YÖRÜKLER HAKKINDA GENEL BİLGİLER 3.1. Tanımı Oğuz - TopicsExpress



          

YÖRÜKLER HAKKINDA GENEL BİLGİLER 3.1. Tanımı Oğuz boyundan gelme, göçebe Türklere verilen isimlerden biridir. Yörük kelimesinin; gezgin, yürüyücü anlamının da olduğu sanılmaktadır. (Yeni Hayat Ansiklopedisi 6.cilt s. 3367) Anadolu ve Rumeli’de hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkmenler. (Ana Britannica (Genel Kültür Ansiklopedisi 1994: 32/ 253) Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya göç eden Oğuzların bir kısmı yerleşik hayatı seçerken, bir kısmı da göçebe hayat tarzını benimsemiştir. Anadolu ve Rumeli’de göçebe olarak yaşayan ve geçimlerini hayvancılıkla sağlayan bu çadırlı göçebe Türkmenlere Yörük adı verildi. Yörükler kendi aralarında aşiret ya da oba şeklinde geniş aileler halinde yaşarlardı. Fakat zamanla yerleşik hayata geçilmesiyle aşiretler özgün halini kaybetmiştir. Yaylak ve kışlalarda bir soyun yaşadığı alana oba denirdi. Bir ya da iki oba halkı oymakları oluştururdu. Oymakbaşları kethüdalardı. Birkaç oymağın birleşmesiyle boylar meydana gelirdi. Boylar ise ulusları oluştururdu. (Seyirci 2000: 5) Oğuzlara ve Yörüklere tarihte Türkmen denildiğini biliyoruz. Bu açıdan incelediğimizde Müslüman olmayan Türklerin Müslümanlığı kabul etmiş olanlara “Türkmen” diye hitap ettiğine rastlıyoruz. Müslümanlığı kabul etmiş olan ilk Türk Eli’nin Orta Asya’da, Bağlasun ile Mirki arasında yaşayan Türkler olduğunu görüyoruz. Oğuzlar önemli kararları boyun ileri gelenlerini toplayarak ve danışarak alırlardı. Hatta karılarını bile böyle toplantılarda bulundururlar, onların görüşlerine de yer verirlerdi. Bu açıdan Türkler tutucu olmamışlardır. Bazı tarih kaynaklarına göre, Oğuzların Kınık boyunun başı Selçuk Bey’in oğlu Çağrı Bey kurultayı yön seçimi için toplamıştır. Böylece Türkler, zaten içerilere Türk sızmış bulunan Anadolu’ya yönelmeye karar verdiler. Türkler Asya’dan göç edince yalnız Anadolu’ya değil, Dünyanın her yanına dağıldılar. (Tanyıdız 1990: 16) 21 TÜRKMENLER Şekil 2. Yörüklerin soy kütüğü Su tüm canlılarda olduğu gibi insan yaşamının da vazgeçilmez şartıdır. İlk uygarlıkların su kenarlarında ortaya çıkmasının nedeni budur. 150km uzunluğundaki Antalya kıyı ovasında debisi oldukça yüksek beş ırmak ve sayısız akarsu düzlüğü sulayarak denize ulaşmaktadır.(Sempozyum Bildirileri 1996: 133) Buralar hem temiz olan Yörükler hem de suya ihtiyaç duyan hayvanları için birebir yerlerdir. 22 Merkezi Antalya olmak üzere, Burdur, Isparta, İçel ve Çukurova (Adana) yöresinde Antalya Livası içinde bir Yörük kültürü meydana gelmiştir. Yörükler adı geçen yörede, Anadolu’nun Akdeniz’e bakan verimli ve hayvancılığa elverişli topraklarını kendilerine yurt edinmişlerdir. Merkezi Antalya olmak üzere, Burdur, Isparta, İçel ve Çukurova yöresinde Antalya Livası içinde bir Yörük kültürü meydana gelmiştir.(Sempozyum Bildirileri 1996: 127) Bugün, Yörüklerin tamamı yerleşik hayata geçmişlerdir. Ancak, eski hayat tarzlarını devam ettiren ve yaylak-kışlaklarda göçebe olarak yaşayan Yörükler, Toroslarda hâlâ mevcuttur. Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ederek bir kısmı Toros Dağları’na yerleşen Türk aşiretleri arasında Antalya yöresinde en bilinenleri Karakoyunlu, Hayta, Honamlı, Yeni Osmanlı, Karatekeli, Karahacılı, Köseli, Boynuinceli, Saraçlı, Tırtar, EskiYörük ve Sarıkeçili aşiretleridir. 3.2. Yörüklerin Yaylaları Yörüğün belirli bir yurdu yuvası yoktur. Hayatı yayla ve sahil arasında geçer. Yazları altı ay yaylada, kışları da altı ay sahilde dururlar. Nereyi beğenirlerse orası evleridir. Ömürleri, develerin koynunda ve kara çadırlarda geçmiştir. Ancak bu durumdan hiç de rahatsız değillerdir. Aksine göç günü geldiği zaman bağlasanız duramazlar. O gün adeta bayram günü gelmiş gibi hazırlıklar yapılır. mutlu bir şekilde birlik içerisinde yola çıkılır. Yörükler bulundukları bölgelere göre belirli yaylalara göçerler. Bu da belirli yollar üzerinden olur. Dağ, tepe her yeri çok iyi bilirler. Sade hayatlarına imrenilecek kadar güzel bir ömür sürmeye özen gösterirler. Onlar göçüp kondukları sırada, konalgalarını, doğanın en güzel yerinden seçerler. Çadırlarını, dupduru pınarların, gözünden doldururlar. Onu çam bardaklarda dinlendirirler. Çam kokusuyla karışmış sular içerler. Doğanın tertemiz