Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) okunmaya değer bir yazı diye - TopicsExpress



          

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) okunmaya değer bir yazı diye düşünüyorum.. Mustafa CAN 22 Haziran 2001’de Fazilet Partisinin kapatılmasından sonra gelenekçi kanat Necmettin Erbakan’ın talimatları ile Recai Kutan’ın Saadet Partisi’nde toplanırken FP’nin son kongresinde Abdullah Gül’ü destekleyen yenilikçiler ayrılarak yeni bir parti kurma arayışına girdiler. Milli Görüş çizgisinin misyonunu tamamladığını iddia eden yenilikçiler bu nedenle “Milli Görüş gömleğini çıkarttık.” “Biz yenilikçiyiz.” “Şimdi değişim ve dönüşüm zamanı.” “Bizler dini istismar ettik, dini siyasete alet ettik ve yanlış yaptık.” “Hatadan dönmek fazilettir.” “Biz Avrupa Birliğine karşı değiliz.” “Demokrasi ve halkın iradesini biz savunuyoruz” “Biz Demokrat Parti ve ANAP’ın devamıyız” “Liderimiz Menderes ve Turgut Özal” “Erbakan yanlış yaptı” diyerek “dört eğilimden” olan siyasilerle görüşerek “Adalet ve Kalkınma Partisi” (AKP) adında yeni bir parti kurdular ve burada toplanmaya başladılar. Partinin kurucuları İstanbul Belediye Başkanı R. Tayyip Erdoğan, Kayseri milletvekili Abdullah Gül, Manisa milletvekili Bülent Arınç, Sivas milletvekili Abdüllatif Şener ve DYP Van milletvekili Hüseyin Çelik gibi partinin önde gelen isimleridir. ANAP’ın devamı olduklarını ve dört eğilimi birleştirdiklerini iddia ederek 15 ay içinde tüm ülkede teşkilatlanarak 3 Kasım 2002 seçimlerine katıldılar. Yapılan seçimlerde geçerli oyların % 34, 63’ünü alarak % 10 barajından da yararlanarak meclisin nitelikli çoğunluğu olan üçte iki çoğunluğu olan 363 milletvekilliğini kazandı. AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan’ın devam eden mahkemesi sebebiyle milletvekili olamadığı için Abdullah Gül başbakanlığında 58. Cumhuriyet Hükümeti kuruldu. AKP genel başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağı TBMM’de CHP’nin de desteklediği bir kanun değişikliği ile aşıldı. Emine Erdoğan’ın memleketi Siirt’ten bir milletvekili istifa ederek Siirt seçimlerinin yenilenmesine zemin hazırlandı. 8 Mart 2003 tarihinde Siirt’te yapılan yenileme seçiminde aday olan R. Tayyip Erdoğan milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. 11 Mart 2003 tarihinde 58. Abdullah Gül hükümeti istifa etti. R. Tayyip Erdoğan 59. Hükümeti kurdu. Hükümet Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in 15 Mart 2003 tarihinde onaylanmasından sonra görevine başladı. 2004 yılında yapılan Mahalli seçimlerde İl Genel Meclisi oylarını % 41.67’ye çıkardı. 15 Büyükşehir’den 11’ini kazanan AKP Ege ve Güneydoğu Anadolu hariç toplam 1950 belediye başkanlığını kazanmış oldu. 28 Şubat Postmodern darbesi sonucu mağdur edilen ve kapatılan Refah ve Fazilet Partisinin mağduriyetlerini, Meslek Liseleri ve Başörtü mağduriyetleri gibi haksızlıkların mağduriyetlerini yaşayan halkın büyük desteğini aldı. Yine okuduğu şiirden dolayı mahkûm edilen R. Tayyip Erdoğan’ın mağduriyetlerden yararlanarak iktidar oldu. 2007 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in süresi dolduğu için yeni Cumhurbaşkanı seçimleri yapması gerekiyordu. