ACILAR GERİ DÖNMEDEN NAİF YAŞAR Sadece insanlar değil, tüm - TopicsExpress



          

ACILAR GERİ DÖNMEDEN NAİF YAŞAR Sadece insanlar değil, tüm hayvanlar bile sorumluluk ve koruma içgüdüsüyle yaşamlarını sürdürürler. Araba çarpmış yavrusunun başında bekleyen köpek, avcının tüfeğiyle can vermiş yavrusunun ardında koşan turna, kapana sıkışmış yavrusunu kurtaramaya çalışan kedi fotoğraflarından yüzlercesini görmüşüzdür. Hepsinin de dışa vurdukları tepkinin bir tek adı vardır, o da ‘acı ve kaybetme, kurtarma duygusu’ Yani, güçleri ne kadar zayıf olursa olsun, çaresizlikleri ne kadar net seçiliyorsa seçilsin, sahiplenme içgüdüsüyle, kendilerince bir reaksiyon göstermeye çalışırlar. Ya peki biz ‘insan’ denilen hayvanların bu canlılardan ne farkımız var? Bizim de canımız yandı mı bağırmaz mıyız? Çocuklarımızı kaybettiğimizde ağlamaz mıyız? Sevenlerimiz dara düştüğünde, kendilerine ulaşmaya çalışmaz mıyız? Bunların hangisi karşısında tepkisiz kalabiliriz ki? Hiç birinde... Değil mi? Öyle ise, bir birey olarak içinde bulunduğumuz toplum sıkıntıya düştüğünde neden sessiz kalalım? Ya da birileri istemiyor diye, birileri kendini kraldan kralcı görüyor diye neden susalım? Ya da neden korkalım? Biz bu coğrafyanın insanları değil miyiz? Bu coğrafyaya bombalar düştüğünde, bu coğrafyada yoksulluklar başladığında, çocuklar eğitimsiz, hastalar doktorsuz kaldığında, bizler uzayda mı yaşıyor olacağız. Birilerinin gelip bu kötü gidişata ‘dur’ demesini mi bekleyeceğiz? Birileri, çekildikleri köşelerinde palazlanırken, durup onları mı seyredeceğiz? Birileri basiretsiz ise, bu kenti onlara mı teslim edeceğiz? 40 yıllık kanlı bir sürecin canlı tanıkları olan bizler, birkaç aydır, sonu belli olmayan ama nispeten de ağız tadıyla geçen günler yaşıyoruz. Ama bu keyifli günlerin daha ne kadar süreceğini tahmin dahi edecek güç ve kudrette değiliz. Bu sürecin bitmesi an meselesi olabilir. Yani bir kez daha çocuklarımız ölebilir, sevdiklerimiz kapana düşebilir, karanlık pusularda yürümemiz, ihtimal dâhilinde olabilir. Kısacası, bu günleri arayabileceğimiz, ölüm, gözyaşı ve acılarla dolu o karanlık günler, kat be kat misliyle geri gelebilir. Eğer ki bu günleri yeniden yaşamak istemiyorsak. Eğer ki, savunma ve sahiplenme içgüdüsüyle hareket edip yavrularımızı ölümlerden, esnafımızı iflaslardan, hastalarımızı hastane köşelerinde koruyabilme olanağımız varsa harekete geçmenin zamanıdır. Her kurum, her dernek, her bireyüstüne düşen sorumluluğu yerine getirebilmelidir. Bunu yaparken, birilerinden korkup, birilerinden icazet almak zorunda değiliz. Belki yağmayacağız ama gürlememiz bile yetmez mi? Düşünün ki 15 bin üyesi olan Van TSO gibi bir oda, kentin sorumluluğunu taşıyarak ve vicdanın sesini dinleyerek, kentte aklıselim, siyasi beklentilerin hegemonyasından uzak insanları bir araya getiriyor ve onlara ‘arkadaşlar, acının yaşanması an meselesiyken, gelin bu acıyı yaşamamak için bir şeyler yapalım. Müdahil olalım, paylaşalım, engel olalım, üretelim, dayatalım’ derse kimin bunda kaybı olur. Düşünün bu oluşumun içinde, akademisyeni, yazarı, taciri, tüccarı, kadını, erkeği, öğrencisi, doktoru var. Düşünün ki bu bireyler, negatif ya da pozitif düşüncelerini paylaşıyorlar. Düşünün bu insanların düşündükleri, geleceğin huzuru adına raporlaştırılıyor ve kendilerini kentin egemenleri olarak gören kişilere sunuluyor. Allah aşkına bunda kimin kaybı olacak? Ya da düşünün ki, Van Ticaret ve Sanayi Odası (Van TSO )gibi bir kurumun öncülüğünde oluşan bu girişim, sürekli konuşuyor, sürekli gözlemliyor, sürekli yakınlaşıyor, bunda kimin rantına, değirmenine su taşınabilinir ki? Tek amaç huzur, barış ve ortaklaşma değil mi? Daha düne kadar ‘ya kardeşim bunlar konuşmuyor, kentte kan gövdeyi götürüyor, halk fakr u zaruret içinde adam makamında oturuyor’ demiyor muyduk? Ahkam kesmek, olayın en kolay yönü.. Değil mi? Ama işte, yaşadığımız süreçte ahkam kestiğimiz anda, çocuklarımızın boynu da kesilir. Artık Ahkâm kesmenin zamanı değil.. Dinimiz, dilimiz, rengimiz, kimliğimiz ve mesleğimiz ne olursa olsun, bu sürecin bir daha bozulmaması için vicdanımızla hareket edeceğiz. Konuşacağız, tartışacağız, yanlış yapanların gözüne parmağımızı sokacağız,ki yastığa başımızı rahat koyabilelim. Bunu yapabilmek için de yakınlaşmak, ortaklaşmak zorundayız. Özgür yarınlarımızı kimselere ipotek etmemek için, ortak doğrularda, ortak akılda bir araya gelebilme sorumluluğunu taşımak zorundayız. İki gün öncesinde Van Sanayi ve Ticaret Odasında bir araya gelen insanlarda bu sorumlulukla bir araya geldi. ‘şartlar ne kadar ağır olursa olsun kaçmayacağız’ dediler ‘bu kentin çocuklarıyız’ dediler ve ‘bu kentte, bu coğrafyada kan da aksa, bir kuru ekmeğe dahi kalsak, bu topraklar bizim ve sahip çıkmak zorundayız’ dediler. Bu söylem erdemliliktir. Bu yaklaşım, siyasi kirliliklerden uzaklaşmaktır. Bu duruş, Gelecek güzel günlerin inşası için bir adımdır. Bu adımların kocaman adımlar olması için daha da çoğalmalıyız. Daha fazla yakınlaşmalıyız. Aksi halde çok geç kalabiliriz. Bu erdemliliği gösteren insanları kaybedebiliriz. Bu sürecin ipini kaçırabiliriz. Öyle ise; Kendimizi küçümsememeliyiz. İnanmalıyız. Eğer ki inanırsak, bu topraklara barış gelir. Çünkü inanmaktan başka şansımız yok. Çünkü biz çok acılar gördük ve yeni acılar her an için kapımıza dayanabilir. Acılar geri dönmeden, bu oluşuma katkı sunun.
Posted on: Wed, 18 Sep 2013 11:21:16 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015