çayırları çimenleri üzerinde dinlenirler. Ulu ağaçların altında oturup sıcağın etkisini duymazlar. Keçeleri bu ağaçların altına serip üzerinde uyurlar. ( Tanyıldız 1990: 81- 82) 23 Gebizler, EskiYörükler ve Karahacılılar: Isparta’da Eğirdir ile Gelendost arasında yer alan Anamas yaylasına, Zındanpınar, Sorguna, Kıçağıl ve Çayır Yaylalarına çıkmışlardır. Kötekliler: Ayı Yaylasına Yeni Osmanlılar: Korkuteli, Söbüce Yaylasına Karakoyunlular: Akarca Yaylasına Honamlılar: Isparta Şarkıkaraağaç, Ketenli Yaylasına Garsavırdanlılar: Akşehir’in çankurtaran Yaylasına Haytalar: Anamas Yaylası ile Şarkıkaraağaç ovasına Varsaklar: Korkuteli Yelten Köyü Varsak Yaylasına Kösereliler : Konya Ermenek’in Yelibel Yaylasına Saraçlılar: Akseki’nin üstünde Göktepe Yaylasına Sarıkeçililer: Korkuteli’nin Karadin Köyüne, Bademağacı köyüne, Tefenni Eşeler Dağı çevresine göç ederler. Kaş, Demre ve Finide’deki Yörükler: Elmalı çevresine Kumluca ve Kemer’deki Yörükler: Beydağları arasındaki Karaçukuru.3 3.3. Yörük Göçü Ferman padişahınsa dağlar bizimdir diyen Yörükler diyar diyar dolaşmışlardır. Antalya yöresindeki kıyı alanları Mayıs ayına kadar oldukça zengin otlak olanakları sunmasına karşın, yaz başlarında bu otlaklar kurumaya yüz tutar. Ancak aynı sırada bu kez yüksek yayla kesimlerinin otu boy vermeye başlar. Sonbaharda bu sürecin tersi yaşanır. Yaylalar kışa girerken, sahil ılımanlaşır. Yörük üretimini doğanın bu çelişkisi üzerine oturtmuştur. Öte yandan bu olgu hem zaman hem mekan bakımından iki evreli bir yaşam demektir. “Kışlak” ve “Yaylak”. Bu nedenle Yörük yılın belli zamanlarında mekan değiştirmek zorundadır. İşte bunun adı Yörük göçüdür.(Sempozyum Bildirileri 1996: 135) 3 actaturcica/sayi1/413_433.pdf 24 Bu gidiş gelişler onların bildiği yollardan olurdu. Yola çıkmadan önce birtakım hazırlıklar yapılırdı. Bu hazırlıklar büyük önem taşırdı. Yörükler her koşulda gelenek ve göreneklerini sürdürmüşlerdir. İlk olarak develer süslenir ve üzerlerine çantalar asılırdı. Göçün önünde yeni elbiselerini giymiş bir gelin elinde kirmanı ile yün eğirerek giderdi. Göç başlama mevsimi 6 Mayıs ‘Hıdırellez’ olarak bilinir. Bu zamana kadar bütün ihtiyaçlar karşılanır eksikler alınır, hayvanlar yola hazırlan, tüfekler tamir edilirdi. Göç sırasında hayvan sürülerini kadınlar ve çocuklar, büyük hayvanları ise erkekler sürerlerdi. Yeni doğmuş bebekler beşikleri ile develere asılırdı. Göç sırasında akşam olunan yerde konaklanırdı. Hatta gerekirse çadır bile kurulurdu. Çadır Yörük için vazgeçilmez unsurdur. Evi, yuvası, yeri, yurdudur. Yaylağı ve kışlağı olmayan Yörükler otlak kiralarlardı. Fotoğraf 5. Bir Yörük göçü (dutlucakoyu.files.wordpress/2009/ 11/yoruk _gocu11.jpg). 25 Bahar gelip de sahilde sıcaklar basıp, rahatsız edici sinek ve haşereler hayvanları rahatsız etmeye başladı mı hazırlık başlar. Atlar, kısraklar nallanır. Bayrama hazırlanır gibi allı pullu kıyafetler alınır ya da dikilir. Tüfekler hazırlanır. Eşyalar develere sarılır. Aşiretin en genç kadını en güzel kıyafetleriyle sürünün önünde gider. Bir an evvel yaylaya ulaşmak için sabırsızlanırlar. Yörük yersiz yurtsuzdur ormana gitse ormancılar rahat vermez, köye yerleşse köylünün gönlü olmaz. Yörük ne yapsın? Evi sırtında güvende bir yer bulana kadar nerde akşam orda sabah dolanır. Karakoyunlu Yörüklerinden Cahit Karataş yörük göçünü şöyle anlatıyor: “Yörükler Hıdrellez’den önce yaylaya göçerlermiş. Bir hafta önceden hazırlıklar yapılırmış. Hayvanlar bile ( yaşlı öküzler, develer) göç zamanını ve yolu bilirlermiş. Koyunlar da bu hayvanlara öncülük edermiş. Keçiler ve koyunlara çanlar takılırmış. Bunun sebebi de şanlı ve gösterişli bir göç olmasını sağlamakmış. Çan ne kadar fazla olursa göç de o kadar gösterişli olurmuş. Keçileri süsler, büyük hayvanların boynuzlarına da kırmızı bezler bağlarlarmış. Devesi de çok olan yörüğün halk arasında saygınlığı da fazla olurmuş. Köylünün dört devesi varsa ve yaylaya gitmiyorsa, Yörük onun develerini de alır ve devesinin çok olduğunu göstermeye çalışır. Bazı yerlerde beş deveye bir katar derlermiş. Fakat bizim oranın Yörüklerinde on bir deveye bir katar denir. On bir devesi olan Yörük zengin sayılırmış. Hayvanları ayırmak için “en(damga)” adı verilen bir yöntem kullanılırmış. Malların sahibi onları bu yöntemle ayırt edermiş. Bu