BEBEK - ler 1 Gözlerim oyuk benim, ağzımda… Henüz - TopicsExpress



          

BEBEK - ler 1 Gözlerim oyuk benim, ağzımda… Henüz öğrenemedim konuşmayı, kendime kadar… Kendimle konuşacak kadar… Kendimi sorgulayacak, yargılayacak kadar… Bir de siyah beyaz masalları dinliyorum, anlatamıyorum. Gerçekler sessizdir, öyle parlayıp ışık saçmaz. Hiçbir kurbağa öpücükle prens olmaz. Çok denedim ben. Her gece deniyorum… İçimde uyuyan prensesi hiçbir öpücük uyandırmaz. Ninemle birlikte öldü o. Zehirli elmayı yedi. Yüz yedi cüce geldi hepsi erkekti. Anaları erkek doğurmuş onları ama hepsi pire kadardı… Pire kadar bir oğlana bile razıydı babam… “Baba ben sana her gece bir oğlan doğuruyorum! Ben her gece bir oğlan büyütüyorum koynumda. Uyandı, yabancı gözlerle baktı etrafına, uyuduğu yatakta değildi, yanına baktı yastıktaki çukuru gördü, bir baş büyüklüğünde, düşmekten korktu. Tuhaf bir koku vardı odada plastik yanığı gibi, yüzünü buruşturdu tam kalkacaktı ki tuvalet aynasının üzerindeki parayı gördü, koku oradan geliyordu. Yastıktaki çukur ağzına kadar yalnızlık doluydu, düşmekten korktu. Zaman ayaklarının altından kayıyordu sanki. Yataktan kalktı, bir adım, tökezledi tam düşecekti, toparlandı, bir adım daha, bir daha… Gülümsedi, yürüyebiliyordu. Tuvalet aynasının önüne geldi, parayı aldı tiksinerek, evirdi çevirdi çantasının içinden çıkardığı çöp poşetinin içine attı, diğerlerinin yanına. Tanrının ellerinden çalıyorum ruhumu. Bedenimi giyiniyorum aynada. Tenim niye mor benim, doğarken etimi burktuğunuz için mi? Annem mi üfledi yüzüme esmerliğini? Babam üçüncü kızını kucağına almadı, ilk çığlığından korktu ve gitti. Gözleri, ağzı oyuk lanetli bir bebektim, bu yüzden kulağıma ezanla adım okunmamış. Şimdi ben ne ismimle çağrıldığımda kendimi tanıyabiliyorum, ne de ezanlara tahammül edebiliyorum. Solgun yüzüne baktı uzun uzun aynada. Etrafa dağılmış olan giysilerini toplayıp kucakladı, banyoya girdi… Kirli fayanslarda gölgesini gördü, ürktü. Çamaşırlarını kirli sepetinin üzerine koydu, duşu açtı suyun küvete dolmasını beklerken unuttu nerde olduğunu, bu eve nasıl geldiğini. Suya uzandı, parmaklarının arasından ılık ılık aktı masumiyet, kalbine doldu. Su oldu, damla oldu. Suyun şefkatli ellerli ile uzadı saçları, yanakları pembeleşti. Üst kattan gelen seslere kulak kabarttı, bir kadın inliyordu sanki acıdan mı hazdan mı bilemedi… Yoksa penceredeki kumruların çığlıkları mıydı duydukları? Odaya döndüğünde Âdem’den beri alnına yazılmış olan o kara talih hâlâ duruyordu. Müneccim kadın söylemişti “ Seni Öz’den yarattı, sonra da milyonlara böldü, bu alnındaki kara talih gittiğinde ancak, gerçek bedenin bulacak seni.” Bir gün rüya bitecek ve kadın uyanacak. Evreni oluşturan her zerrenin içinde, vardı kadın. Elbiselerindeki ter kokusu, sabun kokusunu yedi. Çantasını aldı çıktı evden… İlk gördüğü oyuncakçı dükkânına girdi, sarı uzun saçlı ağlayabilen bir bebek aldı kendine, çantasından gelen yanık plastik kokusu yoktu artık. Gözlerimi açıyorum varmışım, kapatıyorum yokmuşum. En sevdiğim oyun bu. Sokakta beklerken durmadan oynuyorum, durmadan oynuyorum. Ne zaman gözlerimi açsam başka bir evde buluyorum kendimi, başka bir odada. Suya dokunuyorum sonra. Evcilik oynamak kadar huzurlu… Komşu teyzenin salçalı ekmeği kadar lezzetli… Küçücüğüm ben ninem patlıcandan bebek yaptı, eline bir bıçak alıp gözlerini, ağzını oydu bezlere sarıp koydu kucağıma. Patlıcan çürüdü, bebek öldü bahçeye gömdü ninem. Gözlerim