İlahiyat(çı)ların Sefaleti 28 Haziran 2013 109 - TopicsExpress



          

İlahiyat(çı)ların Sefaleti 28 Haziran 2013 109 kez okundu. Yazar E-posta:emin.mahmut@gmail “Biber Gazı, Diyanet ve Yeniçağ” Aslında benim için biraz daha erkendi, yazmayacaktım. Diyanet’in ‘biber gazı’ ile ilgili verdiği fetvanın üzerine yazmaya karar verdim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 24.06.2013 tarihinde yaptığı ‘Basın açıklaması’ başlıklı, ne söyledikleri anlaşılamayan açıklamaları ve ‘böyle bir fetvamız yok’ diyeceklerine, gazetecinin gazeteciliğinin eleştirisinin yapılması ise tuz-biber oldu ve biber gazı üzerine yazmak gerekti. Yeniçağ Gazetesi 23.06.2013 tarihinde “Diyanet’ten acı fetva: Biber gazı caizdir” başlığı ile verdiği haberde, ‘alo fetva’ hattından, sorulan sorular üzerine verilen cevaplardan, biber gazı ile ilgili sorulan soruya: “Her ülkede, bu tarz gösterileri yapanlara, şiddete başvuranlara karşı savunma biçimi geliştiriliyor. Devletimiz de bunu yapıyor. Daha önce de duyuru yapıyorlar zaten. ‘astım hastaları varsa alandan ayrılsın, biraz sonra müdahale edeceğiz’ diye. Yani biber gazı kullanılmasında bir sıkıntı yok. En zararsızı biber gazıysa en doğrusudur.” Şeklinde cevap verildiği haberde yer alıyor. Burada kişisel bir durum yok. Verilen cevap halka açık alanlarda yayınlandıktan sonra kamuya mal olur ve herkesindir, herkes içindir. Yapılan açıklamada da, ‘böyle bir açıklamanın taraflarından yapılmadığı’ konusunda söylenen bir şey yok. Yapılan iş, sarıklı insanların, devletin (hükümetin) yaptığı ve uyguladığı bir takım işlere fetva yoluyla destek vermekten başka bir şey değildir. Verilen destek, ‘dini tabanlı bilgilere dayandığı, algısıyla hareket eden insanlara, bunun bir din emri imiş gibi anlaşılacağını da bile bile… Ancak, dinin (Kur’an’ı Kerim’in, hadislerin, müçtehitlerin) hangi ayet, cümle, fikirlerine dayandırıldığını anlayamadık. Demek ki, görüş tamamen Diyanet işleri Başkanlığı’na ve orada bu görüşleri dillendiren kişilere aittir. Prof. Dr. E. Murat Tuzcu, 3 Haziran 2013 tarihinde Milliyet Gazetesinde biber gazının yapılışından, kullanılmasından, insan üzerindeki etkilerinden bahsediyor. “Acı biber usaresinin sıvıyla basınç altında karıştırılmasıyla yapılır. Tahriş edici özelliği, en acı biberlerden bin kat yüksektir. Wilbur Scoville adlı ilaç bilimcisi tarafından bulunan ve kendi adı ile anılan birim ile ölçülendirilir. Dolmalık biberin Scoville değeri sıfırdır, ülkemizde çok acı olan cin biberine benzeyen, jalapeno biberinin değeri ise 5 bin civarındadır. Polisin kullandığı biber gazının Scoville değeri ise muhtemelen 5 milyon civarındadır.” Demektedir. Ölçülerle ifade edilince önemli bir anlam kazanıyor biber gazı. Sanırım Diyanet fetvasını verirken ilim adamanın bu makalesini de okumuştur. Sonra Hoca, gazın tesirleri hakkında bilgiler verir: “-Gaza maruz kalanlarda çok ciddi sağlık sorunlarının çıkması mümkündür. -Ölüme yol açabileceğini düşündürten olgular var. -Tekrar tekrar gaz alanlarda ciddi sorunların görülme riski fazla. -Özellikle, solunum ve kalp damar hastalığı olanlarda, biber gazının sağlık dengesinin bozulmasının tetiğini çekiyor. -Sıkılan gazda üreticisine göre değişen miktarlarda alkol, organik çözücüler, parçacıkları taşıyan özel sıvı maddeler, nitrojen, karbondioksit, hidrokarbonlar var. Bu maddelerin yüksek dozda ciğerlere veya sindirim sistemine girmesi sinir sisteminde, kalpte, damarlarda ve akciğerlerde ciddi sorunlara yol açabilir. -Gözlerde şiddetli yanma, batma, yangıya bağlı kızarma ve şişme, yaşarma ve istemsiz olarak gözleri yumma sık rastlanan belirtiler. Korneanın hücrelerinde bozulmalar meydana geliyor. -Deride yanma ve kızarıklıklar. -Solunmayla, akciğerlerin en uç noktalarına kadar solunum sisteminin her santimini tahriş eder. -Gırtlak çevresindeki kasların sinirlerini uyararak şiddetli bir büzüşmeye neden olabilir. Ender de olsa ölüme götürebilir. -Akciğer ödemi olma ihtimali var. -Gazın etkisiyle, solunum durmasıyla beraber kısa süreli kalp durmaları olduğu biliniyor.” Diyanet işleri Başkanlığı’nın verdiği fetvada “Yani biber gazı kullanılmasında bir sıkıntı yok” dedikleri biber gazını biraz tanıyalım dedik ve bu bilgilerle karşılaştık. 