yöntemle hayvan sahipleri hayvanları hiç görmese bile tanıyabilirmiş. Bu yöntem şu şekilde uygulanabiliyormuş. Hayvanların kulaklarına bazı kesikler atılırmış. Bazısı dikine bazısı da enine kesikler atarmış. Yörükler çarık giyerler. Çarığın yapımında öküzün kafa derisi kullanılır. Bir öküzün kafasından iki çarık çıkar. Bu çarığın da ömrü bir haftaymış. Üzerine kıl çalşır adını verdikleri bir tür kıyafet giyerler. Cenaze olduğu zaman kefen yerine çula sarıp öyle gömerler. Yörükler genellikle süt, yoğurt, tereyağı yerler. Ayrıca patates, soğan, bulgur ve eti bol tüketirler. Baklagiller de yiyecekleri arasındadır.” (Güler Bitirme Ödevi 2009:58) 26 Serikli Ramazan Amca aldı eline kavalını ve başladı hem çalıp hem de anlatmaya: “Nahiyem Gebiz, vilayetim Antalya, kazam Serik. Aslımı sorarsanız Orta Asya’dan gelmiş Yörük. Yazıyı davarın ardında öğrendim. Büyüklerden tahsillilerden duyduğuma göre, Türklerin aslı Orta Asya’dan Yörük olarak gelmiş yerleşmiş. “Kitaplarda yazılır destanlar Bahçelerde olur kelek bostanlar Şu zamanın güzelleri Keyerler mini fistanlar Sülalamı sorarsanız Çakal Osmanlar.” Dedem çok akıllı kurnaz birisiymiş. Seferberlikte sekiz sene devecilik yapmış, cepheye cephane çekmiş. Oradan döndükten sonra Çakal aşiretine muhtarlık yapmış. “Düştüm yola yaya Gördüm cemalini benzettim aya Sarardım soldum güllerini saya saya Alt yanımda deniz üst yanımda kaya Adımı sorarsanız Şimdiye kadar radyolarda sesi duyulmamış Televizyonlarda yüzü görülmemiş Gördüğünüz gibi bir suratta asılmış Bir köşeye basılmış Çoban aşık Ramazan Çalkaya 1936’da geldim dünyaya Bilmiyorum ne yapmışım Mevla’ya Hep kara yazılar mı yazılmış Benim künyaya Aman felek.” 27 Benim aklım erdiği günlerde şu dünya insanlarında birbirine karşı hak hürmet, küçüğe karşı sevgi, büyüğe saygı vardı. O zaman Yörükçülük göçercilik meşhurdu. Yaz bahar ayları geldi sıcaklar kızdı mı sanki bir düğünümüz, sanki bir bayramımız varmış gibi özel elbiseler diktirilir. Giyinilir kuşanılır, havaslıkla coşkuyla göçüm günleri beklenirdi. Yaylaya herkes göçerdi. O zaman Teke’de kalanlar ölürdü. Teke diye sıcak yere derler, yayla diye soğuk yere derlerdi bizde. Göçüm günleri geldi. O zaman koyun güdüyorum. Yaşım on beş-on altı. Burada kışladık, kışı burada bitirdik. Göç garardı, hava serinledi. Koyunu çektim hani şöyle: “Anamasa türlü türlü kokan güllerin Şırıl şırıl akan sellerin Firil firil esen yellerin İçine doğru yürüyüverdik.” diyerek hemen kavalını alıyor eline ve o günleri hatırlatan bir türkü söylüyor: “ Günlerden cumartesi pazar Garip Çalkaya beyit yazar Ciğerimi yaralar da yüreğimi ezer Çaylar kenarında öksüz bir mezer Dereler kenarında garip bir mezer.” Arkadan göçlerimiz gene geldi. Durduk yavan kuru soğan yedik içtik. Akşamları koyunumuzu düze çektik. O günlerde gari ben hem gencim hem de bu böyle aşıklık gariplik içimde bir yanıklık efil efil esiyor. Her şeyi türkü edip, her şeyi ağıt edip oyun etmeyi düşünüyorum. Oraya varınca da bir teke zortlatması aklıma geldi” diyerek alıyor kavalını eline başlıyor çalmaya.” Zaman günden güne yörüğün aleyhine işlemeye başladıkça, göç dengesi değişmeye yüz tuttu. Yüzyıllar boyunca o, soğuk pınarların başında oturup çadır kuran, dağlarda özgürlük içinde yaşayan, dilediği dağa göçen, dilediği derelerde davarlarını sulayan, dilediği serinlikte uyuyan, göçtüğü zaman önüne hiçbir engel çıkmayan Yörüğün artık sayısı giderek azaldıkça göç yolu da daralmaya başlamıştır. (Tanyıldız 1990: 169) 28 Bölgemizdeki Yörükler, yüzyıllardır yılda iki kez yaşadıkları bu göç sırasında, Roma döneminde inşa edilen, Bizans döneminde önemini yitirerek ıssızlaşan, ancak Selçukluların inşa ettikleri olağanüstü güzellikte han, köprü, sarnıç gibi yol üstü yapıları ile yeniden canlandırdıkları eski ticaret yollarını kullandılar. (Sempozyum Bildirileri 1996: 135) Yörükler dil, kültür, gelenek ve sanatlarında eski ve köklü Türk kültürünün öz kaynaklarını sürdürürler. 3.4. Yörüklerde Aile Yapısı Yörüklerde aile yapısı erkek hakimiyetine dayanır. Ancak eşlerinin düşüncelerine de önem verirler. Tek evlilik vardır. Evlenen erkek çocuklar yeni ailesiyle birlikte yine babalarıyla birlikte yaşarlardı. Geniş aileler meydana getirirlerdi. Oğlan iki üç çocuk babası olana kadar babadan ayrılmaz, aynı çadırda yaşardı. Ayrılanlar ise çadırını yine ailesinin çadırı yanına kurar ve yine birlikte yer içerler kendi çadırlarına sadece uyumak için geçerlerdi. Bu gelenek yerleşik hayata geçildikten sonra da devam etmiştir. Hatta günümüzde köylerde bile aynı şekilde uygulanmaktadır. Yörüklerde mal dışarı gitmesin diye akraba evlilikleri de sık görülürdü. 