Dinin Usûlu’d-dîn ve Furûu’d-din Olmak Üzere İki Kısma - TopicsExpress



          

Dinin Usûlu’d-dîn ve Furûu’d-din Olmak Üzere İki Kısma Taksîm Edilmesi Meselesi Bismillâ es-Salâtu ve’s-Selâmu Alâ Rasûlillâh Emmâ ba’du Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye rahimehullah, el-Akîdetul-Vâsıtıyye risalesinin başlarında şu cümleyi kullanmıştır: أما بعد فهذا اعتقاد الفرقة الناجية المنصورة إلى قيام الساعة: أهل السنة و الجماعة Bu risale, kıyametin kopacağı vakte kadar yardıma mazhar, kurtuluşa eren fırka olan ehl-i sünnet vel-cemâatin itikâdına dairdir. Şeyhu’l-İslam, kullanmış olduğu bu cümlede ehl-i sünnet vel-cemâatin itikâdıdır. diyerek itikad lafzını kullanmıştır. Ben bu risalede onun kullanmış olduğu itikad kelimesi üzerinden yola çıkarak önemli gördüğüm ve bazı kimselerin onu yanlış veya eksik anladığı bir mesele üzerinde durmak istiyorum. Bu mesele, Dinin, usûlud-dîn (dinin aslî meseleleri) ve furuud-dîn (dinin ferî meseleleri) olmak üzere iki kısma taksîm edilmesi meselesidir. Evet, Şeyhu’l-İslam, cümlesinde Bu, ehl-i sünnetin itikadıdır. diyerek usûlud-dîn anlamında kullanılan itikad kelimesini kullanmıştır. Bizler itikad kelimesine baktığımızda bu kelimeyi, bu anlamıyla Kurân ve sünnetteki ibarelerde görmemekteyiz. Ancak şu görülmektedir ki ehl-i sünnetten birçok kimse ve ehl-i sünnet dışı birçok taife, usûlud-dîn/dinin aslî meseleleri diye isimlendirilen meselelere itikad adını vermişlerdir. Bu kelimeyi lügat yönüyle ele aldığımızda; kalpte olan bilgilerle, kalpte olan manalarla alakalı olan şeylere delalet ettiğini görürüz. Çünkü itikadın mahalli/yeri kalptir. Ancak burada asıl olarak anlatılmak istenen şey şudur: Bilinmelidir ki bu şeriatin asılları olan ve “usûlud-dîn/dinin asılları” diye isimlendirilen şeylerin sadece kalbî meselelerle sınırlandırılma zorunluluğu yoktur. Bu önemli husus, bizi, özellikle müteahhirlerden olan itikad ehli kimselerin kitaplarında, usûlud-dîn/dinin asılları ile alakalı telif edilmiş kitaplarda ve usûlul-fıkıh kitaplarında yer alan Dinî hususlar, aslî ve ferî hususlar olmak üzere ikiye ayrılır. şeklinde taksîm edilmesinin ne kadar doğru bir taksîm olup olmadığını anlatmaya zorlamaktadır. Yani kısacası “Din, aslî ve fer’î meseleler olmak üzere iki kısma ayrılır.” şeklindeki taksîmat ne kadar doğrudur? Bu husus hakkında Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye’ye baktığımızda özellikle bu hususun üzerinde durduğunu, önem verdiğini ve onların tarif ettiği şekliyle “dini, aslî ve fer’î meseleler” olarak ayırmanın kabul edilemez olduğunu belirttiğini görmekteyiz. Bu hususta Şeyhu’l-İslâm’a şiddetle karşı çıkanlar olmuştur. Ve İbn Teymiyye’den başka hiç kimsenin bu taksîmatı inkâr etmediğini ve bu taksîmatı inkâr etmenin İbn Teymiyye’nin bir bid’ati olduğunu söyleyenler olmuştur. Hatta ehl-i sünnetten olan müteahhir bazı kimseler de İbn Teymiyye’nin bu konuda hatalı olduğunu söylemişlerdir. Hatta yine İbn Teymiyye’nin “dinin, aslî ve fer’î meseleler” olmak üzere iki kısma ayrılıp ayrılmadığı hakkındaki sözlerinin birbiriyle çelişen sözler olduğunu ileri sürenler olmuştur. İbn Teymiyye’nin bazen bu ayrımı kabul eden sözlerinin olduğunu, bazen de reddeden sözlerinin olduğunu, dolayısıyla da İbn Teymiyye’nin çelişki içinde olduğunu iddia etmişlerdir. Ve hâlâ da edenler vardır. Hatta yine bazı selefî ilim talebeleri Şeyhu’l-İslâm’ın bu konu hakkındaki birbirinden farklı gibi görülen sözlerinden dolayı İbn Teymiyye’nin neyi kabul ettiğini, neyi