14 Haziran 2013 tarihinde, haberiniz.tr de Yusuf Dülger benzer konulara değinir. “Korku, makamını koruma, dünyalığını artırma, yabancılarla işbirliği yapma, vatan topraklarını satma, milli egemenliği devretme gibi tedavisi imkânsız hastalıklar vardır. Bazı padişahlar ‘hürriyet’ diye bağıranları zindanlara atmıştı, T.C.’nin padişah huyluları da aynını yapıyor. Osmanlı’nın padişahları arasında İngiliz muhipleri vardı; T.C.’nin dindar öncüleri arasında da Amerikan muhipleri var. T.C.’nin Selimleri Suriye ve İran’ın halk ve yöneticileri ‘Şii, Dürzü’ diye ‘Ilımlı İslam ve diyalogcu’ münafık mollaların fetva ve irşatlarıyla (?) Tahran ve Şam seferine hazırlanıyorlar. Osmanlı’nın padişahları müskirata, halkın esvabına kafa takmışlardı; T.C.’nin bazı dindar öncüleri de aynısı yapıyorlar. Yani Cumhuriyet’imizin Sultanları sosyal, kültürel, siyasal, dini vs hayatımızı kanatıyor, devletimizi felç ediyor. Dinde böylelerine ne denir?” Hz. Osman (ra) devrinde fetihler genişlemiş, her fethedilen yerler ile oraların adetleri de İslam’a girmiştir. Böylece, yöneticilerce saraylar, köşkler, konaklar yapılmaya, hizmetçiler tutularak işler onlara yaptırılmaya başlanılmıştır. Hz. Peygamber’in, Hz. Ebu Bekir’in ve Hz. Ömer’in devirlerindeki sadelikten uzaklaşılmıştır. Sade yaşamayı unutmayan birisi vardır. Ebu Zerr. Debdebeli hayatın kötülük getireceğini söyleyerek, sıklıkla: “Altın ve gümüş depolayıp gizleyen ve onları Allâh yolunda infak etmeyenlere gelince, onları acı bir azap ile müjdele” (Tevbe/34) Ayeti Kerimeyi okumuştur. Yazık ki, bu ayeti okuması onu fesat çıkarmakla suçlamalarına sebep olmuştur. Hz. Osman ve Muaviye’ye muhalif olmakla tanınan bu yüksek ruhlu insana sunulan hediyeleri güler yüzle reddetmişti. Ne para-pul, ne şan-şöhret asla yolundan çevirmemişti. Oysa geçim sıkıntısı içinde olduğu bilinmektedir. “ ‘Ey Muhammed! Bir iş yapacağın zaman işinde onlara danış’ (Âlu İmran/159) veya ‘önemli olayla karşılaştığın zaman dostlarınla meşveret et’ diye emrediyordu. Halbuki Muhammed (s.a.) meşveret etmekten sakınmıyordu. Hiç kimse de ‘Benim kimse ile müşavereye ihtiyacım yok’ diyemez. Neticede, padişahın önemli bir olay karşısında ihtiyarlar, bilginler ve dostları ile meşveret etmesi vacip oluyor. Herkesin ve bilhassa ihtisas sahiplerinin o konuda bildiklerini söyleyerek görüşlerini açıklamaları, her alimin zıt da olsa fikrini ortaya koyması, doğrunun ortaya çıkması için gereklidir. Meşveret yapmadan icraatta bulunan liderler bencil ve zayıf görüşlüdür.” (Siyasetname, Nizamülmülk, 112. Fasıl) Yine, Siyasetname’de Nizamülmülk şunları da söyler: “Padişahların dört grubun suçlarını bağışlamamaları gerekir. Birincisi memleketin yıkılmasına çalışan, ikincisi haram işleyen, üçüncüsü devlet sırrını korumayan, dördüncüsü dili ile padişaha dalkavukluk ederken kalbi ile onun muhalifleri ile anlaşma yapanlar. Bunlar muhakkak cezalandırılmalıdırlar. Padişah ülkede cereyan eden olaylar hakkında uyanık olursa, kendisinden hiçbir şey gizlenemez.” (Dördüncü fasıl) “Hizmetkârlardan veya memurlardan kendilerine yakışmayan bir iş veya bir zulüm görülürse, onu, sopa ve hapis ile terbiye eder, gafletten uyanırsa onu işine iade eder, uyanmadığını anlarsa hiç yerinde tutmayıp, onun yerine ehil bir kişi tayin eder.” (Siyasetname, Birinci fasıl) *** İlahiyat eğitimi görenler, İlahiyat(çı)lar dökülüyor. Bu okullarda ders verenlerde de büyük eksikliklerin olduğu sonucuna varıyoruz. Meyvesi ne ise ağaç da odur. Talebesine bak hocası hakkında karar ver. Çoğunluğu dalkavukluk yapan bir nesil yetiştirilmiş. Oysa, Hoca, ilahiyat, Vaaz, Fetva kelimeleri kullanıldığında milletimizin kahir ekseriyetinin saygıyla eğildiği ilahiyat eğitimi almış ve oralarda akademik unvan kazanmış kişilerin hali hal midir? 