını arayanın ağzı kuru, içtiği su bile onu sakinleştirmiyor. İkinci uşağın ağzında bakla ıslanmıyor. Bu nasıl bir dünya? Üstelik hiç de suçum yokken. Tüm bu olup bitenlerden haberim yokken... Neredeyse vurduğu taş ile karşıdan karşıya geçen şu kadının kafasını uçuracaktı. Pabuç altları her adımda sahile yaklaşırken, şarap ve et kokusunu beraberinde götürüyordu. Birinci uşak Hüseyin Konaktaki frağın sahibinden ve yaveri aşçıbaşından daha soylu bir canlı gördü karşıdan karşıya geçen, durup araba cantlarını tamponlarını koklayan...
Posted on: Thu, 07 Nov 2013 21:31:49 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015