Tarih boyunca Dinin, bireyin ve toplumun hayatında kurucu bir - TopicsExpress



          

Tarih boyunca Dinin, bireyin ve toplumun hayatında kurucu bir unsur olduğu, marjinal birkaç akım dışında, düşünce tarihinin üzerinde uzlaştığı ender konulardan biridir. Tarihte dinsiz hiçbir topluma rastlanmamıştır. Toplum, tarihi süreç içerisinde çeşitli dinleri benimsediği gibi onları terk edip başka dinlere de yönelmiştir. Toplumla beraber onun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayan kurumlar var olmuştur. Kurumlar, toplumsal ihtiyaçlara cevap verdiği müddetçe hayatını devam ettirmiş, yozlaştığında veya pratik bir fayda sağlamadığında da yerine yenisi ikame edilmiştir. Din, insana adalet, özgürlük ve varlık içerisinde var olan anlamlılığı hatırlatmak için vardır. Her din bu üstün vasıfları gerçekleştirmek iddiasıyla ortaya çıkar. Fakat çoğu zaman bu asıl maksadından saptırılarak geniş halk yığınlarını istedikleri durumda kalmaları için insanları uyutan bir hüviyete sokulmuştur. Din’in doğasında var olan; uyandırıcılık, sorumluluk kazandırma ve hareket yaratan etken olma vasfını kaybedip, donuklaşması, kuru bir ritüeller bütünü olması ve gücün hizmetine girmesi toplum nazarında güvenini yitirmesine sebebiyet verir. Toplum böyle bir din yerine başka bir dini ikame eder. Farklı unsurları bir arada tutan imparatorlukların çözülmesiyle ortaya çıkan ulus-devletler, sahip oldukları toprak parçasında var olan farklılıkları bir arada tutmak ve bir hedef etrafında kenetlendirmek için uyduruk bir dil ve tarih icat etmişlerdir. Tanrıyı hayattan çıkardıktan sonra toplumu bir hedef peşinde koşturmak için vatan, bayrak ve tarihi putlaştırmaya ihtiyaç duymuşlardır. Nitekim bu anlayışa göre bir Türk insanının Türk devletinin ve milletinin bekasını sağlamaktan başka bir görevi veya yaşamını buna adama dışında hayatının bir anlamı yoktur. Kutsalla bağı koparılmış bu seküler insanı bir hedefe ( ki tanrısız bir hedef mümkün değildir) tabi kılmak için on yıllardır Ortadoğu’da var olan bu ulus devletler bütün kurumlarıyla bayrak, sınır, vatan..vb. mefhumları kutsayıp tanrılaştırılarak ömürlerini uzatmaya çalışmaktadırlar. Bunu gerçekleştirmek göreviyle ortaya çıkan bir aydın zümresi oluşmuştur. Bunlar, dinin Avrupa’daki tecrübesinden yola çıkarak halklarının geri kalmışlığından daima İslam’ı sorumlu tutmuşlardır. Modernist Kürt aydınları da Kürt milleti uzun ve köklü bir tarihe sahip iken, bu halkı yeni bulup keşfetmiş gibi yapay bir dil ve tarih üzerinden yeniden yaratmak görevine soyunmuşlardır. Halbuki Kürt tarihinin ve kültürünün böyle bir palazlanmaya ihtiyacı yoktur. Farklı toplumlardan olan bu batıcı aydınlar İslam’ın kendi halklarını geri bıraktığı, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasına engel olduğu konusunda hemfikirdirler. Acaba bir toplum zor kullanılarak bir dinden başka bir dine sokulabilir mi? Tarihte bir toplumun kılıç zoru ile başka bir topluma din değiştirttiği vaki olmamıştır. Çünkü zorlama ve baskılarla oluşturulan davranışlar, bu baskı ve zorlamalar kalktığında ortadan kalkarlar. Hal böyle iken modernleşme aşamasındaki batıcı Türk, Arap ve Fars aydınlarının kendi halkları için ve şimdi de batıcı, Modernist Kürt aydınlarının[1] kendi halkları için dillendirdikleri zorla Müslümanlaştırıldık söylemi nasıl anlaşılmalıdır? Kürtlerin İslam dışında sahip oldukları dinleri tanıma, bilme konusunda üstün gayretler gösterirlerken acaba İslam hakkında niçin bu kadar bigane kalıyorlar? Bu yazımızda Kürt coğrafyasının nasıl İslamlaştığı, bu toplumsal değişime nasıl bakmamız gerektiği üzerinde duracağız. Biz dini geleneğimize uyarak Nuh’tan başlayalım. Nuh’un gemisi Hakkari bölgesindeki Cudi dağına konduğunda en azından Ortadoğu’nun insanlık tarihi ikinci kez buradan başladı. Nuh ve oğulları Ham, Sam ve Yafes’ten türeyen insanlar buradan etrafa yayıldılar. Sayıları artıkça bu dağlardan inip Mezopotamya düzlüklerine yerleştiler. Zagros dağlarında kalanlar Hurri kökenli boyları meydana getirirken Mezopotamya ovasına inenler Sami kökenli halkları oluşturdular. Dağlık alanda yaşamak çok kolaydı. Çünkü ilkel insanların hayatını kolaylaştıracak olan sular, ormanlar, madenler, hayvanlar, korunaklı yerler ve hazır meyveler burada fazla emek harcamadan elde edilecek kadar boldu. Ama ovada yaşayan insanların ayakta kalabilmeleri için çok daha fazla emek harcamaları gerekiyordu. Mezopotamyalı Sami halklar Zagros dağlarında var olan zenginliklere sahip olmak için birlik yolunu tutup devletleşme yoluna girdiler. Nitekim Sümer, Akad, Babil, Elam ve Asur devletleri bütün bunların bir sonucuydu. Ancak bu devletleşme beraberinde sınıfsal düzeni ve köleliği getiriyordu. Aşağıdan gelen saldırılara karşı Hurri kökenli boylar da birlik yolunu tutup Guti, Kasit, Mitani ve Urartu gibi devletleri kurdular. Kuzeyliler ve Güneyliler arasındaki savaş M.