3.5.Yörük Giyim Tarzı Yörük genelde kendi kıyafetini kendisi temin eder. Dağda bayırda elbiseyi nereden bulsun. Yörük kadınları, hünerli elleriyle işledikleri oyalı yazmaları takarlar başlarına ve hemen hemen bütün kıyafetlerini kendileri dikerler. Endüstri tekniğinden uzakta yaşayan yörüğün, kendi kendine yeterli olmada başarılı olduğu dallardan birisi de kumaş üretmesidir. Giydiği kumaşlardan başka ayağındaki çarığını, çorabını da kendisi üretmiştir. Böylece başkalarına muhtaç olmadan yaşamını sürdürmüştür. (Tanyıldız1990: 79) Kadınlar genelde, üç etek entari, kuşak, başa fes fesin üzerine de tülbent alırlardı. Fes olmazsa yazmayla süslerlerdi. Yazmalarını kendileri işlerlerdi. Ayaklarına da çarık giyerlerdi, Erkekler ise; genelde zeybek kıyafeti giyerlerdi. 29 Altlarına, kısa zeybek donu ya da uzun pantolon; üzerlerine de yakasız gömlek ve eşlerinin işlediği kısa cepkenleri giyerlerdi. Ayaklarında da tabi ki çarık olurdu. Yörüklerin genel olarak hem çadır içerisinde hem de çobanlık sırasında kepenek kullanırlardı. Kepeneği kendi hayvanlarının tüyünde yaparlardı. Sağlık açısında oldukça faydalı olan kepeneği, gece yataklarının altına sererlerdi. Ayrıca dağda kardan, soğuktan, yağmurdan, rüzgardan korunmak için kullanırlardı. Fotoğraf 6. Serik’te (Antalya) bir düğün yerinde yerel kıyafetleriyle Yörük kızları (Fotoğraf: Nurdan KILINÇ. 2010). 30 Fotoğraf 7. Kumluca (Antalya) Seracılık Festivali’nde, kepeneği ile bir Yörük çobanı (Fotoğraf: Nurdan KILINÇ, 2009). 3.6. Doğum Geleneği Yörüklerde kendi soyunu devam ettirecek olan çocuklara büyük önem verilmiştir. Bu yüzden hamile olan bayanlar değerlidir. Hamile olan geline ağır iş yaptırılmaz evden dışarıya pek çıkartılmazdı. Kayınvalide geline her yönden destek olurdu. Çocuk doğduğunda çadırda davetler verilir. Eş dost hem çocuk görmeye gelirler hem de yiyip içerler. Lokum dağıtılır. Bizim geleneğimizde lohusa kadına büyük önem verilir. Yeni doğum yapan kadın yalnız bırakılmaz. Çocuğu görmeye gelenler loğusa kadının yanında dantel, oya, gibi el işi yapmazlar. Çocuğun ismi aile büyükleri tarafından seçilir. Genelde ailede hatırı sayılır büyüklerin adı koyulur. Köyün imamı ya da aile büyüğü çocuğun kulağına ezan okuyarak ismini söyler. Aile maddi durumuna göre kurban keserek dostlarına ikram da bulunabilir. Kesilen kurban işkembesi temizlenerek bebek bunun içinde vücudu yara olmasın diye tuzlanır. Bir müddet kaldıktan sonra ılık su ile yıkanır. 31 Bebek kırk günlük olana kadar gelin bebekle birlikte pek dışarı çıkmaz. Kırk günlük olunca kırklama merasimi yapılır. Kırk taş atılan bir kazan su kaynatılır. Gelin, bebek ve evin diğer halkı bu su ile gusül abdesti alırlar. Kırk çıktıktan sonra gidilen kırk gezmelerinde de ev sahibi tarafından bebeğin ömrü bereketli olsun diye hediye verilir. Bu hediye de genel de yumurtadır. Çocuğun dişi çıkmaya başlayınca ailesi tarafından diş dirgiti (kölle) düzenlenirdi. Buğday, nohut, fasulye, bakla haşlanırdı. Tabaklara tuz, karabiber, şeker konulur isteğe göre yenirdi. Daha sonra çocuk ortaya oturtulur. Önüne de makas, kalem, tarak, kitap, tesbih konulur. İzlenir çocuk önce neyi eline alırsa ileride onunla ilgili bir meslek üzerine yorum yapılır. Makası alırsa berber, tesbihi alırsa imam olacağı gibi. Çocuğa gelen misafirler tarafından hediyeler verilir. 3.7. Düğün Merasimi Yörükler her konuda olduğu gibi evlenme konusunda da gelenek ve göreneklerine bağlı hareket ederlerdi. Oğulları evlenecek yaşa gelen aileler etraftan hem güzel hem de becerikli, işten güçten anlayan bir kız aramaya başlarlar. Onlar için kadın önemli ve çadırda söz sahibiydi. Dünürcü olarak sözü sohbeti dinlenen, insanlar arasında saygın yeri olan, güngörmüş Yörük beyi seçilir. Kahveler içilir “Allah’ın emri Peygamber’in kavli” ile kız istenir. Kız tarafı kararını hemen bildirmez, bira düşünme payı ister. Kızın aile büyükleri de bu müddet içerisinde oğlanı ve ailesini araştırırlar. Kızın fikri alınır. Eğer uygun görürlerse sonraki görüşmede kız verilir; görmezlerse de vermeyeceklerini ifade ederler. Yörükler arasında aile büyüklerinin rızası olmadan kaçarak evlenmeye pek rastlanmaz. Aynı şekilde Yörükler arasında boşanmaya da pek rastlanmaz. 