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığını engellemek amacı ile Laik çevreler, ADD, ÇYDD, İstanbul Barosu, DİSK, KESK gibi kurum ve kuruluşlar Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde Cumhuriyet Mitingleri düzenlediler. Bu arada Ergenekon Terör Örgütü ortaya çıktı Cumhuriyet Savcıları bu örgütü araştırmaya ve bu çerçevede ADD Genel Başkanı ve Emekli Orgeneral Şener Eruygur tutuklandı. Bu gelişmeler üzerine AKP Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığından vazgeçerek Abdullah Gül’ü aday gösterdi. Cumhuriyet Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu Cumhurbaşkanı seçimi için mecliste nitelikli çoğunluğun şart olduğu iddiasını ortaya attı. Bu iddiaya CHP sahip çıkarak Genel Kurulda 367 milletvekilinin oylamada bulunmadığı Cumhurbaşkanı seçiminin meşru olmayacağını savundu. Cumhurbaşkanlığı seçimi için toplanan oturumda 367 milletvekili bulunmasına rağmen toplam oy 367’nin altında kalınca CHP Cumhurbaşkanlığı seçimi oturumlarının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Anayasa Mahkemesi başvuruyu haklı bularak seçimi iptal etmesi üzerine AKP meclisteki salt çoğunluğa dayanarak erken seçim kararı aldı. 22 Temmuz 2007 seçimlerine “Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar” “Başörtülü eşi olan Cumhurbaşkanı istemiyorlar” “Bize oy verirseniz dindar ve başörtülü cumhurbaşkanını seçer, çıkardığımız yasaları veto eden bir cumhurbaşkanından kurtulur başörtüsünü de İmam-hatiplere yapılan katsayı haksızlığını da gideririz” söylemleri ve mağduriyet edebiyatı ile halkın karşısına çıktı. AKP ayrıca askerlerin 27 Nisan Bildirisinin muhatabı olarak “icraat yaptırmıyorlar” ve iktidarın bütün çabalarını engelliyorlar söylemi ve mağduriyet edebiyatı ile 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerine girdi ve oylarını artırarak çıktı. Bu seçim sonucu AKP’nin oyları % 46,58’e yükseldi. Ancak MHP’nin de barajı aşarak TBMM’ye girmesi sonucu 22 milletvekili kaybederek 341 milletvekili kazandı. AKP siyasi propaganda ve mitingler için çok büyük rakamlarda harcamalar yapmıştır. İstanbul’da caddede gezerek AKP propagandası yapan AK Robot için 18 bin Avro harcanması bir örnek olarak yeterlidir. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonunda TBMM’ye giren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), CHP’nin aksine Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot etmek amacı ile meclise girmeme fikrini benimsememesi üzerin yeniden aday gösterilen Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyetinin 11. Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu. 14 Mayıs 2008 tarihinde Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya “AKP’nin lâikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine dava açtı. Aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu 71 kişinin siyasetten 5 sene uzaklaştırılmasını istedi. Davanın Ergenekon Soruşturmalarını yavaşlatmak amacı ile açıldığı iddia edildi. 30 Temmuz 2008’de dava “AKP’nin lâikliğe aykırı faaliyetlerin odağı haline gelmiş olduğunu kabul etmekle beraber 10 üyenin 6’sının kapatılması yönünde, 4 üyenin de hazine yardımının kesilmesi yönünde karar vermesi üzerine kapatılma yeter sayısı olan 7 üyeyi bulmadığı için Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın da kapatılmama yönündeki kararı üzerine kapatılmadı. Hazine yardımının yarısının kesilmesine karar verilerek dava sonuçlandı. Böylece AKP kapatılmaktan kurtuldu. AKP 2009 Yerel seçimlerde ise oylarının yaklaşık % 8 oranında kaybederek % 38.8’e düşürdü. Elinde bulunan 1950 belediyenin 508 belediye başkanlığını kaybederek 1442 belediye başkalığını kazandı. AKP’nin 9 Yıllık İcraatının Değerlendirilmesi: AKP 9 yıllık icraat dönemine, tek başına Anayasa’yı değiştirecek derecede güçlü bir şekilde TBMM’de temsil edilmesine rağmen ülkede “Barış, huzur, refah ve kalkınmayı” sağlayacak bir icraat gerçekleştiremedi. 