Ö 2300’lerden M.Ö 600’lü yıllara kadar devam etti. M.Ö 16 ve17. yy’da Karadeniz ve Hazar denizinin kuzeyinden İran ve Hind’e başlayan Ari göçü M.Ö 1200’lerde tamamlanıncaya kadar geçen süreçte yerli Hurri boyları ve Ariler kaynaştılar. Aryenleşmiş Hurriler olan Medler (M.Ö 728- M.Ö 550) Asurlulara nihai darbeyi vurarak (M.Ö 612) İslam’ın doğuşuna kadar sürecek olan Kuzeylilerin egemenliği yolunu açtılar. Hurri- Ari kaynaşması neticesinde İrani (Aryani) halklar günümüzde olduğu şekliyle etnisitelerini tamamladılar. Kürtler ve Farslar etnik olarak ayrıştılar. Bu ayrışma o kadar derin olmamalı ki kaynaklar bize Med (Kürt) ve Pers’lerin ( Fars) dillerini anladıklarını haber vermektedir.[2] Aynı zamanda Kürt’lerin kendi içindeki dilsel farklılıkları da bu dönemde oluştu. Kurmanci ( kuzey ve güney Kurmançları ki anayurtları kordea, gordea, kardaka, bakarda ve Cizre’den Urmiye gölüne, Revandız ve Musul Üzerinden Van gölüne kadar olan dağlık Hakkari bölgesi)) ve Pehlevi (Goran ve Zazalar ki anayurtları Medya diye tabir edilen Irak ve İran sınırlarının kesiştiği Zagros mıntıkası) ayrıştı. Kurmançlarda Hurri taraf ağır basarken pehlevi tarafında ise Ari taraf ağır bastı. Nitekim bu farklılık dil üzerinde rahatlıkla görülebilir. Aryenler, İran ve Hind’e girdikten sonra büyük kültürler kurup Hint’te Veda ve Buda dinlerini; İran’da ise Mitra, Zerdüşt, Mani ve Mazdek dinlerini kurdular. İlk İran ve Hint dinleri büyük benzerlikler gösterir. Hint’te veda dininin en büyük tanrısı Varuna iken İran’da bu Mitraizm dinindeki Mehr’dir (Güneşteki Tanrı’ya tapıcılık). Diğer tanrılar da ondan daha küçük olan tanrılardır[3]. Toplumunda sınıfsal düzeni oluşturan insanoğlu ilginç bir şekilde Tanrılar arasında da sınıfsal düzeni oluşturmuştur. Aslında Nuh (a.s)’ın getirmiş olduğu dinin tahrifi olan bu ilkel dinler (eski Hurri dinleri) tek tanrının sıfatlarını daha küçük tanrılar şeklinde ilahlaştırılmasıdır. Rüzgar, yeşillik, bahar gökyüzü, dağ, orman, gece…gibi tabiat kuvvetlerine tapma; dünyada işbaşında olan iyi ve kötü ruhlara inanma şeklinde gelişen bu dinler, güneşte yaşadığına inandıkları Tanrı’dan dolayı güneş, ışık ve ateşi kutsal saymışlardır. Bu dinlerin amellerini ise sihir, büyü, kurban ve nezir oluşturur. Sihir ve büyünün olduğu bu dinlerde dini ayinleri yöneten Moğ denilen din adamları sınıfı oluşacak ve bunlar insanları iyi ve kötü olan ruhların şerrinden koruyup, tanrılar ve insanlar arasında gidip gelen; insanları, Tanrıların şerrinden koruma görevine soyunacaklardır. İslam dışındaki bütün dinlerde ( semavi veya ilkel fark etmez) Tanrı ile insanlar arasında gidip gelen bir ruhban sınıfı vardır. Bu ruhbanlar sınıfına girebilmek için dini metinlerin okunup öğrenilmesine müsaade yoktur. Çünkü ruhbanlık babadan oğla geçmektedir. Dini tekellerine alan bu ruhbanlar, dini, kendi ve ortakları olan iktidar sahiplerinin menfaatine yorumlamışlardır. İşte bu ruhbancılığı ortadan kaldıran İslam’ın farkı buradan gelmektedir. Zerdüşt (M.Ö 660) tam burada medeniyet ve mülkiyet düzeninin insanların başına getirdiği dertlerden dolayı bunlara bir tepki olarak ortaya çıktı. İlginçtir farklı coğrafyalarda ortaya çıkan Konfüçyüz, Lao-Tsu, Buda, Zerdüşt ve Yunan filozofları aynı asırlarda yaşamışlardır. Zerdüşt, Medya topraklarında doğmasına rağmen sihir ve büyüyü red ettiği için (ruhanilerin bindiği dalı kestiği için) Moğların şiddetli saldırılarına uğradı. Bundan dolayı Belh prensi Vispestas’a sığınır. Hayvancılık dönemi dini olan Mitraizm’e tepki olarak çiftçilik ve ziraatçiliğin büyük etkisi altındadır. Üretimi teşvik edip; hayat, evlilik ve komşulara yardım etmeyi değerli görür. Zerdüştlüğün kitabı olan avesta üç bölümden oluşur: Yasna (Gatalar), Visperd ve Vendidad. Bizzat Zerdüşt’e ait olan Gatalar’da şöyle der: “…Tanrım doğrusunu söyle bana, kim sevgiyle yaratmıştır, karanlığı, aydınlığı. Kim en iyi duygularla uykuyu, uyumayı var etti. Sabahı, öğleyi, akşamı, göreve çağırmak için akıllı bilge insanları.” [4] Avesta’da, Gatalardan diğer iki kitaba geçilince dil değiştiği gibi (çünkü Perslerin sonu ve Sasanilerin ilk yıllarında Mubetler tarafından eklenmişlerdir) tek olan Ahuramazda’nın yerini de iki Tanrı alır.