20 yıldan fazla tartışılmış bir ‘başörtüsü’ sorununa karşılık hemfikir oldukları ve deklare ettikleri hangi görüşleri vardır? Memleketin içinde kıvrandığı onlarca problem karşısında hangi ilahiyatçı hangi çözümü ortaya koymuştur? Münferit çözüm önerileri sunanlar istisnadır, onlara saygımız daima mevcuttur. Burada amacımız bir tespit yapmak ve öneri sunmaktır. Televizyonlarda hemen her gün karşımıza bir ilahiyatçı çıkar, nerden öğrendiklerini anlayamadığımız çok eski tarihli hikâyeleri din bilgisi tadında aktarırlar, kimisi ağlayarak, kimisi düşünerek edaları ile. Dinleyiciler olarak bizler de onun din anlattığını, maneviyat anlattığını düşünerek saygıyla dinleriz, bir şeyler öğrenmeye çalışırız. Hâlbuki anlattığı, sıradan kitapların yazdığı basit hikâyelerden ibarettir. İlahiyat(çı)larımız sefaletin içindedir. Dökülüyorlar. İşe yaramaz durumdalar. Onların kurtuluşu ile ülke kurtuluşu at başı gidecektir. Hükümetin istediği veya onun hoşuna gidecek yönde fetvalar verilmesi dökülmenin en önemli göstergesidir. (bu aşamada verilecek pek çok örnek vardır, burada kesiyoruz) Ne yapılmalı? Hiç kusura bakmasınlar. Fen bilimleri, matematik, sosyal bilimler, uzay bilimleri, tababet… Bilmeyen ilahiyatçıların Kur’an’ı Kerim mealleri, tefsirleri nazarımızda yok hükmündedir. Gerek yok, boşuna çabalardır. Yormasınlar kendilerini. Yüzlerce yıllık bilgileri önümüze tazeymiş gibi sunmaları artık insanlarımızı tatmin etmemektedir. Yeni bilgilere, ilmi açılımlara ve birlikte ayetlerin yorumlanmasına ihtiyaç vardır. Yazık ki, böyle umulmasına rağmen, ilme ve asra uygun yeni şeyler söyleyenler maalesef yine ilahiyatçılar tarafından tekfir edilmektedir. Bunlar yanlıştır. Bu yanlıştan kurtulmak ve ilahiyatçıların da kurtulması gerekmektedir. İlahiyat Fakültelerinde okunan dersler kimsenin tekelinde olmamalıdır, zaten olamaz. Kimse kimseyi sınırlayamaz. Her isteyen istediği vakit o dersleri rahatlıkla alabilmeli ve tedris edebilmelidir. Belki de ilahiyat fakültelerinin lisans sınıflarının kapatılması ve her fakültenin bütün bölümlerinde her isteyen talebenin, istediği dersi ve konuyu rahatlıkla alabilmesi gerekecektir. İlahiyat fakültelerinde ise yalnızca, lisansüstü ve doktora programlarının bulanması ile matematik, fen, sosyal, tıp bilimleri tahsil etmiş kişilerin lisansüstü ilahiyat eğitimi alması, yeni fikirleri, yeni yorumları beraberinde getirecektir. Bu vakit, padişahın her isteğine uygun fetvaların da çıkmayacağını garanti edebiliriz. “Oy Nesimi can Nesimi ol gani mihman iken Yarın şefaatlarım Ahmed-i Muhtar iken Cümlenin rızkını veren ol gani Settar iken Yeryüzünün halifesi hünkâra minnet eylemem” İlahiyat Hocaları düşünsünler bakalım. Yetiştirdikleri ve fetva veren talebeleri ile Nesimi’nin “minnet eylemem” dediği noktayı karşılaştırsınlar. Sefaletlerini kendileri müşahede etsinler. Yazımıza eleştiri getireceklerse de ondan sonra getirsinler. Başüstüne. NOT: Devlet Bahçeli’nin; “Samimi din âlimlerimiz, kâmil ve Allah dostu velilerimiz, üniversitelerin ilahiyat fakültelerinde görev yapan muhterem öğretim üyelerimiz, Başbakan’ın İslam’la aldatmasına ahkâm kesmesine, fetvalar vermesine, nereye kadar suskun kalacaklardır?” Sorusu da yazımızla birlikte değerlendirilmelidir. mahmutemin.blogspot
Posted on: Fri, 28 Jun 2013 08:20:11 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015