anlatmak istediğini anlamakta zorluk çekmişlerdir. Hâlbuki bu hususta doğru ve dakîk olan, Şeyhu’l-İslâm’ın söyledikleridir. Bu konuda ona karşı çıkanlar hata etmişler, bâtıl söylemişlerdir. Bazı müteahhir ehl-i sünnet kimseler, onun bu hususta söylediklerini anlamadıkları için Şeyhu’l-İslâm’ı hatalı zannetmişlerdir. Yine bazı selefî ilim talebeleri, meseleyi hakkıyla incelemedikleri ve muasır olan muhakkik âlimlerimize müracaat etmedikleri için işin içinden çıkamamışlardır. Doğrudur; Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahimehullah bazı sözlerinde bu şekildeki bir ayrımı inkâr etmekle birlikte zaman zaman usul’d-dîn/dinin aslî meseleleri ibaresini kullanmıştır. Aynı şekilde Şeyh, Kur’an ve sünnette mecazın olduğunu inkâr etmekle birlikte bazı yerlerde mecaz tabirini kullanmıştır. Hatta bu sebeble Şeyhu’l-İslâm’ın mecazı kabul ettiğini zanneden aydın kişiler ortaya çıkmıştır. İşte tüm bunlar Şeyhu’l-İslâm’ın kimileri tarafından yanlış anlaşılmasına, kimileri tarafından da hiç anlaşılmamasına sebep olmuştur. Hâlbuki bu meseleler Şeyhu’l-İslâm’ın en açık ve net olarak görüşünü ortaya koyduğu meselelerdendir. Hatta Şeyhu’l-İslâm’dan sonra selefî hiçbir alim, onun bu husustaki görüşünün anlaşılmaz olduğunu söylememiş ve yine hiçbir alim onun tarif ettiği şekliyle ne usulu’d-dini, ne de mecazı kabul ettiğini söylemiştir. Bilakis kendisinden sonra gelen ve bu konuda konuşan tüm selefî alimlerin ittifakıyla İbn Teymiyye’nin tarif ettiği şekliyle “dinin aslî ve fer’î meseleleri” şeklindeki bir ayrımın ve yine “hadisler mütevatir ve ahad olmak üzere ikiye ayrılır” şeklindeki bir ayrımın doğru bir ayrım olmadığı görüşünde olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Bu hususta İbn Teymiyye’nin farklı düşündüğünü veya sözlerinin anlaşılmadığını söyleyenler ise sadece bazı ilim talebeleri ve aydın kişilerdir, alimler değil. Bazı ilim talebeleri ve aydın kişilerin İbn Teymiyye’yi yanlış anlamalarının veya anlamamalarının sebebi, onun bazen “usulu’d-din/dinin aslî meseleleri” ibaresini kullandığını veya bazen mecaz ibaresini kullandığını görmeleridir. Halbuki bunlar, Şeyhu’l-İslâm’ın bu tip meselelere yaklaşım mantığını bilselerdi -ki bu da ancak onun eserlerini, alimlerin dizinin dibinde ders olarak okumakla olur- bu şekilde yanlış anlamazlardı. Bu meselenin aslı/özü şudur: Dinin tarif edildiği şekliyle usul ve furu, yani aslî ve fer’i meseleler olmak üzere ikiye taksîm edilmesine geçmeden önce elimizde bir kural/kâide bulunmaktadır. Şöyle ki dil gibi ilmî meseleler bir yana ister bazı itikadî konularda isterse de bazı şer’î konularda olsun yapılan bütün bu taksîmatlar/kısımlara ayırma birer ıstılahtır/terimdir. Dolayısıyla da onlara bir lafızları, bir de anlamları olmak üzere iki yönden bakılır/değerlendirilir/ele alınır. Lafızları yönünden ele almaya gelince; bu tür ıstılah ve taksîmlerde esas olan şudur: لا مشاحة في الإصطلاح الأصل أنه / Aslen ıstılahta tartışma/itiraz yoktur. Lakin söz konusu olan bu ıstılahların/taksîmatların anlamları olunca durum değişir. Acaba bu ıstılahlara yüklenen anlamlar Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisiyle gönderildiği şeriate uygun anlamlar mıdır, değil midir? Buna “dinin aslî ve fer’î olmak üzere taksîm edilmesi meselesi,” “hakikat ve mecaz meselesi” ve “ahad ve mütevatir haberler meselesi” gibi birçok meseleyi örnek gösterebiliriz. Özellikle bu üç meseleyi, bu üç taksîmatı (aslî/fer’î, hakikat/mecaz ve ahad/mütevatir) misal olarak