[5] Zerdüşt’en sonra Zerdüşti din adamları olan Mubedler ruhani bir hüviyet alıp Ahuramazda ile insanlar arasında gidip gelmeye başladılar. Zerdüştlüğün, Mubedlerin tekelinde kalması için Avesta belli mabedlerde tutularak ancak Mubedler tarafından okunmasına müsaade edilecekti. Bu durum İsa’nın da başına gelecek sadece ve sadece kilise kutsal metinleri okuma ve yorumlama hakkına sahip olacaktı. Fakat İslam’da abdesti olan herkes Kur’an’a dokunup açıp okuyup tetkik edebilir. Bu süreç neticesinde İslam’a yetişen Zerdüştlük Mubed ve Kisranın iktidarını sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramayan içi boş bir din haline gelmişti. Mubed ve Kisra ortaklığına bir tepki olarak Mani ve Mazdek dinleri ortaya çıktı. Tıpkı Zerdüşt Moğ’lara bir tepki olarak ortaya çıktığı gibi. Mani dini daha çok elit tabaka arasında yayılmış olup Hristiyanlık etkileri açık olarak görülebilir. Buna karşın Mazdek dini Zagroslar’da ortaya çıkmış ve baskı gören halk yığınları arasında eşitlik ve özgürlük istemiyle hızla yayılmıştır. Öyle ki her gün yüzlerce taraftarı öldürülmesine rağmen hızından bir şey kaybetmemiştir. Bunlar Mubed ve Kisralar eliyle bir sömürü aracı haline getirilen Zerdüştlüğe karşı isyan ediyorlardı. Ta’alibi’de şu tanımlamayı görüyoruz: “Mazdek diyordu ki: ‘Tanrı topraktan yiyeceği ve tüm gereksinimleri, halk onları aralarında eşit bölüşsün diye yaratmıştır. Hiçbir kimse diğerinin payından fazlasını alamaz. İnsanlar biribirlerine karşı yanlış davranmış ve biri diğeri üzerinde egemenlik kurmuş. Kuvvetli zayıfı ezmiş; hem malını hem de yaşama hakkını elinden almış. Herkesin varlık bakımından eşit olması için, kesinlikle birinin ortaya çıkıp zenginden alarak fakire vermesi gerekiyor. Herkim olursa olsun, kimsenin bir başkasından daha fazla varlık, mal-mülk ve kadına sahip olmaya hakkı yoktur…” Kürt’lerin İslam’dan önce sahip oldukları dinleri inceleyenlerin görmemezlikten geldikleri önemli bir nokta da Sami dinlerin Kürt tarihindeki yeridir. Hz. Nuh’un gemisi Cudi dağına konmuş oradan inerek Cizre’nin 22 km. güneyindeki Babil şehrini ( Babilonya ile karıştırmamak gerekir) kurmuşlardır. Bana kalırsa Hz. İbrahim bu Babil’den Harran’a göç etmiştir. Hakeza Asurluların (M.Ö 721) ve Babillilerin ( M.Ö 587) Yahudileri, Asur (Musul) ve Babil’e (Bağdad ve Erbil) sürgünlerinde özellikle Med halkı Yahudilerle iyi ilişkiler kurdular. Kürtler Danyal peygamberini Med’lerin başkenti Ekbatana (Hemedan)’ya götürdüler. Persler (538)’de Babilleri yıkınca Yahudilerin Filistin’e dönmelerine izin verdiler. Romalıların Kudüs’ü işgallerinde (M.Ö 69-70) Kürt Edibane (Erbil) krallığı asker göndererek onlara yardım eder. Yahudi peygamberleri olan Danyal’in ( Taberi’ye göre Zerdüşt Danyal’in öğrencisidir) kabri Kerkük’te, Ezra’nın (Tevrat’ı yeniden yazan) kabri Erbil’dedir[6] Kordea olarak bilinen Hakkari coğrafyası Hristiyanlığın ve Zerdüştlüğün kesiştiği topraklarda bulunuyordu. Kürtler, Süryani ve Nasturilerle (Roma’nın şiddetli baskılarından dolayı buralara sığındılar) iç içe yaşıyordu.. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda Kürtlerin Zerdüşt, Mani ve Mazdek’e aşina oldukları kadar Nuh’a, Musa’ya ve İsa’ya da aşina olduklarını görürüz. Dolayısıyla Kürtler İslam’dan önce Zerdüştiydi diye kestirip atmak gerçekçi değildir. Eğer İslam gelmeseydi İran coğrafyası büyük ölçüde Hristiyanlaşacaktı. Nitekim Kürdistan’da İsa’dan kısa bir dönem sonra yapılmış çok sayıda kilise bu savı doğrulamaktadır. İlk İslam kaynakları Kürtlerin yaşadığı coğrafyadan Cezire, el-Cibal ve el-Zavzan olarak bahseder. Cezire; Cizre’den Urfa’ya ve Diyarbakır havalisine kadar olan mıntıkayı, el-Cibal; İran ve Irak sınırlarının kesiştiği Zagros dağları ki, Kirmanşah, Hemedan, Nihavend, Dinaver ve Şehrezor bölgelerini, el-Zavzan (zozanın Arapçalaşmış hali) ise Musul’un hemen