ve ağzım oyuk benim, kimse bir kalbim olduğuna inanmıyor. Patlıcan bir bebeğim ben… 2 Gözlerim düğüm benim, ağzım da, çok oldu unutalı sesimi. Pencereme konan kuşlar bile fısıldıyor yalnızca. Konuşmak yasak burada… Ben yasakladım. Burada kimse inanmıyor masallara, masallara inanmayanlar bana nasıl inanacaklar ki? Sustum gözlerim düğüm benim, ağzım da… Uyandı, yanındaki ranzanın üst katında yatan genç kız ağlıyordu yine. Kalktı, üzerine çeki düzen verdi, saçlarını sımsıkı topladı ensesinde. Kız, başını yastığına gömmüş hıçkırıkları yastığın pamukları arasında kayboluyordu. Ruhu, bedeninin önüne geçmişti, kızın yatağının kenarına tırmandı, oturdu tıpkı İnkalar gibi bekledi bedeninin ruhuna yetişmesini. Kız sustu, derin bir uykuya bıraktı kendini. Az sonra her yataktan bir baş kalkacaktı, her yastıkta yalnızlık dolu bir çukur kalacaktı. Düşmekten korktu, usulca indi ranzadan, geceliğini çıkardı, üzerinde eskimiş, kırmızı, güve yeniği kazağını giydi. Yastığının altından bir kitap çıkardı. “Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır, ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar.” Nietzsche Arkamda kalan kölem mi, efendim mi? Boynunu büküp geri dönme, onların istediği de bu. Onlar için yürüdüğüm her yere saflık ve kötülüğün tohumlarını ekiyorum. Elimi şu yalnız taşlara her değdirdiğimde üşüyor fikrim. Vazgeçmiyorum. Bir çölün ortasında kaybolmuş hissetsem de kendimi, yalnız ve terk edilmiş olsam da vazgeçmiyorum düşünmekten. Ağzım ve gözlerim düğüm benim; hâlâ düşünebiliyorum. Herkese verdiği hayatı kendinden esirgiyor kadın. Rengârenk etekleriyle birçok kadın dönüyordu etrafında, çekinerek bakıyorlardı ona. Kız kitabın sayfasını çevirmesini sabırla bekledi. Kahvaltı hazırdı. Kitabını yastığının altına koydu, kalktı. Diğerleri ile birlikte oturdu masaya, birkaç zeytin, biraz peynir, bir dilim ekmek… daha fazlası sığmıyordu ağzına. Hiç kimse onun neden burada olduğunu bilmiyor, bilemediği her şeyden korkuyordu insanoğlu. Bir an her şeyi anlatıp unutmayı düşündü ama anlattıklarını duyanlar unutmayacaktı, biliyordu ve geçecekti korkuları. Sustu. Kitapta okuduğu o son cümle geldi aklına “Gür ırmaklar kendileriyle birlikte birçok çakıl ve çalı çırpıyı da sürükler; güçlü ruhlar da birçok aptal ve mankafayı.” Gülümsedi. Bütün ezberleri bozulmuştu. Öğretilmişlikler, bilinçaltında gizlenenler, okudukları, yazdıkları, hayat başka bir şeydi… Anlamlandıramadığı anlamlarla yüklü olan… Alnında bir çiçek dövmesi büyüdü üst ranzadaki kadının, kırmızıydı elleri. Bir büyücü nefesindeki tutkuyu üflüyor yüzüme… Annem umutla bakıyor gözlerime, nafile iyileşmeye hiç niyetim yok benim. Tanrılarla aynı hizada olmaktan şikâyetçi değilim. Bu ıssız evrende bana köle olanlara sırtımı döndüm, elimi hangi taşlara uzattım? Pişman değilim. Yine olsa yine düşünürüm. Kanlı tohumlarımı yine serperim toprağa ve acıyla doğururum, susarak doğururum. Ey Âdemoğulları, başınızı bir kez olsun çekip çıkarabilseydiniz edep yerlerimizden, kaç yalanın içinden çekip alacaktınız bizi? Sustum… Ağzım düğüm, gözlerim düğüm, içi pamuk dolu bez bir bebeğim ben kimse bir aklım olduğuna inanmıyor… 3 Dudaklarım kırık benim, gözlerim cam. Hayatımdaki her şeyin sesi kısılıyor. Dünyada benzerine pek rastlanmayan bir hastalığa yakalandığımın teşhisini koyuyor bir kâhin. Bağdaş kurup oturuyorum bir müneccimin kucağına. Sokak kokuyor nefesi. Falıma baktırıyorum. Defolu bir kimlikle ancak tenlerin ezber ettirildiği bir haneye girebileceğimi söylüyor. Eksik etekliğime yanıyorum. Kapıyı çarpıp çıkıyorum evden, bir daha dönmemecesine. Annemin gözyaşları dönsuyu oluyor ardımdan… Sabahın o taze ferah kokusu sardığında dönüyor kadın tek odalı, tek koltuklu evim dediği izbeye… Yerde duran film cd lerinden birini seçiyor, koltuğuna uzanıp basıyor televizyonun kumandasına. 