9 yıllık hükümet dönemi gerek siyasi yönden gerekse ekonomik bakımdan “duraklama dönemi” sayılabilir. 1. Ekonomik Yönden: Gelir dağılımında daha büyük bir uçurum oluşmuştur. Zenginler daha zengin olmuştur ve devletten kredi alıp, devletin malını yok fiyatına alan yeni zenginler türemiştir. Yüce Allah “Servet zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın” (Haşr, 59:7) buyurmakta ve Peygamberimiz (sav) servetin tabana yayılması için gerekli tedbirleri alır ve uygularken AKP serveti zenginlere, vergiyi tabana yayma politikasına devam etmiştir. “3 yılda halkı rahatlatacağız” “Yoksulluğu, Yasakları ve Yolsuzlukları” kaldıracağız” diye halktan aldığı destekle, 2002’den 2011’e kadar dokuz yıl iktidarda kaldı. Verdiği sözlerine rağmen bu konuda hiçbir şey yapmadı. Bilakis devletin malları iktidar yandaşları arasında paylaştırılmaya devam etti. Yatırım konusunda çok cimri davranan AKP hükümeti tenkit ettiği DP ve devamı olan AP’nin üretim için yaptırdığı fabrikaları çıkardığı kendine özgü ihale kanunları ile yandaşlarına satarak kapatmayı en önemli icraatlarından saymaktadır. Yerli üretimi, ziraat ve hayvancılığı bitirmiş, işçi ve köylüyü fakirleştirmiştir. 4 bin olan Yeşil Kartı 7 bine çıkararak yoksulluğu artırmıştır. Bunu da övünerek anlatmaktadır. Eğitimde devlet ihaleleri ile kitap ve bilgisayar ihaleleri ile bedava eğitim aracı vererek yüz binlerce kitapçının gelirini azaltarak mağdur etmiştir. Devlet eliyle TOKİ yatırımları yaparak İnşaat sektörünü zarara uğratmış ve bu sahada da devletçiliği körüklemiş ve inşaat sektöründe çalışan milyonlarca işçi, usta ve kalfanın gelirlerini azaltmış ve fakirleştirmiştir. Araba kredilerini teşvik ederek ülkeyi yabancı sermayenin pazarı haline getirmiş, pahalı benzin ve ağır ÖTV ve KDV vergileri ile % 70 oranında halktan vergi toplayarak hem halkı fakirleştirmiş, hem yabancıların mallarını pazarlayarak yabancıları zenginleştirmiştir. 2. Siyasi Yönden: Meslek liseleri problemi çözülemedi. “Kamusal Alan” kavramı ile Başörtüsü yasağı daha da genişletildi. Müstehcenlik daha da yaygınlaşarak genel ahlak bozulmaya devam etti. 28 Şubattan günümüze tam 14 sene geçti. Bunun 9 senesi AKP iktidarı ile geçmiş olmasına, AKP’nin mecliste 3/2 nitelikli çoğunluğu elinde bulundurmasına, Cumhurbaşkanı, Meclis başkanı AKP’li olmasına rağmen “Hak ve hürriyetler” konusundan kurumsal gevşemeler dışında hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Yapılan bütün değişiklikler göstermelik olmaktan öteye geçmedi. AKP 9 yıllık tek başına iktidarda olmasına karşın Anayasa değişikliğini samimi olarak yapmak yerine polemik haline getirerek ülkeye değil, AKP’ye çıkar sağlamayı hedeflemiştir. 17 Aralık 2004’de AB’den “Müzakere Tarihi” alınmış olmasına karşın 9 senedir hiçbir ilerleme kaydetmeyerek bu konuda samimi olmadığını göstermiş ve AB yetkilileri bir konuda ısrarcı oldukları zaman da “Yeter be! İstemiyoruz sizi” demekten hiçbir zaman kaçınmamıştır. Adeta AB sürecini durdurmuş ve dondurmuştur. Demokratikleşme ve düşünce ifadesi konusunda hiçbir adım atmayan AKP devletin kurumları ile çatışma içinde kendisini göstererek ve kurumların yapısını değiştirmeye yönelik yasalar çıkararak halka şirin gözükme ve oy alma aracı olarak kullanmaya devam etmektedir. Kendisine muhalif gördüklerini “Ergenekon Terör Örgütü” ile bağlantılı göstererek adeta bir korku toplumu oluşturmuştur. Seçim Kanunundaki % 10 barajını demokratik bulmadığını ve ilk icraat olarak bun kaldırmayı hedefledikleri yalanını söyleyerek basını ve kamuoyunu aldatmış demokratik olmayan bu seçim sistemi işine geldiği için korumaya devam etmiştir. Böylece demokrasi konusunda samimi olmadığını göstermiştir. Türk İslam geleneğinde olmayan milletvekili dokunulmazlığını kaldırma sözü verdiği halde işine geldiği, dokunulmazlık zırhından yararlanarak kanunsuz işler yaptıkları için bunu kaldırmayarak usulsüzlük ve yolsuzlukların soruşturulmasını önlemiştir. 