yukarısındaki Bahdinan mıntıkasından, Ahlat ve Urmiye gölüne kadar olan dağlık Hakkari (Araplar bu bölge için Bakarda ismini kullanıyordu) bölgesini kapsıyordu[7]. İslam ortaya çıktığı dönemde Cezire Bizans’ın, Cibal bölgesi ise Sasanilerin yönetimi altındaydı. Hakkari coğrafyası ise bu iki süper gücün savaş alanı olmakla beraber coğrafyanın verdiği avantajla diğer bölgelere göre özerkti. Ağır basan tarafa göreceli bir itaat gösteriyordu. Perslerin yıkılışından (380) İslam’ın bölgeye gelişine kadar (640) Arapların Bakarda diye isimlendirdikleri Hakkari dışında Kürtlerin bağımsız ve özerk hiçbir mevcudiyeti yoktu. Kürtler siyasi olarak ülkelerini yönetmek için Arap-İslam güçlerinin Bizans ve Sasanileri oradan sürmelerini bekleyeceklerdi.[8] 401 yılında Persli Kyros Yunanlılardan bir ordu kurarak taht kavgasına girişir. Ordusu Erbil yakınlarında yapılan savaşta yenilince ordusu Ksenephon komutasında “Onbinlerin Dönüşü” denilen yolculukla Kardakalar (Duhok, Zaho, Cizre üzeri)[9] ülkesinden geçmek isterken Kürtlerin çok büyük bir direnişiyle karşılaşır. Bu kuvvetli orduya kök söktüren bu halk ne oldu da daha teçhizatsız olan İslam ordularına bu kadar çabuk teslim oldu. Hiçbir toplum durup dururken din değiştirme ihtiyacı duymaz. Zerdüşt Mubed’e, İsa Papaya, Musa Haham’a dönüşünce, ruhbanlar kutsallık adına gerçekleri halktan saklayıp Sezar ve Kisrayla anlaşınca; İslam, Roma ve İran halklarını bir mıknatıs gibi kendine çekti. Ama kısa bir süre sonra İslam hilafeti Arap eşraflığına dönüşünce Kürdistan’ın Emevi, Abbasi ve Büveyhilere karşı kimi zaman Harici kimi zaman Dasıni (Adavi) kimi zaman da Şii renginde isyanlarda bulunduğunu görüyoruz. Öyle ki iktidarlar tarafından sürekli baskı altında tutulan ehlibeyt mensupları Kürdistan dağlarını kendilerine mesken tuttular. İslam aleminin hiçbir coğrafyasında Kürdistan kadar seyyid (Bırifkiler, Nehriler, Arvasiler…) barındıran bir yer bilmiyorum. [1] – Konu ile ilgili eserleri olan:İhsan ÇÖLEMERİKLİ, Cemşid BENDER, Ethem XEMGİN, Faik BULUT..vb [2] -Mehrdad R.lzady, Kürtler,İstanbul,2004,s. 90 [3] – Şeraiti, Ali, Dinler Tarihi, Seçkin Kitaplar Yayıncılık, s, 381 [4] – Zerduşt.Com [5] – Şeraiti, Ali, Dinler Tarihi, Seçkin Kitaplar Yayıncılık, s, 408 [6] – R. İzady, Mehrdad, Kürtler, İst. 2004, s,287 [7] Hamevi, Mu’cem’ul- Buldan, Beyrut, C:5 s, 390 [8] R.Izady, Mehrdad , Kürtler,İst. 2004, s,96 [9] Çölemerikli, İhsan, Mezopotamya Uygarlığında Hakkari İst. 2006,s,82 beroj/?k=1584 Cevaplamak için giriş yapın admin der ki: 25 Şubat 2012 tarihinde, saat 02:01 Kürt Tarihi (Araştırma yazısı) (1/1) yusha: Kürt Tarihi (Araştırma yazısı) Kürt kültürü yüzyıllarca süren etkileşimin de sonucuyla diğer Orta Doğu kültürleriyle çeşitli benzerlikler barındırırken, Kürt dinî inancı oldukça senkretik bir biçimde gelişmiştir.[16] Bugün Kürtlerin çoğunluğu Şafii mezhebine bağlı Sünni Müslümanlarken, birçok farklı din ve inancın da mensuplarına rastlanır. Bunlara ek olarak Kürtler arasında ortaya çıkan ve Kürt kültür ve dinî anlayışıyla karakterize çeşitli dinî mezhep, akım ve inançlar da mevcuttur; Yezidilik ve Ehl-i Hakk gibi.[16] …genel kanı Kürtlerin Doğu’dan Batı’ya Zagros dağlarına doğru göçen kuzeybatı İranlı toplulukların bölgedeki İranî olmayan yerli halklarla birleşmesi ile oluştuğudur.[17] Böylece, Arapların ve İslam ordularının bölgenin fethine başladığı dönemde, Kürt olarak anılan topluluk oldukça heterojendi; yerli halklardan, Sami halklara ve bazı Ermeni topluluklarına kadar, İranîleştirilmiş birçok farklı halktan oluşuyordu. [19] Bölgeye yapılan İslam akınları ve bölgenin İslam devletine dahil olmasından sonraki dönemde, Kürtlerin rolü ve yeri hakkında ayrıntılı bilgiler mevcuttur. İslam akınları sonrası Kürtler özellikle siyasi ve sosyal arenada yükselişe geçmişler ve dönemin siyasi olaylarında önemli bir rol oynamışlardır. Bu dönemde ilk kez Kürtler üzerine araştırma yapan ve ayrıntılı bilgiler veren iki önemli yazar Mesûdî ve İstahrî’dir. İki yazar da farklı Kürt aşiretlerinin bulundukları şehirlere göre çetelesini çıkarmışlardır ki bu Kürt tarihi için önemli bir bilgidir. İstahrî, Fars’taki Kürt bölgelerinden ve aşiretlerinden ayrıntılı bir biçimde bahsetmiştir; yaklaşık olarak 1107 tarihli olan Farsname’de ise Fars’taki en büyük Kürt topluluğunun Fars ordusuyla birlikte İslam akınlarına karşı savaştığını, büyük oranda yok olduğunu, kalanların ise Müslüman olduğunu belirtir.