AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ METNİN GERÇEKLERLE; - TopicsExpress



          

AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ METNİN GERÇEKLERLE; AŞK-EDEBİYAT-HAKİKAT ÜÇLEMESİYLE HELE Kİ KAYAHAN HOCA’NIN DERSİYLE HİÇBİR ALAKASI YOKTUR Edebiyatın “kurgusallığı (fiktion) “ kafa kurcalayan bir mesele olarak zihnimde boylu boyunca uzanıyor. Ki bu bilmece “ tarih mi roman mı tarihi roman mı” “yazarın biyografisinin metne dahli” “eserin gerçeklerle hiçbir alakası yoktur uyarısını iliştirme zorunluluğu” gibi soru(n)lara da zemin teşkil ediyor. Fuzuli bu noktada sazı eline alıp “aldanma ki şair sözü elbette yalandır” diye ikaz etmese, anlatıcı tipolojisi mevzundan habersiz olsam; eserlerin samimiyeti karşısında yazarın koyduğu mesafeyi görmezden gelip gerçek zannetmek içten bile değil. Sekmeye devam; peki hakikat, aşk ancak duygunun tam zirvesindeyken, ateşin ortasında mı anlatılabilir? El-cevap ;hayır. Akılla yoğurulup demlendirilen malzeme, kurgusal yapının içine yedirilir. Tasavvuf terbiyesinde “bilen söylemez söyleyen bilmez” denilmesinin , vuslat yolculuğunun seyir notları anlatılırken vuslat gecesinin nakledilmemesinin hikmeti budur. “Vuslattan canlı yayın olmaz( Cemal Hocam) edeptendir. Mirac’ın Tur Dağı’nın bize karanlık kalan kısmı bizatihi asıl hikayenin asıl duygunun yattığı yerdir. Kıyl ü kal’ı geçip, hallerle hallenenler hem terbiyeden, hem kuru lafa dalmaktansa hallerinin zevkini yaşamayı tercih etmelerinden hem de sözlerin mevcut hallerini ifadedeki çaresizliğinden kalemlerini kırarlar. En güzel evlilik hikayelerini yazanların bekar olması başka bir sorun. Tüm dünyayı gezen bir seyyahın mı yoksa hücre hapsindeki bir mahkumun mu daha derin bir hayal gücüne ve kaleme sahip olabileceği ayrı bir muamma. Orhan Veli’nin en aslen bir çeviri olan, en iyi şiirinin kelimelerin kifayetsizliğine yaptığı vurgu “anlatamıyorum” içlenişi apayrı bir ironi. Normalde bülbül gibi şakıyan lafazan bir gencin sevdiği hatunun karşısında dilinin tutulmasını hor görmemeli bu yüzden. Dut yemiş bülbülle, gül yanındaki bülbülün aynı familyadan olması tuhaf. Yoğun duygular kelimeler üzerinde uçucu tahribata neden oluyor. Kayahan Hoca buyurdu. “Duygunun merkezinden ne kadar uzaklaşılır, meseleye ne kadar civarından yaklaşılırsa o metin edebi olur. Köylerde ağıtçı kadınlar vardır. Biri öldü mü bu kadınlar çağırılır. Ağıtçılar da basma kalıp sözlerin içine ölen kişinin adını yerleştirerek feryat figan ağlarlar, inlerler. “Yetim koydun öksüzlerini, ocağım evim yıkıldı Mehmedim/ yıkılası felek aldı Ahmed’imi” Ölen kişinin annesi bırakın böyle aliterasyonlu , sanatlı ağıt yakmayı cümle bile kuramaz. Çünkü ateşin düştüğü yerde, o sıcaklıkta bu iş yapılmaz. Çekirge Bülen sordu:”Peki hocam ya ağıtçı kadının oğlu ölürse? Kayahan Hoca gelişine vurdu, gol oldu “Hüçbirşey yapamaz, susar, yan köyden bir ağıtçı kadın çağırırlar.( Koro ağlamaya başlar) Ateş olmayan yerden duman çıkmaz eyvallah lakin dumanın da sadece ateşin varlığı konusunda fikir verdiği ateşin mahiyeti ve nasıl yaktığı konusunda susma hakkını kullandığı gerçek. O sırrın sahibi küllerdir. Belki bu yüzden pervane bülbülden evladır bizde. Edebiyat hakikatin kıyısında ne kadar geçebilir? İkrardan gelen sükut takrire gidebilir. BÜLENT SAYAK
Posted on: Sat, 20 Jul 2013 18:17:28 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015