verdim. Çünkü özellikle bu husus hakkında ıstılah yönüyle değerlendirilerek söylenen sözler ile anlamları yönüyle değerlendirilerek söylenen sözler arasındaki ayrımın tesbit edilemeyerek fıkhedilememesi sonucu birçok hata ve birçok arıza ortaya çıkmıştır. Ben derim ki: “Din, aslî ve fer’î meseleler olmak üzere iki kısma ayrılır.” şeklindeki taksîmat hakkında söylenecek olan sözler veya “Naslarda zikredilen anlamlar, hakikat ve mecaz olmak üzere iki kısma ayrılır.” şeklindeki taksîmat hakkında söylenen sözler ve yine “Hadisler, ahad ve mütevatir olmak üzere iki kısma ayrılır.” şeklindeki taksîmat üzerine söylenecek olan sözler ârızî olarak zikredilen lafızlarla tabir edildiği takdirde aslen bunda herhangi bir sakınca yoktur. Az önce de belirttiğimiz gibi “لا مشاحة في الإصطلاح الأصل أنه / Asıl olan kullanılan ıstılahta tartışmanın/itirazın olmamasıdır. Her kim gelir de “din, aslî ve fer’î meseleler olmak üzere iki kısma ayrılır” derse denir ki; bu, sadece bir ıstılahtır/terimdir. Istılah olma yönüyle herhangi bir sakıncası yoktur. Bu terimi anlamı yönüyle ele aldığımızda hiç şüphesiz tüm Müslümanların da icmasıyla dinî hususların tümü eşit derecede/eşit durumda değildir. Bir kısım meseleler vardır ki küllî meselelerdir. Bir kısmı da vardır ki daha alt derecededir. Kimi meseleler rükün, kimi meseleler rükünden daha alt derecede olan vacip, kimi meseleler de sünnet derecesindedir. İşte aynı şekildeki bazı meseleler de vardır ki usulu’d-din/dinin aslî meseleleri diye isimlendirilirler. Bu değer, bu şekliyle Müslümanlar arasında üzerinde icma olunmuş bir değerdir. Bu değeri bu şekliyle Müslümanlar arasında İbn Teymiyye veya başka bir kimse olsun inkâr eden hiç kimse bilinmemektedir. Her ne kadar Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye ve bir grup kimse, bu taksîmat hakkında olumsuz sözler sarfetmiş olsalar da sarfetmiş oldukları bu sözler, (mesela uluhiyyet tevhidi meselesini veya isim sıfat tevhidi meselesini) usulu’d-din/dinin aslî meseleleri diye isimlendirilmesini doğru bir isimlendirme olarak görmedikleri anlamına gelmez. Bilakis bu meseleleri usulu’d-din/dinin aslî meseleleri şeklindeki isimlendirmenin doğru bir isimlendirme olduğu hususu, müslümanlar arasında hiç kimsenin karşı çıkmadığı, hakkında icma edilmiş hususlardandır. Şeyhu’l-İslâm’ın ve bir grup ilim ehlinin karşı çıktığı nokta, usulu’d-din terimine bir grup kelam ehli tarafından yüklenen bâtıl anlamlardır. Şöyle ki usulu’d-din terimini kullanan bazı kimseler, bu terime şer’an uygun olmayan anlam yüklemişlerdir. Bu ıstılahı/terimi ilk kullanan kimseler, ehl-i sünnet imamları değildir. Bilakis bu terim ilk olarak kelam ehlinden bir grup ve onların yolunu benimseyen, fıkıh ve şeriat usulü hakkında eserler yazmış olan bir grup fukaha tarafından kullanılmıştır. Onlar bu terimin anlamı hakkında şöyle derler: Usulu’d-din/dinin aslî meseleleri, akıl ve duyma yoluyla bilinen meselelerdir. Duyma yoluyla sözünden ise kitap ve sünneti kastetmektedirler. Furuu’d-din/dinin fer’î meseleleri ise sadece duyma/kitap ve sünnet yoluyla bilinen meselelerdir. Yaptıkları bu tarif, bu şekliyle onların kitaplarında meşhur olan bir tariftir. Yine bu terime yapmış oldukları meşhur tariflerden biri de şudur: Usulu’d-din/dinin aslî meseleleri, ilmî meseleler; fer’î meseleler ise amelî meselelerdir, şeklindedir. Şüphe yok ki, bu terim hakkında yapılan buna benzer tarifler bâtıl tariflerdir. Şüphesiz ki usulu’d-din/dinin aslî meseleleri; akıl, Kur’an ve sünnet