[19] Sayılarının 500.000′i bulduğuna inanılan bu büyük topluluğun tamamının yok olduğu çağdaş kaynaklarca olası bulunmasa da bu büyük topluluğun (ve kalanların) diğer gruplarla birleşmesi vb. sosyal değişikliklerin olası olduğu düşünülmektedir. Nitekim Fars’taki bu toplulukların Kürt olup olmadıkları da tartışmalıdır.[17] Kürtlerin o dönemde çoğunlukta yaşadığı bölgelerin istilası ve ele geçirilmesi sonrasında, el-Zavzan’daki Kürt yönetimi 640 yılında haraç karşılığında özerk bir yönetim olmayı garanti altına almış, diğer birçok bölgelerde, örneğin Fars’ta, Kürtler Perslerle birlikte Arap ordularına karşı savaşmış, bu dönem içerisinde İslam Devleti kontrolündeki birçok farklı merkezde de, örneğin Basra gibi, ayaklanmışlardır.[19] Kürtlerin yönetim karşıtı tutumları Emeviler ve Abbasiler döneminde de devam etmiş, örneğin 685 yılında Emeviler döneminde, Kürtlere karşı savaşması amacıyla bir vali atanmış, fakat atamayı yapan dönemin Emevi liderinin kısa bir zaman dilimi içerisindeki ölümü, bu hedefin gerçekleşmesine mani olmuş, bir başka seferde Kürtlerin 708 yılında Fars’ı talan etmeleri sonucu Haccac tarafından cezalandırıldıkları kaydedilmiştir; Abbasiler dönemindeyse, 764′te Ermenistan’ın Hazarlarca istilası çeşitli ayaklanmalara yol açmış, Kürt ayaklanmaları artan şiddetlerde devam etmiş, birçok Kürt Azerbaycan taraflarına göçmüştür, bu nedenle de, bu dönem bazı büyük Kürt aşiretlerinin yükselişine sahne olmuştur.[19] Örneğin daha sonra Eyyubîlerin çıkacağı aile soyu olan Ravvadîlerden Muhammed Şaddad bin Kartu Tebriz ve çevresinde bağımsız vali olmuştur ki o dönemde bu bölgelerde (kuzey batı İran) çeşitli bağımsız valilikler ortaya çıkmıştır. Zaman içinde büyük Kürt aşiretleriyle yönetim arasında çeşitli yakınlaşmalar da olmuştur; örneğin Hasnaviler’in başı olan, Kürt liderlerinden Bedir bin Hasanveyh dönemin Abbasi halifesi tarafından Nasrüddin unvanına lâyık görülmüştür; nitekim Bedir bin Hasanveyh halkın eğitimine verdiği önem gibi hususlardan dolayı genel olarak sevilmiş ve övülmüş liderlerden olmuştur.[19] Diyarbakır merkezli bir Kürt hanedanı olan Mervaniler tarafından 11. yüzyılda, Dicle Nehri üzerine yapılmış köprü Diyarbakır’ın Silvan yolu üzerindedir.Bölgedeki güçlü Büveyhoğulları’nın emirlerinden Ruknüddevle’nin hükumdarlığında Kürtlerle gelişen ilişkiler, halefi Adudüddevle döneminde değişmiş, Adudüddevle’nin hükümdarlığındaki ayaklanmalar şiddetli bir şekilde bastırılmış, Kürtlere karşı çeşitli seferler düzenlenmiştir. Büveyhoğulları ile ilişkisi bulunan Mervaniler de bu çağın önemli Kürt güçlerindendir; Doğu Anadolu’da önemli fetihler yapmış olan Mervaniler Diyarbakır merkezliydiler. Kürtler bölgedeki önemlerini 6. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar uzun bir süre korumuşlardır. Öyle ki 11. yüzyılın başlarında hâlâ Kürtlere karşı seferler vs. rastlanır. Bununla birlikte, bölgedeki Kürt grupların rolü ve önemi Türk ve Moğol istilalarıyla zayıflamıştır; nitekim bu istilalar başladığında Kürt kuvvetleri yıllardır süregelen iç ve dış çatışmalardan büyük oranda zarar görmüş bir haldeydiler.[19] Oğuzların bölgeye girişiyle birlikte, Oğuzlar ile bölgedeki, arasında Kürtlerin de bulunduğu diğer halklar arasında çatışmalar meydana gelmiştir. Oğuzlar bölgede ilerlerken, Hasnaviler’in de çöküşü gerçekleşmiş, Annaziler yükselişe geçmiştir. Selçuk Beyi Tuğrul’un bölgeye saldırmasıyla Annaziler de sonunda Selçukluların hâkimiyetine girmiştir. Selçukluların yükselişi, Malazgirt’teki başarıları sonrası Ermenistan’ın da hâkimiyetlerine açılması, bölgedeki Kürt topluluklarının ve hanedanların çöküşüne yol açmış, Kürt toplulukların yerini Türk toplulukları almaya başlamıştır.[19] Sonraki dönemlerde Selçukluların Kürt topluluklara karşı çeşitli saldırıları olsa da, Kürt ve Arapların zaman zaman Selçuklu ordusuyla askerî harekâtlarda yer aldıkları da bilinmektedir.[19] Tarihî kaynaklarda bu dönemlerde Kürtlerin adı sıklıkla Suriye ve çevresindeki bölgede geçmektedir; nitekim Selçuklu döneminin en önemli olaylarından birisi de Kürdistan isminin ilk kez Selçuklularca ortaya atılması, Selçuklu sultanı Sencer’in hâkimiyetinde resmî Kürdistan eyaletinin ortaya çıkmasıdır.