32 Fotoğraf 8. Kumluca (Antalya) Seracılık Festivali’nde, temsili bir Yörük düğün alayı. Verilen kız için söz alınır. Bir bohça yapılır içine kahve, şeker ve bir iki tane Osmanlı altını konulur, kız evine gönderilir. Eskiden de şimdi olduğu gibi kız evi naz evi durumundaydı ve bütün incelikleri beklerdi. Yörüklerde nişan adeti pek yoktur. Sözden sonra fazla zaman geçmeden kız evi tarafında düğün günü belirlenir. Düğün hazırlıkları bir hafta önceden başlar. Köyün gençleri düğünde kullanmak için dağdan odun toplarlar. Keşkeklik buğday ve ekmeklik un hazırlanır. Kız ve oğlan evi yakınlarını düğüne oku ile davet eder. Bunlar çorap, mendil, yazma gibi küçük hediyelerden oluşur. Düğün oğlan evinde Salı ya da Cuma günü başlar. Düğüne gelen konuklar davullar ile karşılanır. Gelen konukların bazıları da yaklaşırken silah atarlar. Konuklara kahveler ve diğer ikramlarda bulunulur. Öğle namazı kılındıktan sonra mevlit okunur. Aynı gün “kendirlik” denilen törenle kız evine gidilir, kızın çeyizleri alınır ve oğlan evine serilir. Kız evi tarafından o gün için özel yastık hazırlanır. Gençler bu yastığı alarak yastık yarışı denilen koşu yarışına başlarlar, koşu da önce geçen yastığı alır ve oğlan evine kim önce gelip damada yastığı verirse o bahşişi alır. Aynı gün törende oğlanın kıza takacağı takılar da gönderilir. 33 Çarşamba veya Cumartesi günü ise kız evinde kız kınası düzenlenir. Genç kızlar gelinin çevresinde oynayarak maniler söylerler. Düğüne gelen konuklar sosyal durumlarına göre oturtulur. Kahveler içildikten sonra toplu yemekler yenir. Yemekten sonra şenlik başlar. Düğünde güreşler tertiplenir, düğün sahibinin durumuna göre bu yarışlarda keçi, sığır, deve ödül olarak verilir. Düğünde eğlence sırasında “Arap Oyunu” oynanır. Bu oyunda üç erkek kılık değiştirerek Kız, Arap ve Efe rollerine girerler ve insanları eğlendirirler. Kızlar gelini ortalarına alarak şöyle maniler okurlar: Altın taş içinde kına kesilsin Görümceler etrafına dizilsin Gelinim kınan kutlu olsun Bundan dirliğin tatlı olsun Dağdan keserler ıslığı Hani bu kızın yastığı Gelinim kınan kutlu olsun Bundan dirliğin al olsun Dağdan keserler gürgeni Hani bu kızın yorganı Gelinim kınan kutlu olsun Bundan dirliğin bal olsun Hani bu kızın anası Önünde mumlar yanası Gel gelinin kaynanası Gelinim kınan kutlu olsun Kız bu bahçeler senin mi? İçinde gezen yarin mi? Yarın ayrılık günün mü? Gelinim kınan bol olsun 34 Biner atın alçasına Düşer yolun koncasına Selam edin amcasına Ah kızım kınan kutlu olsun Gelin bakın geline Kınalar yakın eline Mendiller sokun beline Sürmeler çekin gözüne Biner atın iyisine Düşer yolun koyusuna Selam edin dayısına Ah kızım kınan kutlu olsun Ocakta kaynıyor helva tavası Dışarıda çalıyor düğün havası Bakın bakın bizim dostlar İçerde ağlıyor kızın anası Yakada pelit odunu Yakanlar bilir dadını Kızın anasının kadını Ağlama kızım ağlama Bani yolda eğleme… Perşembe veya Pazar günü ise, gelin alması olur. O gün de yine toplanılıp at ve develerle kız evine gidilir, yemekler yenilir sonra da çeyiz develere yüklenir. Süslenen deveye bir de çocuk bindirilir. Silahlar atılır davul ve bayrakla birlikte kız evine gidilir. Bu arada köyün gençleri oğlan tarafından bahşiş almadan kızı vermezler. 35 Yeni gelen gelinin başına doğru kuru üzüm, leblebi, şeker, buğday, para atılır. Evine girmeden önce kurban kesilir kanı gelinin alnına sürülür. Kapının önüne içi su dolu bir ibrik konur ve gelin bu ibriği tekmeyle devirir. Sonra eline verilen bir keserle kapının yanına bir çivi çakar. Parmağına kaynanası tarafında tereyağı sürülür ve gelin bunu kapının üst tarafına sürer. Daha sonra gelini getiren at taş atılarak kovalanır. Amaç bir daha atın gelin getirmemesi dileğidir. Damat çadırına girerken arkadaşları tarafından şakayla dövülerek sokulur. Gerdek gecesi sabahı ise gerdeğe girildiğini ilan etmek adına bir el silah sesi duyulur. Oğlanlar evlendikten sonra iki üç çocuk babası oluncaya kadar anne babadan ayrılmaz beraber aynı çadırda yaşarlar. Ayrılan oğlan ise kendi çadırını babasının çadırının yanına kurar, yine yaşamına