3. Dine Hizmet Yönünden: AKP “Şeâir-i İslamı” ihya etmek konusunda hiçbir adım atmadığı gibi, başkalarının atacağı adımları da engellemektedir. “Ayasofya Cami olsun!” diyenlere Atilla Koç “Ayasofya müzedir, ibadet edilemez” derken Başbakan Erdoğan da “Boş ver bunları!” diye soranları başından savmıştır. (Sabah, 15 Ekim 2002) Aradan geçen bunca zamana rağmen bu konuda hiçbir adım atılmamıştır. Başbakan Erdoğan’a göre “Din de demokrasi de araçtır!” Peki, neyin aracıdır? Din de demokrasi de araç ise amaç nedir? Tabii ki AKP’ye göre iktidarın ve menfaatin aracıdır. Sigara’ya yasak getiren AKP içki tüketimini ise teşvik etmiştir. 10 Ağustos 2005 tarihili Resmî Gazete’de “Yeni İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatları Yönetmenliğinde” Spor tesislerinde içki satışına müsaade ettiği gibi, içkili yerler ile okul arasındaki 200 metre mesafeyi 100 metreye indirmiştir. Maalesef “İçkilerimiz Cumhuriyet Tarihinin en parlak devrini Tayyip Erdoğan döneminde yaşamıştır.” (Emre Aköz, Sabah, 19 Nisan 2007) Faiz konusunda AKP hükümetleri döneminde yapılan teşvikler ise herkesin malumudur. Bütün çalışanları Banka kredilerine teşvik ve mahkûm ederek piyasayı, peşin alışverişi öldürmüş ve esnafa en büyük mağduriyetleri yaşatmıştır ve buna devam etmektedir. Erdoğan’ın “Paranın dini imanı olmaz” derken “helal ve haramı olmaz” mı demek istemiştir, anlaşılamamıştır. AKP’nin Faiz politikası “Milli Görüşün” “Faiz düzenine karşı olma” yerine “Faizi teşvik etme” politikalarına dönüşmüş ve “Bankalar en çok karı bizim zamanımızda sağlamıştır” diye övünmelere terk etmiştir. Nihayet 2006 Mayıs’ında Endonezya’da toplanan G-8 Zirvesinde Erdoğan “İslâmî Faiz meselesi ile kendimizi sınırlamayalım. Artık uluslar arası kurallara göre oynayalım” diye yeni bir açılım başlatmış, İslam’ın faiz yasağını gelişmeyi engelleyen bir yasak olarak değerlendirmiştir. AKP Başörtü yasağını daha da genişleterek 17 Temmuz 2005 tarihli Resmî Gazetede yayınlanan yönetmenlik ile “Özel Dershaneleri” de yasak kapsamına almış oldu. Bülent Arınç “Başörtü yasağını kaldırmak namus borcumuzdur” dediği halde daha sonra Tayyip Erdoğan “Bunun için toplumsal mutabakat gerekir; zaten biz söz vermemiştik” demiştir. M. Ali Şahin ise “Başörtüsü % 1.5’luk kesimin meselesi” (24 Mayıs 2006 / Milliyet) diyerek işi hafife aldığını ifade etmiştir. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik “Biz hiç İmam-Hatip Lisesi açmadık. İmam Hatiplere sözümüz yok. Benim beyanlarımda da Başbakan’ın beyanlarında da göremezsiniz” (Bugün, 19 Aralık 2005) demektedir. AKP Din Eğitimi konusunda hiçbir gelişme sağlayamazken din adamları olan imamların maaşlarında yaptığı iyileştirme ve yaz kurslarında görev yapan imamlara ek ders ücreti verme gibi yine devletin imkânları ile din adamlarının ağzına bir parmak bal sürerek siyasi davranmıştır. AKP’nin Kemalizm’e Hizmeti Kemalizm, Atatürkçülük ve Atatürkçü düşünce ekseninde siyaset yapmak, devrimlerini ve ilkelerini korumak ve kökleşmesini sağlamaktır. Kemalizm ile Demokrasi birbiri ile çelişen iki kelime ve kavramdır. Kemalizm’de tek adam zihniyeti ve ideolojinin korunması ve benimsetilmesi vardır. Demokraside ise çoğulculuk ve her çeşit düşünceye saygı ve tüm fikirlere eşit mesafede yaklaşım söz konusudur. Kemalizm’in başka düşünce ve fikirlere tahammülü yoktur. Bu nedenle daima demokrasiye darbe planları yapar ve zamanı gelince uygulamaya koyar. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat Kemalizm’in ürünüdür. Her darbe kendi yasalarını ve hükümetlerini çıkarmıştır. 27 Mayıs hem Anayasa’sını hem Millet Partisini hem de hükümetini çıkarmıştır. 12 Mart Milli Selamet Partisi’ni, 12 Eylül hem Anayasasını ve ANAP’ı ve 28 Şubat AKP’yi doğurmuştur. MHP, MSP, ANAP nasıl Kemalizm’e hizmet etmişlerse AKP’de aynı şekilde Kemalizm’in korunması, kökleşmesi ve gelişmesi için çalışmıştır. Kemalistler dindar ve muhafazakâr toplumun oyları ile iktidara gelen hükümetleri kullanarak “Kemalist ideolojinin” hâkimiyetini ve devrimlerin kökleşmesini sağlamaya çalışmışlar ve gerçekten de başarılı olmuşlardır. Bu durumda kazanan Kemalistler, kaybedenler ise dindar ve muhafazakâr toplum olmuştur. 12 Eylül Anayasayı yapmış, ANAP gibi dindar ve muhafazakâr bir iktidara uygulatmıştır. Yine “Başörtüsü”nü kamusal alanda yasaklayan “Kılık Kıyafet Yönetmenliğini” hazırlamış ve ANAP’a daha sonra gelen ANA-SOL-D ve ANA-SOL-M hükümetlerine uygulatmışlardır. Milli Eğitim’in müfredatı “Atatürkçülük” ile doldurulmuş ve tüm İlk ve Ortaöğretimde uygulamaya koymuşlardır. Her gelen hükümet kendisinin ne kadar “Atatürkçü” olduğunu göstermek için bununla ilgili yeni bir uygulama ve yeni bir yönetmenlik çıkararak samimiyetini ispatlama yoluna gitmişlerdir. 28 Şubat sürecinde ise gerek “Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim” ve “Başörtüsü Yasağı” gerekse “Kur’an Kurslarına” yaş sınırlamasının getirilmiş olması ve “Katsayı Uygulaması” ile İmam-Hatip Liselerine olan talebin azaltılması ve bu durumun hiçbir değişime uğramadan aynen devam etmesi “Kemalizmin” başarısı ve dindar kesimin gafletinden başka bir şey değildir. AKP iktidarı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığının “Amacımız Atatürk’ü sevdirmek” türünden beyanlar ile başlayan Diyanetin Atatürk açılımı, hutbelerde “Atatürk’e methiyeler okunması” uygulaması ile de “diyanetin” bu konuda nasıl kullanıldığını göstermesi bakımından enteresandır. Ayrıca “Cenaze namazına kadınların katılımı” “Cuma namazını kadınların başları açık şekilde kılma” gayretlerine diyanetin ses çıkarmaması, hatta camilerde belli mekânları ayırarak bu güne kadar camilerde ve cumalarda uygulanan bir yanlıştan dönüldüğünü kabul etmiş görünmesi, peygamberimizin hadislerini ayıklama çalışmalarının başlatmaları ve bunu da dinin hurafe ve uydurmalardan, hadisleri de gerçek olmayan hadislerden ayırma kılıfıyla açıklamaları Kemalizm’in “dinde reform” planının yeni uygulama şekilleri olarak ortaya çıkmıştır. Toplum tarafından sevilen ve iktidara getirilen liderlerin dilinden “din de demokrasi de araçtır” sloganını zaman zaman dillendirerek ve siyasi mahfillerde, radyo ve TV ekranlarından defaatle vererek “dinin kutsallığı ve hiçbir şeye alet edilemeyeceği” gerçeğini yıkmaya çalışmak ve dini dünyaya ve siyasete alet edilebilecek bir araç olarak görülmesini sağlamaya yönelik planlı bir faaliyet olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Böyle tehlikeli bir ifade, söyleyeni töhmet altında bırakması gerekirken daha