18. yüzyıl İngiltere’sinde evli ve çok ünlü bir şairle, aslında lezbiyen olan ama tutkuyla aşk yaşamaktan geri kalmadığı diğer ünlü kadın şairin acı dolu yaşamı. Bu gizli ama mektuplarla büyüyen aşkın kanıtlarını arıyor. Yıllar sonra başka bir kadın o mektupların gizemini çözecek. Belki o da bir gün, yüzyıl evvel yaşamış büyük büyük annesinin izinden giderken ruhunu ateşli bir aşka teslim edecek… Film bitiyor… Uzandığı yerden kalkıyor kadın, yine kendisi oluyor. Saf çocuksu balonlar gibi uçup gitmek istiyor uzaklara… Her acı bir günah doğuruyor tenimde. Ana Tanrıça Ma ile FatMA Ana dönüyor köşeyi. Birisi dünyayı doğuruyor diğeri doğuran kadına el veriyor. Elleri bir birine giriyor önce. Sonra kollar, ayaklar ve tüm beden. İki kadın bütün oluyor. Tek bir vücut… El sürüyorlar aşkın hürmetine. Tüm kadınlar giriyor aklıma. Hepsi raks ediyor zihnimin kuytuluklarında. Hepsi Lilith oluyor, Havva’nın ikinciliğine nispet edercesine… Cam gözlerimden bir parça düşüyor dudağımın üzerine, susuyorum… Camları açıyor, avazı çıktığı kadar bağırıyor “Önyargılarınız ve klişelerinizin içinde beni sorgulamayın, beni yargılamayın, beni hissedin.” Sokaktan geçenler alayla bakıyor ona. Üst komşu “Yine akşamdan kalma bu tuhaf yaratık, mahallede imza toplayıp attırmalı bunu buradan” diye düşünüp kapatıyor penceresini. Üst kattakinin aklından geçenleri duyuyor sanki, yukarı doğru bakıyor “Eğlenme benimle Tanrı!! Elmayı yediysek abartmaya da gerek yok…” içeri dönüyor. Ağır ağır topluyor eşyalarını, her an gitmeye hazır hale geliyor. Yeryüzünde ona uygun bir yer olup olmadığını merak ediyor… Ansızın vazgeçiyor gitmekten. Burada bu evde kalacak, herkes alışacak ona, kabullenecek zor olacak ama yapacak bunu… Kararlı… Ehli namus bir mahallede, düşlerine sığınabilir ancak orada sonsuz… Orada gölgesi yok ya da sadece gölgeden ibaret. Elbette yastığındaki boşluğu dolduracak bir suret bulacaktı bir gün… Bazen bir karesine âşık olursun adını unuttuğun bir filmin ve hep orasını hatırlarsın tıpkı yaşanmışlıklar gibi. Kaç parçaya bölünüp kaç ayrı hayat yaşayabilirim ki? Zor oldu ama kararımı verdim, kendimi seçtim ben, benimle mutlu olmayı öğreneceğim. Kaybedecek hiçbir şeyim yok, öyle özgürüm ki. Doku uyumsuzluğu olan ruhlara organ nakli yapılmıyor. Kırıldı gözlerim, dudaklarım… Kimse bir ruhum olduğuna inanmıyor. Dudakları kırık gözleri cam, porselen bir bebeğim ben. Korkunun ve zaferin iç içe girdiği bir dünyada üç kadın vardı birbirinden habersiz. Üçü de birer küçük melekti. İçlerine baktılar ve bilinmeyene doğru yola çıktılar. Şimşeklerin çaktığı yıldırımların düştüğü bir gecede, siyah monolit taşından kopan bir parçayı aldılar, bir yıl ve bir gün boyunca beklediler. Hepsinin alnında yazılı olan o kara talih değişecekti artık. Öfkeden deliren kurbağa kendi zehri ile ölür, üçü de kendini kabullenmiş, kabuklarına çekilmiş ve yeniden uyanmıştı. Yağmurun yağmasını beklediler, gökyüzünde beliren yılan görünümündeki gökkuşağının altından geçtiler. HANDAN GÖKÇEK
Posted on: Sat, 16 Nov 2013 23:07:18 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015