Ortadoğu ve Afrika yangın yerine dönmüş bulunuyor. Bu - TopicsExpress



          

Ortadoğu ve Afrika yangın yerine dönmüş bulunuyor. Bu bölgelerin yeniden dizayn sürecinde acımasız güç savaşları yaşanıyor. Yemen’den Mısır’a, Sudan’da Irak’a ahlaksız çıkarların yön verdiği; küresel ve bölgesel gericiliğin tetiklediği güç savaşlarında her gün oluk oluk kan akıyor. Bu bölgelerde etnik, dini ve mezhepsel kimliklerin tuzağına düşürülen insanlara derin acılar yaşatılıyor. Her gün neredeyse yüzlerce insan katlediliyor. Bombalı saldırıların, çatışmalar ve katliamların yaşandığı köy, kasaba ve şehirlerde acı ve gözyaşı sel olmuş akıyor. Ve, maalesef daha uzun yıllar akacağa da benziyor. Yaşanan olaylar Afrika ve Ortadoğu’daki altüst oluşların uzun süre devam edeceği, kısa ve orta vadede buralarda istikrarın; barış ve huzurun sağlanmasının zor olacağını gösteriyor. Kan, gözyaşı ve acıyla temelleri atılan ‘yeni bir Afrika’ ve ‘yeni bir Ortadoğu’ inşa edilinceye; bu bölgelerdeki ülkeler tek tek yeniden dizayn edilinceye kadar, katliamlar da dahil her yol ve yöntemin mübah sayılacağı ve her türlü aracın kullanılacağı güç savaşlarının süreceği anlaşılıyor. Mısır cuntasının yaptığı katliamların da gösterdiği gibi; küresel güç odaklarıyla onlarla işbirliği içinde olanların ahlaksız çıkarları bunu gerektiriyor. Bu bölgelerde ve tek tek ülkelerde süreç iç çalkantı ve çatışmaların devam etmesi, halkların bu çatışmalarda tüketilmesi ve teslim alınması hedefine uygun olarak işliyor. Bunu bozmanın yolu halkların -birlikte ve dayanışma içinde- kaderlerine sahip çıkmasından geçiyor ancak, bu da neredeyse imkansız görünüyor. Halkların özgürleşme mücadelesi maalesef ortak bir platforma dönüşmüyor. Kimlik eksenli bölünme ve ötekileştirme siyasetleri buna fırsat vermiyor. Bu bölgelerin yükselen dinamiği siyasal İslam da demokratik-özgürlükçü bir niteliğe sahip olamadığı; eşitlikçi, özgürlükçü ve herkesi kucaklayan demokratik bir alternatif yaratamıyor. Siyasal İslam bu çalkantıdan kendine hegemonya çıkarmaya çalıştığı için oynanan oyunları bozamıyor. Bozmak bir yana Mısır örneğinde gördüğümüz gibi bu bölge ve ülkeleri ele geçirmeye çalışan küresel güç odaklarına önemli fırsatlar veriyor. Bu yüzden de şimdi ölümü gören halkların gelecekte sıtmaya razı olacakları ve bir kez daha teslim alınacakları anlaşılıyor. Öte yandan Afrika ve Ortadoğu’nun yangın yerine çevrildiği; acımasız ve ahlaksız güç savaşlarında her gün yüzlerce insanın katledildiği bir dönemde Türkiye’nin kronik Kürt sorununda demokratik çözüm şansı elde etmesinin kıymetini de bilmek gerekiyor. Dolayısıyla şimdiye kadar Kürtlerin çabası ve özverisiyle sürdürülen bu sürecin kalıcı hale getirilmesi de halkların çıkarları ve ortak gelecekleri açısından zorunlu görünüyor. Devleti, hükümeti ve sivil toplumuyla Türkiye bu sorunu vakit geçirmeden çözmek; halkların ortak çıkarlarını geliştirip ilerletmek gibi yaşamsal bir sorumlulukla karşı karşıya kalmış bulunuyor. Türkiye’nin Kahire katliamından olduğu kadar, bundan 29 yıl önce gerçekleşen Şemdinli baskınından da gerekli dersleri çıkarması, Kürtlerin insani, ulusal ve demokratik haklarını gasp etmekten vazgeçmesi, kalıcı, adil bir barış için üzerine düşenleri geciktirmeden yerine getirmesi gerekiyor. Kürtlerin tarihinde çok önemli bir yer tutan ve ‘Diriliş Bayramı’ olarak da kutlanan Eruh ve Şemdinli baskınlarının yapıldığı 15 Ağustos Atılımı şimdi 30’uncu yılına giriyor. Yaşamın her alanında sarsıcı etkiler yaratan; eski değer yargılarını yıkan, eskinin umudunu kaybetmiş köle Kürt’ünü ayağa kaldıran ve onu bir kimliği, bir ulusu ve bir ülkesi olduğu gerçeğiyle karşı karşıya bırakan 15 Ağustos’un 30’uncu yılında Kürtler yola artık silahla değil, siyasetle devam etmek istiyor. 15 Ağustos’u gerçekleştiren PKK ve onun Lideri Öcalan başta olmak üzere Kürt tarafı bütün bileşenleriyle artık savaş değil, barış diyor. Kürt tarafı silahlar sussun, insanlar konuşsun istiyor. Bu nedenle tek taraflı adımlar atıyor ve demokratik çözüm için fırsatlar yaratıyor. Bunun kıymetinin bilinmesi devleti, hükümeti ve sivil toplumuyla Türkiye’nin buna artık bir karşılık vermesi; çözüm sürecini ilerletmesi ve kalıcı hale getirmesi gerekiyor. Türkiye toplumunun da bu yönde harekete geçmesi, savaşa, baskıya ve hak gasbına karşı sesini yükseltmesi; Kürtlerle eşitliğe ve özgürlüğe dayanan yeni bir ilişki talep etmesi, bunun mücadelesini vermesi ve geleceğine bu temelde sahip çıkması gerekiyor. Zira artık Kürtleri zor yoluyla baskılama ve kontrol altına alma dönemi kapanmış bulunuyor. Geçmişte Kürtlerin varlığını siyaseten kabul etmek ve onlara demokratik bir düzende yer vermek yerine onları ‘dağa sürmeyi’ tercih eden Türk devletinin gelinen aşamada Kürtlerle savaşı sürdürmesi şansı bulunmuyor. Çözüm sürecinin alternatifinin ‘felaket’ olacağının bilinmesi gerekiyor. Kimse kendini kandırmasın ve kimse de topu taca atmaya kalkmasın. Türkiye’nin önünde bundan başka bir yol görünmüyor. Dolayısıyla sürece bu bilinçle yaklaşılması; 30 yıllık savaştan gerekli derslerin çıkarılması; adil ve kalıcı bir barış için Türk tarafının da üzerine düşeni yapması gerekiyor. Nesnel sürecin Kahire’den Şemdinli’ye gönderdiği sinyaller bunun zorunlu olduğunu gösteriyor. Herhangi bir arızaya yol açmamak için sinyallerin doğru algılanması gerekiyor...
Posted on: Sat, 17 Aug 2013 14:20:59 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015