Doğamızda Var! KISKANÇLIK! Hem psikolojik hem felsefi - TopicsExpress



          

Doğamızda Var! KISKANÇLIK! Hem psikolojik hem felsefi açıdan ele alabileceğimiz uçsuz bucaksız bir olaydır kıskançlık. İçimizde bir yerlerde varlığını gayet iyi biliriz, onun yarattığı krizle davranırız çoğu zaman. Ama sanki hiç öyle bir şey yokmuş gibi davranırız. Özenle, itinayla saklarız kıskandığımızı… Neden? Tarih der ki bize, toplum olarak var olmak istiyorsa insanoğlu, yıkıcı duygularını baskılamalı ve yasaklamalıdır. Ama psikoloji der ki; yıkıcı duyguları kabul etmeli ve zararsız bir düzeyde kontrol etmeli. Bu kontrol eski zamanlarda ancak toplum yaptırımı ile mümkünken şimdi, gelişen insan birey olarak bunu başarabilmektedir. Daha doğrusu başarabilecek kişilik gücüne ve bilgiye sahiptir. Aynı zamanda da bu yıkıcı duygularla beyin ve irade gücünü birleştirip diğer insanlara zarar verecek güce de sahiptir. Bu sebepten tarih toplum yaptırımını oldukça sıkı kurmuştur. Şimdi gelelim içimizi sırf insan olduğumuz için kemiren duygulardan, kıskançlığa. En bilinen hali sevdiğini, sevdiğinin ilgisini kıskanmaktır. Sonra, sahip olamadıklarına sahip olanları kıskanmak gelir. Ve herkes bilir ki bunu yapmamak gerekir. Yetişkin tarafı ağır basan, kıskanmayı yanlış olarak algılar. Benmerkezci çocukluk döneminin izlerini taşıyanlarsa en doğal hak gibi algılar. Her iki taraf da zararlı bir algılama içindedir aslında ve kıskançlık doğal haliyle oldukça masumdur. İnsan iradesi ile birleşince zarar verici hale gelir. Öncelikle her insan sevilme ve değerli olduğunu hissetme gereksinimine sahiptir. Bu gereksinim yaşam boyu devam eder. Doğal olarak onu sevecek insanlara yani gereksinimini karşılayacağı kaynaklara sahip olmak ister. Bu yaşamın ilk yıllarında anne-babadır. İnsan, sevilme ihtiyacını karşılayacak olan insanların ve onların kendisine olan sevgilerinin hep yanı başında olmasını ister. Bu çok doğal bir durum değil mi? Ama doğanın kanunu bu ki her an her şeyi kaybetme riski vardır. Bu sebeple insan o riske karşı koruyucu davranır. İşte bu koruyuculuğu abartırsa o zaman zarar verici olur. Kendisini seven insanın sevgisini kaybetme korkusudur, onun başkalarına ilgisini kıskanmak. “Başkalarını da severse bana olan sevgisi azalır”. Gelişmiş bir insanın bu korkuyu kontrol edip onu seven insanı sıkmaması ve kısıtlamaması sağlıklı olur. Şimdi gelelim çocuklara; ebeveynlerin çocuklarını koşulsuz sevmeleri onlara yaşam boyu sevildiğini hissettirecek bir doyum verir. Bu doyumu da yaşam içinde bir daha başka hiç kimse veremez. Bu sebeple asla çocukları onları sevmemekle, terk etmekle tehdit etmeyin. İkinci bir durum da insanın sevme, değer verme ihtiyacıdır. İnsan sevilme ihtiyacını karşılayınca sıra sevmeye gelir. Değerli olduğunu hisseden insan yaşamında değer verecek ve sevecek şeyler arar ve bulur. Ama sevmek, sevilmek kadar rahat ve güzel değildir. Sevmek baş ağrısı yapar, insanın karnını büzüştürür, korkulara kaygılara sebep olur. İnsanın içine dert olur! Sevmek insanın gücünü azaltır. Neden? Sevdiğin kişiye zaafın olur, kıyamazsın, başına bir şey gelsin istemezsin, umursarsın. Kısacası sorumluluk ve duygusallık yaşarsın. Bu bedeller ve emek karşılığında yine koruyucu davranırsın. İnsanın emek verdiği sevgiyi ve sevdiği şeyi kaybetme korkusudur, sevdiğini kıskanmak. “Bunca duygum ve emeğim ya boşa giderse, beni umursamaz bırakıp giderse, benim onu sevdiğim kadar beni sevmezse”. Çocuklarını sakınıp, aşırı koruyup kollayan ebeveynler aslında sevgi emeklerinin boşa gitmesinden, o çocuğun ilerde kadir kıymet bilmemesinden korkarlar. Devamında da kendilerine bağımlı hale getirip terk etmemelerini garanti etmeye çalışırlar. Bu çocuklar için de sevilmek yaşamları boyunca bağımlılık anlamına gelir. Ya bağımlı ilişkiler kurarlar ya da sevilmekten deli gibi kaçınıp bu ihtiyaçlarını madde ile karşılamaya çalışırlar. Üçüncü bir durum da insanın doyumsuzluğudur. İhtiyaçlar karşılandıkça yeni ihtiyaçlar doğar. Doyuma ulaşınca insan yeni şeyler ister. İnsan hep ister. Bu güzeldir. Gelişmeye olanak sağlar. Ama fazlası hırsa, mutsuzluğa ve öfkeye sebep olur. Doyuma ulaşamama ise, engellenme, mutsuzluk ve öfke getirir. Her iki durumda da insan istediklerine ve henüz sahip olamadıklarına sahip olanlara gözünü diker. Yani seçici olarak onları algılar, fark eder. Bu da çok doğal insani bir duygudur. Sorun olan kısmı bu algıların hırsa ve öfkeye dönüşmesi ile başlar. Halk arasında nazar derler. Öfke ya da mutsuzluk ile bakan, seni seçici olarak algılayan ve sahip olamadığı ama senin sahip olduğun şey için sana karşı öfke ya da en masum haliyle mutsuzluk duyan insan, olumsuz duygusu ile seni etkiler. Nazar değdirir. Öfke ve mutsuzluğun sebebi ise özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Kendini değerli hissetmeyen, sahip olduklarından doyum almayan, benliğini sevilmeye değer bulamayan, olduğu kişi olmaktan mutlu olamayan insanlar öfkeli ve mutsuzdurlar. Muhtemelen de çocukluklarında ebeveyn ile temel sevgi ilişkisinde bu özgüvenden mahrum kalmışlardır. Kıskançlık insan olarak doğamızda oldukça masum bir gerçekliktir. Onu zararlı hale getiren kişisel özgüvenimizin ve bütünlüğümüzün eksik olmasıdır. Onu kontrol etmemizi ve zarar verici olmamamızı sağlayan ise kişisel bütünlüğümüz ve olduğumuz kişi olmaktan mutlu olup kendimizi sevebilmemizdir. Çocuklarımıza kardeşlerini, anne babalarını, arkadaşlarını kıskanmamayı öğretirken önce buradan başlamalıyız. Kıskandığında kınamak yerine önce ona değerli olduğunu hissettirmeli, sonra kendisinden ve sahip olduklarından mutlu olmayı öğretmeliyiz. Belki de çocuk sahibi olmadan önce tüm bunları kendimize öğretmeliyiz….. Görüşmek üzere. haber lkyıa
Posted on: Mon, 04 Nov 2013 18:05:52 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015