sempatik hale getirmesi ancak Kemalizm’e yakışan garip bir cerbezedir. Demokrasinin araç olduğunu ifade etmek de demokrasinin aslında “Kemalizm’in aracı” olabileceğini anlatmak ve kabul ettirme çabalarından başka bir şey değildir. Bu ayrıca Demokrasiye hak ve hürriyetlerin, kalkınmanın demokrasi ile olacağı inancını yıkma amacına yönelik ortaya atılan bir slogan olduğunu anlamak için çok da zeki ve akıllı olmaya gerek yoktur. AKP’yi “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı” ve “İrticanın odağı” olarak göstermek ve bu yönde propaganda yapmak ise AKP’nin halkın yanında itibarını koruyarak iktidarının devamını sağlamak ve bu perde altında daha rahat faaliyet yaptırmak amacına yöneliktir. Bunun ikinci bir ayağı da AKP karşıtlarını “Kuvay-ı Milliye” ve “Milli Çıkarlar” etrafında bir araya getirmek ve yeni bir güç birliği sağlaması da Kemalizm’in nasıl ikiyüzlü ve aldatıcı bir politika izlediğini göstermektedir. Göründüğü gibi olmamak “Takıyye”, bilmeden istismara sebep olmak, başkalarının emellerine alet olmak ise, akılsızlık, gaflet ve dalalettir. Her ikisi de ehl-i hakikat nazarında ve akıllılar yanında en büyük kusur ve eksikliktir. Akılcı ve doğru politikanın ne takıyyeye ihtiyacı vardır, ne de kendisini bir başkasına alet ettirir. AKP’nin Kemalist politikalara alet edilmesi ilkesiz ve ülküsüz bir menfaat birlikteliği olduğunu göstermektedir. Kemalistlerin “Dindar Atatürk” portresi ile ABD’nin “Ilımlı İslam” projesi, Fethullah Gülen’in “Hoşgörülü İslam” tezini “Sentez” yaptığınız zaman karşınıza “AKP’nin Siyasi Misyonu” çıkacaktır. Biraz milliyetçilik, bir tutam dindarlık, bir avuç devletçilik, bir miktar Sosyal Demokratlık, Lâiklik ve Liberalizm suyu ile Demokrasi kazanında pişirildiği zaman karşınıza AKP çorbası çıkacaktır. Bu çorba içenlerin bir kısmının açlığını giderirken birçoğunu da hasta etmektedir. Bu çorbanın içenin bünyesine göre değişik sonuçlar ortaya çıkarması mümkündür. Toplumdaki rahatsızlığın sebebi de budur. Bu ve buna benzer sonuçları nedeniyledir ki İsrailli akademisyen Dışışleri Müsteşarı Alon Liel “İslamın Yeni Yüzü” isimli kitabında “Erdoğanizm Kemalizmin güncel versiyonudur” tespitini yapmıştır. Bunu Erdoğan-Yahudilerle münasebetleriyle M. Kemal’in Yahudi politikasının örtüşmesinden de anlamak mümkündür. M. Kemal de söylemlerinde Yahudilere asla taviz vermez gözükürken ve “Mason Localarını” kapatırken gerçekte Yahudilerin menfaatlerini koruyacak şekilde bir politika izlediği tarihçilerin malumudur. Hatta devrimleri yaparken Yahudilerin ve Masonların büyük desteğini aldığı da kesinlikle sabittir. Prof Şerif Mardin de bunun farkında olarak “AKP iktidarı Kemalizm’in başarısıdır” tespitinde bulunmuştur. Bu duruma demokrat zihniyetle bakıldığı zaman çok garip ve kabul edilemez görünürken “Atatürk yaşasaydı Refahlı olurdu” diyen Erbakan geleneğinden gelen ve “Pragmatizmi” siyasetsin amacı haline getirenler için siyasetin gereği ve başarısı olarak görülüp övünç sebebi olabilmektedir. Bu da göstermektedir ki 12 Eylülün ürünü olan Özal’ın ANAP’ı ile başlayan “Kemalizmin İslamla barışması” projesi “İkinci Özal” sıfatını çok seven Erdoğan’ın AKP’si ile “İslam’ın Kemalizme uydurulması” tarzında yeni bir ivme kazanmış gözükmektedir. Her ihtilal gibi 28 Şubat 1977 süreci de “Kemalizm’in” hâkimiyetini ve daha da güçlenmesini sağlamıştır. Ancak her darbeden sonra farklı bir açılım ve yaklaşım sergilendiği, daha önceki ezberler bozulduğu için toplum bir önceki uygulamalardan uzaklaşıldığını görerek yeni oluşuma ve duruma destek olurlar. Her destek Kemalist ideolojiyi güçlendirir. 