ile bilinen; furuu’d-din/dinin fer’î meseleleri ise sadece Kur’an ve sünnet ile bilinen meselelerdir, şeklindeki tarif doğru değildir. Şöyle ki, dinin usullerinden/aslî meselelerinden olan birçok mesele vardır ki sadece duyma yoluyla bilinebilen, aklın ise imkansız görmediği meselelerdendir. Örneğin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, bize Allah azze ve celle’nin, gecenin son üçte birinde dünya semasına ineceğinden haber vermiştir. Şüphesiz ki akıl, bu meseleyi, hakkında şer’i bir hitap gelmediği müddetçe bilemez/idrak edemez. Aynı şekilde usulu’d-din/ dinin aslî meseleleri içerisinde isim sıfat, şefaat, kader ve ahiret günü gibi gaybî meseleler yer almaktadır ki sadece duyma yoluyla bilinip tek başına akıl yoluyla bilinmemektedir. Akıl, bunları bilmemekle birlikte imkânsız da, akıl dışı da görmemektedir. Aynı durum aksi için de söz konusudur. Akıl ve duyma yoluyla bilinen nice mesele vardır ki usulu’d-din/dinin aslî meselelerinden değil, furuu’d-din/dinin fer’î meselelerinden sayılmıştır. Aynı şekilde “usulu’d-din/dinin aslî meseleleri ilmî meselelerdir” şeklinde yapılan ikinci tarif de bâtıl bir tariftir. Çünkü bu tarife göre dinin aslî meseleleri itikat meseleleriyle alakalıdır. Buna göre amelî meseleler bu tarife dâhil olmamakta, bu tarifin dışında kalmaktadır. Bu ise bâtıldır. Çünkü mahalli kalp olan nice ilmî meseleler vardır ki bununla birlikte ehl-i sünnetin icmasıyla usulu’d-dinden/dinin aslî meselelerinden değildir. Hatta tüm Müslümanların icmasıyla usulu’d-din meselelerinden sayılmamaktadır. Örneğin ölünün, diri olan kimseleri işitip işitmediği hususunda sahabîler arasında ihtilafın vuku bulması gibi… Görüldüğü gibi bu mesele mahalli kalp olan ilmî meselelerden olduğu halde icmayla usulu’d-din/dinin aslî meselelerinden sayılmamıştır. Aynı şekilde amelî olan bazı meseleler de vardır ki Müslümanların icmasıyla usulu’d-dinden sayılmıştır. Örneğin namaz, zekat, hac gibi… Şüphesiz ki bunlar İslam’ın rükünlerindendir. İşte bu sebeple bu terim hakkında yapılan böyle bir tarif doğru bir tarif değildir. Buna göre “din, aslî ve fer’î meseleler olmak üzere iki kısma ayrılır mı?” şeklindeki soruya karşılık cevap olarak denir ki: Bunu sadece bir ıstılah/terim olma yönüyle ele alarak içeriğine uygun olan anlamı yükleme şartıyla bu terimi kullanmakta herhangi bir sakınca yoktur. Ancak “Bu terimi kullanmakta herhangi bir sakınca yoktur.” dememiz, bu terimi belirtilen şartıyla birlikte kullanmanın cevazı babındandır. Yoksa bu, ehl-i sünnet ve’l-cemaatin menhecini takrir etmekte kullanılması gerektiği veya usulu’d-din meseleleri takrîr edilirken kullanılması gerektiği babından değildir. Burada vurgulamak istediğimiz; usulu’d-din terimine doğru ve uygun anlam yüklendiği zaman bu terimin kullanılmasında bir genişliğin olduğu ve bu terimi kullanan kimsenin içerisine uygun olmayan bir anlam yüklemedikçe bid’at olan bir iş yapmakla itham edilemeyeceğini vurgulamaktır. İşte kardeşler, bütün bunlar Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye’nin “Bu, ehl-i sünnet ve’l-cemaatin itikadıdır.” sözlerine dair açıklık getirmeyi uygun ve çok önemli gördüğüm açıklamalardır. Allah en iyisini bilir.
Posted on: Mon, 04 Nov 2013 12:02:21 +0000

Trending Topics



968009">this sucks gotta do physical therapy on my knee cause i cant put
Limited time promotion to get product FREE for LIFE! Amazing stuff
We at sound to light mobile disco pride ourselfs in giving our

Recently Viewed Topics




© 2015