[19][20][21][22] Suriye, Halep’te bulunan bir Eyyubi sarayının kalıntıları.Bazı Atabeylerin, özellikle de Atabey İmameddin Zengi’nin fetihleri ve gerek Kürtlere karşı gerek Kürtlerle birlikte giriştiği çatışmalar Kürt tarihi ve coğrafyanın şekillenmesinde önemli bir yer tutmuş, genel olarak bölgedeki Türkler ile Kürtlerin ilişkileri gelecek dönemlerde sıcaklığını ve önemini korumuştur.[19] Nitekim, Kürt kökenli olduğu sağlam kanıtlara dayanan Eyyûbî hanedanlığı ortaya çıktığında ve zaman içerisinde köklü Türk toplulukları Eyyûbî tebasına dahil olsalar da kendi topraklarında hükmetmeye devam etmişlerdir; Zengîlerin Musul’daki hâkimiyeti buna örnek gösterilebilir. Özellikle Mısır ve Suriye’de aktif olan Eyyûbîlerin ordusunun çoğunluğu Türklerden oluşmaktaydı. Bu durum hanedanlığın Kürt kimliğini azaltmasa da hanedanlıkla Kürt grupların her daim ortak yolda yürüdükleri de söylenemez, hanedanın tarihi boyunca çeşitli önemli noktalarda bazı Kürt gruplarının hanedana karşı çıktığı da bilinmektedir; örneğin kendisi de Kürt kökenli olan[23][24][25] Selahaddin’in tahta çıkmasına çeşitli Kürt gruplar karşı çıkmıştı.[19] Kuzey Afrika, Arabistan, Suriye ve Mezopotamya’daki önemli ve birçoğu başarılı fetihler sonrasında hâkimiyetini genişleten Eyyûbîler, Selahaddin’in ölümünden sonra hanedanlığın merkezî bir yönetimden uzak olan farklı özerk bölgeleri tek bir sultanlık altında birleştiren sistemi[26] sonucu sorunlar yaşanmış, saltanat kavgaları baş göstermiş, farklı güçlerin ortaya çıkışı, örneğin Harezmşahların doğudaki yükselişi, daha sonra Yemen’in kaybedilmesi, Mısır-Suriye yönetimsel ihtilafı ve ayrışması gibi durumlar sonucu hanedanlığın gücü ve etkisi gittikçe azalmış, Memlüklerin yükselişi ve Mısır’ın düşmesiyle hanedanlık çöküşe geçmiştir. 13. yüzyıl boyunca Kürt toplulukları açısından en önemli gelişme, Orta Doğu’daki diğer topluluklar için olduğu gibi, Moğol istilalarıydı. Nitekim Harezmşahların lideri Celaleddin Harezmşah’ın Moğollardan kaçtığı Diyarbakır’da, tahminlere göre büyük olasılıkla bir Kürt tarafından 1231′de öldürülmesinden sonra Moğollar Diyarbakır ve Ahlat’ı talan edip yıkmışlardır.[19] Diyarbakır daha sonra 1252′de tekrar talan edilirken, Şahrizur 1245′te istila edilerek yıkılmış, Erbil ise bu dönem boyunca üç kez istila edilmiştir.[19] Kürtler genel olarak Moğollara karşı durmuş, sıklıkla Memlüklerin yanında yer almış, Moğollara karşı direniş hareketinde rol almışlardır. Nitekim Memlük sultanı Baybars’ın ordusunda Türk ve Arapların yanı sıra Kürtlerin olduğu da bilinmektedir.[19][27] Her ne kadar Moğol İlhanlılar yönetimi altında Kürtlerden pek bahsedilmese de, Moğolların Kürdistan bölgesini 13. yüzyılın ilk yarısında fethettikleri ve yönetimleri altına aldıkları, özellikle Erbil’de yıllar boyu ihtilafın sürdüğü ve sık sık Kürtler dahil olmak üzere şehirdeki etnik grupları da içine alan ayaklanmaların, katliamların ve genel olarak sorunların yaşandığı, bölgenin genel durumunun Selçuklu yönetimindeki durumuna göre gerilediği bilinmektedir. Yine bu dönemde bölgenin başkenti Bahar’dan Çemçemal’e taşınmıştır.[19] Moğollar sonrasında Kürtlerin yaşadığı bölgeler farklı Türk toplulukları, beylikleri arasında ihtilaf meselesi olmuş, bu topluluklar zaman zaman Kürtlerle birlikte çalışırken, zaman zaman Kürtlere karşı politikalar izlemişlerdir. Bu toplulukların içerisinde Kürtlerin özellikle Diyarbakır merkezli Akkoyunlular ile olumsuz ilişkileri olmuş, birçok kaynağa göre “Akkoyunlular sistematik bir şekilde önemli Kürt aşiretlerini ortadan kaldırmışlardır.”[19] Orta Çağ sonlarından 20. yüzyıla Kürtler 19. yüzyılın ikinci yarısında farklı bölgelerden geleneksel kostümleriyle Kürtler: sağdaki el-Cezire yani Mezopotamya’dan bir Kürt, ortadaki Mardin’den bir Kürt, ve soldaki de Diyarbakır’dan bir Kürt çoban.16. yüzyılda kaleme alınmış olan Şerefname Kürt tarihi açısından önemli bir belgedir ve gerek o dönemin gerekse öncesinin olaylarına ve gelişmelerine dair birçok bilgi sunmaktadır. Bilinen o ki 16. yüzyıl ile birlikte bölgedeki iki ana güç olan Safeviler ve Osmanlıların arasındaki ihtilaflar Kürt topluluklarının tarihi açısından çok büyük önem arz etmiştir. Özellikle Şah İsmail’in başarılı askerî politikalarıyla birlikte birçok Kürt topluluğu Safeviler hükumdarlığı altına girmiştir; bununla birlikte Safevi Devleti’nin bu topluluklarla ilişkisi genellikle olumsuz olmuş, Şii olan Safeviler diğer Şii Türk liderleri, Sünni olan Kürt liderlerine değişmişlerdir.