12 Eylül demokrasi ve hürriyet ortamının meydana getirdiği Anarşi ve Terörü önlemiş ve kardeş kanının akmasını durdurmuştur. Bu nedenle muhafazakâr toplum “Bu kadar özgürlük bize çok fazla gelmektedir” diyen ihtilal liderinin büyük bir sempati ile desteklemiş ve yeni Kemalist Anayasa’nın % 92 gibi büyük bir çoğunlukla kabulünü sağlamıştır. 28 Şubat süreci Kemalizmi bir ideoloji haline getirmiştir. Atatürkçü Düşünce Dernekleri bu sürecin ortaya çıkardığı fikir ocakları olmuştur. Gerçekte böyle bir ideoloji olup olmadığını ve M. Kemal’in bir ideolog mu bir siyasetçi mi yoksa bir asker mi olduğunu da tarih ortaya koyacaktır; ama bu bizim konumuz dışındadır. Ama bilhassa AKP’nin kendisini samimi “Atatürkçü” olduğunu iddia ederek ADD’yi samimiyetsizlikle suçladığı gerçeğini de tarih kayıtları arasına almaktadır. Bu tartışmalar göstermektedir ki Atatürkçülük ADD’ye, CHP’ye ve AKP’ye göre farklı anlamlar ifade etmektedir. Ancak ortak bir nokta vardır ki o da her üçünün de farklı algılama dışında Atatürkçülük ile hiçbir probleminin olmamasıdır. Şurası bir gerçektir ki Kemalizm’in kurucusu olan M. Kemal Atatürk siyasi amacına ulaşmak ve devrimlerini gerçekleştirmek için laiklerle, sosyalistlerle, dindarlarla ve milliyetçilerle ortak hareket ettiği ve tümünü kendi düşüncelerini gerçekleştirmek için kullanmaktan çekinmediği tarihçe sabittir. M. Kemal’in ve Kemalizm’in problemi daha çok Hürriyet ve Demokrasi iledir. Zira Kemalizm’in alternatifi Demokrasi’dir. Ama ne ki burada da zihinleri bulandırmak için Kemalizm ile Demokrasi’yi özdeşleştirme çabalarını ve bunu başarmak için de daha önce ANAP’ı, günümüzde ise AKP’yi kullandıklarını görmekteyiz. Kemalizm tek parti ideolojisi olduğu için demokrasiyi içermez. Tek parti özlemlileri de Kemalizm’i bunun için savunmaktadırlar. AKP’de “tek parti özlemi” ve tek parti iktidarının icraatlarını ve söylemlerini açıkça görmek mümkündür. Bu da alternatifinin olmadığı, başkalarının yapacağı bir şeyi olmayacağı, muhalefete tahammülsüzlük, demokrasinin gereği olan anlaşma uzlaşma kültüründen uzak olmaları ve parti içi çok sesliliğe tahammül edemediği gibi muhalefetin söylemlerine de tahammülsüzlüğü bunun en güzel ispatıdır. Türkiye’de statüko da çok partili hayata geçildikten sonra Kemalizm ile demokrasiyi aynı şey gibi sunarak vaziyeti muhafazaya çalıştığı ancak bütün olumsuzlukları demokrasiye, bütün iyilikleri Kemalizm’e mal ederek her fırsatta “Kemalizm Demokrasiden iyidir” diyerek darbelere destek verdikleri ve demokrasiyi askıya aldıkları bir gerçektir. AKP Demokrat Olabilir mi? Demokrasi halkın kendi yöneticisini seçmesi ve yönetimde söz sahibi olmasını sağlayan idari sistemdir. Peygamberimiz (sav) Yüce Allah’ın “Dünya işlerini tanzimde Müslümanlarla istişare et. Bir karar verdiğiniz zaman da bunu uygulamaya azmet ve sonuçta Allah’a tevekkül et ” (Âl-i İmran, 3:159) ve Şura Suresinde “Müslümanların işleri aralarında şura iledir” (Şura, 42:38) emrini uygulayarak “Meşveret ve Şura” sistemi ile Müslümanları yönetime katmıştır. Sahabeler de peygamberimizden (sav) sonra bu sistemi uygulayarak “Asr-ı Saadette” Hulefa-i Raşidin” döneminde hak ve hürriyetlerin korunduğu, seçime dayalı, adaleti sağlayan örnek bir idarî sistem kurmuşlar ve insanlığa bir “Model” sunmuşlardır. Bu sebeple diyebiliriz ki, “Asr-ı saadet” bir devlet değil, bir modeldir.” Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin “Adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti” çerçevesine oturttuğu ve içini doldurduğu bu idari sistemi “Meşrutiyet, Demokrat ve Cumhuriyet” isimleri ile değerlendirmiş ve aynı anlamı ifade ettiklerini vurgulamıştır. Demokrat bir idareci halka faydalı hizmetler yaparken, insanlar da o idarecilerin zamanında adaletle idare edilmişlerdir. İnsan hak ve hürriyetleri demokrat idarecilerle uygulama imkânı bulmuştur. Bunun için demokrasi ve demokratlık devamlı bir yükselme trendi ile istibdat kalelerini yıkarak yoluna devam etmektedir. İnsanlar demokrat partilere ve demokrat idarecilere rağbet ettikleri için halkın karşısına çıkan müstebit ruhlular ve menfaatçiler de kendilerini demokrat göstermeye çalışmaktadırlar. Öyle ise demokratlık nedir, demokrat kimdir sorunsa cevap bulmak gerekmektedir. Demokratlığın üç temel şartı vardır: Birincisi halka hizmet etmek ve yardımcı olmak, ikincisi halkın inanç ve fikirlerine saygı göstermek, üçüncüsü ise halk için kendi menfaatinden fedakârlık etmektir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Demokratlık ve hürriyet-i vicdan İslamiyet’in “Seyyidü’l-kavme hâdimühüm” yani ‘Memuriyet ve emirlik reislik değil millete bir hizmetkârlıktır’ (Fethu’l-Kebir, 2:195) hadis-i şerifine dayanabilir.” (Bediüzzaman, 1997, Emirdağ Lâhikası, 386) Bu hadis-i şerife göre demokratlık dinimizin idareciler için kabul ettiği ve tavsiye ettiği bir yaklaşım şeklidir ve esas amacı da halka hizmet etmektir. Bediüzzaman’a göre “Demokrat” olmanın gereği “Hürriyetçi” olmak, “Şeâir-i İslâmiyeye” taraftar olmak ve ihya etmektir. (Emirdağ Lâhikası, 271) Demokratlar Şeâir-i İslâmiyeden olan “Ezan-ı Muhammedi”yi ilan etmekle Nur Talebelerinin manevi desteğini hak etmişlerdir. Bunun için “Nurcular demokratlara bir nokta-i istinattır.” (Emirdağ Lahikası, 271) Ama ne var ki, ahrarlar iki defa başa geçtikleri halde İttihatçıların mason kısmı onlara müthiş darbe vurarak az bir zamanda onları devirdiler. Demokratlara da aynı şekilde iki müthiş darbe vurmaya hazırlandıklarını ifade etmektedir. (Emirdağ Lahikası, 271) Gerçekten de 1960 darbesi ile Demokrat Parti, 1980 ihtilali ile de onların devamı olan Adalet Partisi, İttihatçıların devamı olan ve onlara destek verenler tarafından iktidardan uzaklaştırılmışlardır. 28 Şubat da iktidarda olan DYP-RP hükümetine yapılarak DYP’li Tansu Çiller’in başbakan olması ve ülkeyi istikrara kavuşturması önlenmiştir. Bediüzzaman yine Demokrat ve Ahrar tanımı ve tarifi çerçevesinde “Eski tahribatı tamire başlamak” “Hürriyetperver olmak” ve “Nur ve Nurcuları takdir etmek” gibi kıstasları da ortaya koyar. Bu sayılan vasıflara sahip olan siyasi oluşuma daima dua ettiğini ifade eder. Gelecek ile ilgili temennisini de “İnşallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” (Emirdağ Lâhikası, 267) şeklinde özetler. Demokrat olmanın şartlarını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz: 1. Her şeyden önce demokrasiyi ve insan haklarını savunmak, 2. Hürriyetçi olmak ve her nevi istibdada karşı mücadele etmek, 3. Din ve Vicdan Hürriyeti çerçevesinde “Şeâir-i İslamiyeyi ihya etmek”, 4. İnançta, ahlakta ve kültürde yapılan eski tahribatı tamire çalışmak, 5. Halka hizmeti esas almak ve şahsi menfaatini terk etmek, 6. Risale-i Nurları ve nurcuların çalışmalarını ve hizmetlerini takdir etmektir. Bu sayılan şartlar AKP’de olmadığına göre AKP’nin demokrat olduğu da söylenemez.
Posted on: Wed, 14 Aug 2013 15:08:50 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015