ailesi ile devam eder. Ayrılan oğlana sürüdeki hayvanlardan hepsinden azar azar verilir. Karakoyunlu Yörüklerinden Sami Çoban obalarındaki düğünleri şöyle anlatıyor: “Yaylada düğünlerimiz Ağustostan sonra harman sonu olur. Düğün Cuma günü başlar. Evvela çuval ağzı olur. Yani, değirmene un öğütmeye gidilir. Cuma günü sabahtan akşama kadar oğlan kınası yapılır. Davul zurna eşliğinde olur. Davul zurna kişinin varlığına göre tutulur. Yani iki davul iki zurnadan başlar. Düğün başlayıp bitene kadar hem oğlan evinde hem de kız evinde yemek verilir, kazanlar kaynar. Her gelen misafire her dakika yemek verilir. Cumartesi günü kız kınası yapılır. Ortada bol muhabbet ve oyun olur. Pazar günü ise gelin alması olur. Gelin namlı bir ata bindirilir. Gelin alması günü gençler atlarına binerek oğlan evine gelin getiriyoruz diye bayrak yarışına girerler. Her ata ucuna işlemeli bir mendil takılı bayrak verilir. Kim oğlan evine önce varırsa çadıra bayrağını diker. O birinci olan at oğlan evinden hediyesini alır. Bu hediye kişilerin varlık durumuna göre değişir. Mesela kuzu verebilirler. Bunu da gençler oturup beraberce yerler. Pazartesi günü, yani gelin geldikten sonra “gelin yüzü” yapılır. O gün öğlene kadar kadınlar gelini ortaya oturtarak çalgı eşliğinde oynarlar. Gelinlik beyaz olur. Belinde kırmızı kuşak ve başında kırmızı duvak olurdu. Duvağından aşağı sarkan tel tel simleri olurdu. Ertesi gün yani Salı günü, oğlan evinin yakınları çadıra gelin kahvesi içmeye gelirler. Düğün bu şekilde sona erer. 36 Bizim düğünlerimizde oğlan kınası günü pehlivan yağlı güreşi yapılırdı. Başpehlivana bir koç verilirdi. Diğer güreşlerde de basma, leblebi, bez verilirdi. Genelde her aşirete göre başlık alınıp verilir. Mesela, Karahacılı Yörükleri, Karakoyunlular ve Yeni Osmanlı Yörükleri başlık almaz. Saçıkaralı, Çakal, Geypel Yörükleri ise başlık alır.” Düğünlerde eğlence amaçlı çeşitli oyunlar oynanırdı. Yeni Osmanlı Yörüklerinden 75 yaşındaki Mehmet Korkmaz bu oyunları şöyle anlatıyor: “Arap Oyunu: Bu oyunda Arap, Efe, Gelin, Ayı ve Şeytan olur. Arab’ı eşeğe bindirerek ve tüfek atarak mahalleden getirirler. Diğerleri yürüyerek gelir. Ortada bir harman ateşi yakarlar. Harman yanınca ortalık gündüz gibi olur. Efe atıyorum “Mersinden buraya muhabbet etmeye geldik. Buranın muhtarı kim?” diye seslenir. Sonra muhtardan imzalı mühürlü bir kağıt alır. Ondan sonra muhabbet başlar. Gelini kaçırırlar. Arap Efe’yi gelini bul diye sopayla döver. Şeytan ve Ayı arka arkaya gelir ve insanları korkuturlar. Bu muhabbet sabaha kadar devam eder. Asker Yoklaması: Bu oyunda dört tane heyet olur. Bunlar örneğin; bahriye, piyade, süvari, topçu olur. Heyet bir odaya çekilir. Odada iki kişi eğilip masa şeklini alır. Üzerleri bir örtüyle örtülür. Dışarıdakilere tek tek ünlenir. Odaya bir kişi girer ve masa başına geçer. Orada ifadesi alınır. Masa şeklini alan kişilerden biri içeri giren askerin ayağının altındaki örtüyü bir çeker. Adam korkar ve düşer. Dışarıdakilerin haberi olmaz. Muhabbet bu şekilde devam eder. Kömür Yakma: düğünlerde yaklaşık on kişiyi bir yere oturur. Üstleri çulla örtülür. Adamlar kalkmasın diye çulun etrafına yirmi kişi oturur. Birisi tavanın içine kömür ve acı biberi tutuşturarak çulun altına sokuverir. Sonra altındakiler acıdan dolayı mahvolur; fakat kalkamazlar. Dışarıda oturanlar bile etkilenir. Çulun altındakileri siz düşünün. Ördek Avı: odanın birine sekiz kadar adam alırlar. Bu adamların ellerini ayaklarının altından bağlarlar. Ancak sadece bir tanesini çözülemeyecek kadar sıkı bağlarlar. Diğerlerini çözülebilecek şekilde bağlarlar. Bağlayan kişi odanın dışında bekleyen avcılara “ördek suya indi” diye seslenir. Bunu duyan avcılar ellerindeki sopaları tüfekmiş gibi doğrultarak içeri dalarlar. Ördekler hemen iplerden kurtulurlar. 37 Sadece bir tanesi kurtulamaz. Avcılarda onun üstüne giderler ve “ben vurdum ben vurdum” diyerek adamı yerde yuvarlarlar. Sınır Kavgası: Başlangıçta yan yana iki tarla belirlenir. Bir kişi de elleri ayaklarının altından bağlanmış şeklinde sınır taşı olarak tarlaların arasına konur. Tarla sahipleri “burası sınır değil, sınır burası” diyerek ellerindeki sopalarla ortadaki sınır taşı olan adamı iteliyorlar. Halı Dokumak: Dört tane adam belirlenir. Adamların üstleri soyulur. İkişer ikişer sırt sırta gelecekleri şekilde karşılıklı iki grup yapılır. Bu kişilerin omuzlarına uzunca bir tahta koyarlar. Bu tahtanın üzerine bir kişi çıkar ve sağa sola sürekli yürür. Adamcağızların omuzları mahvolur.” Yörüklerde boşanma pek olmaz. Eskiden kocası ölen veya kocadan ayrılan da yolda belde rezil olmasınlar diye sahiplenmek için evlenirlermiş. Yörüklerde mal dışarıya gitmesin diye akraba evliliği çok yaygındır. 