[19] Buna karşılık, Sünni Türklerin başta olduğu Osmanlılar ise, Kürtlere karşı daha yapıcı bir politika izlemiş, bölgedeki Kürt liderleriyle anlaşmalar yapmış, daha sonra Safevilere karşı gerçekleşen savaşlarda ve sonrasında bölgedeki Kürt topluluklarının çoğunluğunun desteğini almışlardır. Nitekim bu desteğin alınmasında ve Kürtlerin Safevilere karşı Osmanlı saflarına dahil edilmesinde kendisi de Kürt olan Osmanlı siyasetçilerinden İdris-i Bitlisi önemli bir rol oynamıştır.[19] Safevilerden alınan bölgelerde kurulan vilayetlerde Türklerin yanı sıra Kürtlere de önemli liderlikler verilmiş, birçoğu babadan oğula geçen bu önemli derebeylik benzeri pozisyonlar daha sonra da devam etmiştir.[19] 17. yüzyılın sonuna kadar Kürtlerin bölgedeki konumu bu iki devletin ihtilaflarıyla belirlenmiş, sonunda Safevilerin tamamen mağlup olup Zagros Dağları’nın ötesinde kalacak şekilde bölgeden çekilmesiyle gerek Kürtler için gerek bölge için yeni bir dönem başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren zaman zaman geçici sürelerle bölgede İran etkisi ve saldırıları görülse de, Kürdistan bölgesi barındırdığı Kürt halklar ile birlikte genel olarak Osmanlı kontrolünde kalmıştır. Genel olarak Kürtler Osmanlı himayesinde Osmanlı ile birlikte dış etmenlere karşı koymuşlarsa da, İranlıların Kürtlerle ilişkisinin olmadığını söylemek yanlış olur; örneğin Nadir Şah’ın ölümünden sonra kısa süreliğine de olsa ülkeyi yöneten, Zend hanedanına mensup Kerim Han olmuştur. 19. yüzyıl ile birlikte İran – Osmanlı gerginliği tekrar yükselmiş, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerden Zuhab ve Süleymaniye bu gerilimin odak noktaları olmuştur. 19. yüzyıldaki bir diğer önemli gelişme de Osmanlı topraklarındaki çeşitli Kürt beylerinin ayaklanmasıdır. 1830′lu yıllarda Bedirhan Bey, Said Bey, İsmail Bey ve Revanduzlu Muhammed gibi isimler ayaklanmış, bölgede önemli bir güce ulaşmış, aldıkları çeşitli yerlerde Hristiyan topluluklar ve Yezidî Kürt topluluklar katledilmiştir.[19] Aynı dönemde eski sadrazamlardan Sivas valisi Reşid Mehmed Paşa ayaklanan Kürtlerin üzerine, bölgeyi yatıştırması için gönderilmiştir. Uğraşlar sonucu ayaklanmaların önder ismi Muhammed Paşa 1836 yılında yakalanmıştır. Bununla birlikte bölgedeki gerilim dağılmamış, aksine 1839′daki Nizip Muharebesi’nde Osmanlı Devleti’nin yenilmesi sonrası bölgede ayaklanmalar tekrar baş göstermiş, 1843 yılı dolaylarında Cizre emiri Bedirhan Bey ile Hakkâri emiri Nurullah Bey ayaklanmıştır. Bu dönemdeki önemli olaylardan biri de kendilerine uygulanan baskıdan şikâyetlenmiş olan Hakkârili Nasturilerin Nurullah Bey tarafından katledilmeleridir.[19] 1840′ların sonuna doğru Osmanlı bunların üzerine bir ordu yollamış, yenilen liderler sürgün edilmiştir. Kürt ayaklanmalarıyla ilgili önemli bir husus da, 19. yüzyılda Osmanlı ile savaş içerisinde olan Rus ordularında bir Kürt alayının tertip edilmesidir ki nitekim Kırım Savaşı’nda Rusların iki Kürt alayı seferber ettikleri bilinmektedir.[19] 1800′lü yılların sonunda Hakkâri ve çevresindeki bölgede tekrar Kürt ayaklanmaları olmuş, bu ayaklanmalar Osmanlı tarafından belirli bir süre içerisinde yatıştırılmış, bu dönemde ayrıca Osmanlı tarafından Hamidiye Alayları olarak anılan Kürt alayları kurulmuştur ki bu alayların kurulması Kürt aşiretleri arasında ihtilafa ve hatta çatışmalara yol açmıştır.[19] Ayrıca 1800′lerin başında Osmanlı topraklarında bağımsızlık hareketinin güçlendiği bir başka topluluk olan Ermeniler ile Kürtler arasında gelişen iyi ilişkiler, 1800′lerin son yıllarında düşüşe geçmiş, çeşitli yerlerde Ermeni ayaklanmalarının bastırılmasında Kürtler aktif rol oynamışlardır.[19] ——- 16- Kreyenbroek, Philip G. (1996). “Religion and Religions in Kurdistan”, Kurdish Culture and Identity. Zed Books Ltd.. ISBN 1856493296. 17- Bois, Th..; Minorsky, V.; MacKenzie, D.N. (2009). “Kurds, Kurdistān”. Encyclopaedia of Islam. Ed. P. Bearman , Th. Bianquis , C.E. Bosworth , E. van Donzel ve W.P. Heinrichs. Brill. Brill Online. 12 Şubat 2009 tarihinde erişilmiştir. yusha: Çağdaş Orta Doğu’da Kürtler ve Kürdistan Kürdistan Orta Doğu’da Kürtlerin tarih boyunca yaşadığı coğrafî ve etnik bölge için kullanılan Kürdistan terimine ilk kez Selçuklular döneminde rastlanır;[28] 12. yüzyıldan itibaren Selçuklular, kendi hâkimiyetlerinde olan, bugün güney Kürdistan olarak görülen ve o dönemde bir yönetim birimi olan bölgeyi Kürdistan olarak anmaya başlamışlar ve bilinen literatürde ilk kez Kürdistan terimini kullananlar da onlar olmuşlardır.[29][30] Selçukluların hâkimiyetindeki Kürdistan yönetim bölümünün tam olarak sınırlarının ne olduğu, bu bölümün yönetimsel özelliklerinin ayrıntıları gibi konular çok net bilinmemektedir. Bununla birlikte bu hususlarda çeşitli kanıtlar ve bilgiler de bulunmaktadır; örneğin 1340 yılında yazılmış olan Nezhetü’l Kulub isimli eserde Kürdistan vilayetine dair bilgiler yer almakta, vilayetin sınırları Arap Irak’ı, Huzistan, Pers Irak’ı, Azerbaycan ve Diyarbakır olarak verilmiştir.[31] Selçuklulardan önce bölgede hâkim olmuş olan Arapların bölgeyi Kürdistan olarak adlandırmadıkları bilinmektedir.[31] Kürdistan teriminin Selçuklularca ortaya atılmasından önce Kürtlerin yaşadığı bölgelere farklı adlar verilmekteydi. Örneğin, Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı bölgelerden olan ve bugünkü orta Kürdistan’a denk gelen bölgeye el-Zavzan denmekteydi.[19] Bununla birlikte bu bölgenin tanımı pek kesin değildir; tam olarak nereden başlayarak nereye kadar uzandığı çok net değildir. Bugün Kürtler yoğun olarak Toros ve Zagros dağlarının kesiştiği, Mezopotamya’yı da içine alan, Türkiye’nin Doğu Anadolu, Güneydoğu bölgeleri, Irak’ın kuzeyi, İran’ın Kürdistan, Batı Azerbaycan, Kermanşah ve Loristan eyaletleri ve Azerbaycan’ın Zengilan[kaynak belirtilmeli], Laçın[kaynak belirtilmeli], Kubadlı (Kubadli)[kaynak belirtilmeli], Kelbecer rayonlarında yaşarlar. Kürtlerin yoğunlukta yaşadıkları Orta Doğu’daki bu bölge için hâlen Kürdistan terimi de kullanılmaktadır ve göçlerle oluşmuş bir Kürt diasporası mevcutsa da, Kürt nüfusunun ezici çoğunluğu bu coğrafyada yaşamaktadır; bazı tahminler coğrafyadaki Kürt nüfusunu 22 milyon olarak telaffuz etmiştir.[32] Bununla birlikte birçok kaynağa göre verilen rakamlar genellikle tahminîdir; sonuçta farklı tahminler baz alınarak Orta Doğu’da Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile bunlara ek olarak Ermenistan’da bulunan Kürt topluluğunun toplam nüfusunun 20 milyonun üzerinde olduğu söylenebilir.[15] Kürtlerin diyarı anlamında olan Kürdistan teriminin ilgili coğrafî bölgeyi tanımlamaktaki önemi ve kullanımının ötesinde, belirli bir etnik grubun ve kültürün yayıldığı bölgeyi tanımladığını ve bu sebeple sosyal ve siyasal bir kavram teşkil ettiğini ortaya atanlar da olmuştur.[33] Nitekim Kürdistan terimi (Kürt terimiyle birlikte) siyasal olarak 20. yüzyıla kadar kullanılmamıştır.[31] Çağdaş bağlamda Kürdistan isminin kullanımı çeşitli siyasi ihtilafları beraberinde getirmektedir; örneğin Türkiye devleti geleneksel olarak Kürdistan teriminin kullanımının bölücü bir ima taşıdığını öne sürmektedir.[34] ——– 15- “Exploring the Kurdish Population in the Turkish Context”. GENUS, An International Journal of Demography 56 (1-2): 149-175 19- Bois, Th..; Minorsky, V.; MacKenzie, D.N. (2009). “Kurds, Kurdistān”. Encyclopaedia of Islam. Ed. P. Bearman , Th. Bianquis , C.E. Bosworth , E. van Donzel ve W.P. Heinrichs. Brill. Brill Online. 12 Şubat 2009 tarihinde erişilmiştir. 28- Limbert, John (1968). “The Origins and Appearance of the Kurds in Pre-Islamic Iran”. Iranian Studies 1 (2): 41-51 29- Nezan, Kendal. Who are the Kurds?. Paris Kürt Enstitüsü. 26 Şubat 2009 tarihinde erişilmiştir. 30- Izady, Mehrdad R. (1992). The Kurds: A Concise Handbook, 46, Taylor & Francis. 31- Özoğlu, Hakan (2004). Kurdish notables and the Ottoman state: evolving identities, competing loyalties, and shifting boundaries. SUNY Press. 32- Nezan, Kendal (1996). “The Kurds: Current Position and Historical Background”, Kurdish Culture and Identity. Zed Books Ltd. 33- Barzani, Mesud (2003). Mustafa Barzani and the Kurdish liberation movement (1931-1961), 6-7, Palgrave Macmillan. 34- Koenig, Matthias (2007). Democracy and human rights in multicultural societies, 95, Ashgate Publishing, Ltd.
Posted on: Mon, 12 Aug 2013 09:40:03 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015