3.8. Ölümle İlgili Merasimler Ölüm de doğum gibi doğanın bir kanunudur. Hemen hemen her bölgede ölümle ilgili merasimler aynıdır. Hasta halde yatan bir kişinin yanında köyün ileri gelen bilirkişileri hoca ve yakın akrabaları bulunur. Yanında Kur’an okunur. Bu kişi rahatsız edilmez, odada özellikle hamile kadın ve çocuk olmaz. Kişi vefat edince elleri ayakları ve çenesi bağlanır. Eğer ikindi vaktinden önce vefat etmiş ise hemen o gün gömülür. Fakat ikindiden sonra vefat etmişse gömülmesi ertesi güne kalır. Cenazenin üstü örtülür ve üzerine bıçak konur. Eskiden dağlarda çadırlarda yaşadıkları için ölünün başı beklenirdi. Amaç ise, herhangi bir hayvanın üzerinden geçmemesidir. Cenazeye zarar gelmemesi içindir. Ölünün yıkandığı yerden teneşir tahtası o gün boyunca kaldırılmaz. Ayrıca o yer ışık yakılarak aydınlatılır. Çünkü ölünün ruhunun orayı ziyaret ettiği inancı vardır. Hatta kirpiğini bıraktığı da düşünülür. Ölünün ölümünün yedinci, kırkıncı ve elli ikinci günlerinde mevlüt törenleri düzenlenir. Ya da bunun yerine muhtaçlara bol hayır yapılır. Kırkıncı günde ölünün eti ve kemiğinin birbirinden ayrıldığı inancı vardır. Elli ikinci günde ise, ölünün burnunun düştüğüne inanılır. Cenaze yıkanırken su dökmek için su kabağı kullanılır. Ölü yıkanırken günlük yakılır. 38 Sarıkeçili Yörüklerinden Hafız Ali Özdemir ölümle ilgili şunları söylüyor: “Eskiden şimdi olduğu gibi belediyeden anons ettirme şansı yok. Bu yüzden obadan biri öldüğünde bir kişi görevlendirilir ve o kişi en yüksek yere çıkarak bağırır ya da çadır çadır dolaşarak ölüyü haber verir. Cenaze, sağ tarafına yüzü kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Ayakları parmaklarından yum uşak bir iple veya bezle birbirine bağlanır. Elleri yan tarafa düzgün bir şekilde konur. Çenesi başının üstünden bir bezle bağlanır. Ölünün gözleri kapatılır. Üstü örtülür. Göbeğinin üzerine şişmesin diye bıçak konur. Başında Kuran okunur. Ölünün kıyafetleri daha sonra muhtaçlara dağıtılır. İki üç kişi kabir kazması için ayarlanır. Büyükler cenaze namazının ne zaman kılınacağına karar verirler. Ölü tahtadan bir masa üzerine konur öyle yıkanır. Ölünün canı yanmasın inancıyla, altına yumuşak olsun diye sazak konur. Kazanda su kaynatılır ve içerisine güzel koksun diye gülkurusu ve cennet süpürgesi konur. Yıkanan ceset kefenlenerek sala konur. Salda omuzlarda taşınarak mezarlığa götürülür. Gömüldükten sonra başında Yasin-i Şerif okunur ve tüm ölülere bağışlanır. Bir mezar üzerine bir de yıkandığı yere ışık konur. Mezar üzerine, hayvanlar gelip yemesin diye; yıkandığı yere ise batıl inanç yüzünden konur. Mezarın üzerine toprak otursun diye üç kova su dökülür. Üç gün boyunca cenaze evine taziyeye gidilir. Ölü evinde de üç gün buhur yakılır. Kapı da açık tutulurdu.” Yörüklerin mezar taşlarına yazı yazma geleneği yaygın değildir. Sadece kaya parçası dikilir. Geleneğe göre mezarlık içinde bulunan ağaçların meyveleri toplanmaz, kuş-kurt yesin diye bırakılır. Mezarın üstüne basılmaz ve oturulmaz. Mezarlıkta parmakla bir şeye işaret edilmez inancı vardır. Göç sırasında ölenleri yol üzerindeki köy mezarlıklarına defnedilir. Bir ananın ölen çocuğunun ardından yaktığı ağıt: Esme esen, yağma yağmur Koz dibinde Esad’ım var Hoşundu tifo derdi hoşundu Gel git yavrum ayakların üşüdü Hepsinin içinde sevgisi baş idi 39 Öpmeye kıyamazken Sevmeye doyamazken Toprağa döşediğim bülücüm Ağlarım oğlum özümden Kanlar domurdu gözümden Ben de ayrıldım Allah’ım Pek çok sevgili kuzumdan Pek sevdiğim bal böcüğüm Yanakları al böcüğüm Anan sensiz duramayacak Oyalanma gel bülücüm Yitirdim güzel bülücüm Deydi mi ki nazar bülücüm Durmaz anan aklını bozar bülücüm. 3.9. Yörük ve Çadır Çadır, Yörüğün evidir. Yörük çadırı keçi kılından yapılır. Kıl keçisi kırkılır, taranır ve eğrilir sonra burma yapılar. Sonra da bu burmalar kollara takılır ve kirmenlerle eğrilir. Elde edilen ipler bükülür. Bükme, iki ipin birbiri ile dolanıp kalınlaştırılmasıdır. Buna goğşama denir. Kırkılan kıllar taranarak pisliklerinden arındırılır. Goğşanan ipler dokunur. Çul haline gelen ürün bir ucundan yere ağaç kazıklarla tutturulur, diğer ucundan da kuvvetlice asılarak bir kişi tarafından dövülerek hepsinin uzunluğu bir ayara getirildikten sonra, çuvaldızla, yan yana getirilerek ve özel bir teknikle dikilmektedirler. Dokumalar yan yana getirilerek dikilir. Aynı zamanda odalar yapılır içine. Yörük çadırı en az üç direkli olur. Direk sayısı çadır sahibinin varlığına göre değişir. Direkler iki metre uzunlukta sağlam ağaçlardan yapılır. Direklerin başında çanak adı verilen ağaçtan yapılan şapka bulunur. Çadırlar gergin bulundukça yağmur nüfus etmez. Rüzgar ve fırtınadan dahi etkilenmez. 40 Fotoğraf 9. Yörük çadırı ve önünde otlayan hayvanlar (Fotoğraf: Nurdan KILINÇ, 2010). Fotoğraf 10. Temsili bir Yörük çadırının iç görünümü (Kumluca Seracılık Festivali, 2009, Fotoğraf: Nurdan KILINÇ, 2010). 41 Keçi besleyen Yörükler, kıldan yapılmış çadırlarda, diğerleri ise keçeden yapılmış çadırlarda otururlardı. Evi andıran Yörük çadırlarında, oturma, yatma ve yemek pişirme için bölümler vardı. Büyük çadırlarda, binek hayvanlarının bağlandığı bölüm dahi bulunurdu. Çadırın oturma bölümü, Yörük kilimleriyle döşenir, kenarlarda minderler bulunurdu. Çadırda, herkesin oturacağı yer belliydi. Yürüklerin kullandıkları çadırlar ve onların döşemeleri Türk sanatının gelişmesinde ve birçok mimari yapının şekillenmesinde de ilham kaynağı olmuştur. Dünya üzerinde çadırdan devlet kurabilme yeteneğine sahip tek millet Türk Milletidir. Yörük Hasan Orman şöyle anlatıyor: “Bizim çadırlar üç direkli olurdu. Önde de bir direk çıkartma yapılırdı. Çadırın kenarını kamıştan dokunmuş hasırlarla çevirirdik. Kara çadırın arkasında stil dediğimiz kıldan yapılmış dokuma örtü olur. Çadırın içini kilimlerle üçe bölerdik. Bir odayı kendimiz alırdık, bir tanesini misafir odası yapardık, ön tarafı da mutfak olarak kullanırdık. İçi kıyafetlerimizle dolu olan dokuma çuvalları dizerdik. Bir tarafa da un çuvallarını dizerdik. Mutfakta da sac, senit, tenceren, kabın, çanağın bulunur. Dışarıya yine dokuma stilden banyo çevirirsin. On beş-yirmi keçesi, kırk-elli ineği, yirmi-otuz devesi, iki yüz-üç yüz koyunu olanlar varlıklı sayılırdı. Bunlar, misafir için ayrı çadır yaparlardı. Keçeyi hem kendi altımıza hem de misafirin altına sererdik. Sağlık bakımından vücut için çok yararlıdır. Aynı keçeden koyunu kuzuyu otlatmaya gittiğimizde yağmurdan, kardan, rüzgardan korusun diye kepenek yapılırdı. Kepenek su geçirmez. Evde kaç çoban varsa o kadar da kepenek vardır. Malı kurttan korusun diye dört beş tane de çoban köpeğimiz olurdu. Altı yaşında hayvan gütmeye başladım. Öküzle çift koşmaya da on yaşında başladım. Çocukluk işte bazen oynarken malları elin ekinine kaçırırdım. Akşam babamdan dayak yerdim. Malları da korucu götürür, tokat’a (hayvan barınağı) kitlerdi. Sonra vermez tabi. Muhtarın belirlediği fiyata göre mal başına para yatırılır. Ona göre mallar geri alınırdı. Ekim kasım gibi de sahile geri dönerdik.” 42 3.10. Deve ve Deve Güreşleri Yörük denince akla hayvancılık gelmektedir. En başta da onların her kahrını çeken deve. Bir yörüğü devesiz düşünemeyiz çünkü onların yaşam tarzları için büyük önem taşır. Ömürlerini yayladan sahile, sahilden yaylaya göç ederek geçiren yörüğün en büyük yardımcısı devesidir. Ayrıca geçimlerini taşımacılıkla kazanan çoğu Yörük için oldukça önemlidir. Ona göç sırasında mola verildiğinde koynunda uyuyacak kadar güvenirlerdi. Ancak teknolojinin gelişmesiyle develerin görevini taşıtlar üstlenmiştir. Develerin yavrulamasına “botlama” denir. En büyük deveye beserek, orta büyüklükte olana “tülü” denirdi. Yoz devenin erkeğine “lök” ,dişisine de “kayalık” denir. Beserekle kayalıktan doğana “maya” denir. Tülü deve ile lökten doğana da “nacır” denirdi. Yenidünyaya gelen dişi deveye “koduk”, bir iki yaşından sonra “dorum” daha küçüğüne “köşek” denirdi. Çok eski dönemlerden itibaren develer taşımacılık ve savaşlar için kullanılır; etinden, sütünden, tüyünden de yararlanılırdı. Aynı zamanda atalarımızdan miras kalan deve güreşlerimiz vardır.
Posted on: Sat, 19 Oct 2013 18:19:43 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015