Mısır’da olan biteni anlayabilmek için Müslüman Kardeşler - TopicsExpress



          

Mısır’da olan biteni anlayabilmek için Müslüman Kardeşler hakkında özet bilgi Pazartesi, 05 Ağustos 2013 13:41 Osman Tiftikçi 1928 yılının Martında İsmailiye kentinde Müslüman Kardeşler Cemiyeti (İhvan-ı Müslimin) kurulduğunda Mısır, karışıklıklar içinde bir ülkeydi. Mısır eskiden bir Osmanlı vilayeti idi. 1882 yılında İngilizlere karşı Urabi Paşa önderliğindeki ayaklanmadan sonra fiilen Osmanlı’dan koptu. İngiltere’nin açık işgali altında bir ülkeye dönüştü. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı çıktığında da İngiltere Mısır’ı resmen sömürgesi ilan etti. Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz işgalcilere karşı büyük ayaklanmalar meydana geldi. Bunun üzerine İngiltere 1922 yılında Mısır’a kağıt üzerinde bağımsızlık verdi. Başta tüm yetkilere sahip kral, onun altında da siyasi partiler ve parlamento vardı. İhvan kurulduğunda Mısır’da belli başlı üç siyasi güç mücadele içindeydi. Kral ve saray dizginleri elinde tutmak istiyordu. İngiltere Süveyş ve Mısır üzerindeki egemenliğinden vazgeçmek istemiyordu. Bu iki egemen güce karşı da Mısır burjuvazisi öncülüğünde, ulusal bir hareket vardı. Bu hareket 1882 ayaklanmasından sonra hızla büyümüş, partileşmiş ve kitleselleşmişti. Ayaklanmalara önderlik edenler bunlardı. Yapılan göstermelik seçimlerde bile bu parti güçlü çıkıyor, bu parti olmadan hükümet kurulamıyor, ama kral ve İngiltere bu partiyi (Vefd) hükümete getirmek istemiyorlardı. Nitekim kral 1930 yılında parlamentoyu dağıttı. Mısır, İslamcılığın en önemli merkezlerinden biriydi. Bu akımın kurucuları sayılan Afgani ve Abduh (1) buradan seslerini duyurmuşlardı. Fakat bu akım bağımsız bir örgütsel güce dönüşemedi. Milliyetçilik bu akımı aştı. Mısır İslamcılığı Abduh ve onun ardılı Reşit Rıza’nın şahsında İngilizlerle ve Arap egemenleriyle uzlaştı. İhvan kurulduğunda Reşit Rıza’nın ve onun yayın organı Menar’ın önemli bir etkinliği kalmamıştı. İhvan kurulduğunda Reşit Rıza daha yaşıyordu ve Menar çıkmaya devam ediyordu. Ama İhvan başkaları tarafından kuruldu ve kendi yayın organlarını çıkardı. Reşit Rıza 1935’te öldü. Hasan el-Benna Menar’ı yaşatmak için girişimlerde bulundu ama olmadı. Mısır’da yaygın biçimde tarikatler, cemaatler vardı ama dediğimiz gibi bunlar örgütlü bir siyasi güce dönüşmemişlerdi. Bunlar esnaf, tüccar ve zanaatkarlardan oluşan çevrelerdi. Bazıları el-Ezher mezunu olan din adamları, asker ve sivil bürokratlar da bu çevreler içinde yer alıyorlardı. Bu çevreler ülke ekonomisini kendine göre biçimlendiren ve Mısır’ı işgal etmiş olan İngilizlere karşı tepkiliydiler. Çünkü ekonomik gelişimleri ve siyasi iktidarda söz sahibi olmaları engelleniyordu. İslami çevreler milliyetçi harekete de sıcak bakmıyorlardı. Çünkü milliyetçi hareket laik eğilimlerle birlikte gelişiyor ve bunların varlığını tehdit ediyordu. Tarikat ve cemaat çevreleri siyasi olarak iktidardaki krala daha yakın duruyorlardı. Örneğin İhvan kurucusu Hasan el-Benna öldürülene kadar Kralla ve saray çevresiyle hep iyi ilişkiler içinde olmak, onlarla uzlaşmak istedi. Mısır kağıt üzerinde bağımsız bir ülke olunca İslami çevreler de örgütlenmeye başladılar. Önce Şazeli tarikatından bazı kişiler “Hassafiler Hayır Cemiyeti” adıyla bir örgüt kurdular. Hasan el-Benna bu örgütün sekreterliğine seçildi. Cemiyet içki kumar, helal haram, insanları yüksek ahlaka çağırmak, erkeklerin altın takı takmaması, kadınların örtünmesi gibi, suya sabuna dokunmayan işlerle uğraşıyordu. Cemiyetin bir diğer işi de Hıristiyan misyonerlere karşı mücadeleydi. (Hasan el Benna s.39) Kral ve İngilizler kendi egemenliklerine bir zararı olmayan, milliyetçilikle birlikte gelişen laik anlayışa ve yaşam biçimine karşı mücadele veren bu cemiyete dokunmadılar ve örgüt hızla gelişti. 1927 yılında aynı çevreler Genç Müslümanlar Cemiyeti’ni kurdular ve El Feth isimli bir dergi çıkarmaya başladılar. Bu cemiyetin de Sarayla arası iyiydi. Bütün bu hazırlıklar ve birikimlerden sonra Mart 1928’de İsmailiye şehrinde Müslüman Kardeşler Cemiyeti kuruldu. Örgüt yasaldı. Tüzüğü, kurumları, hiyerarşisi vardı. İhvan siyasi bir örgüt değildi ve süreç içinde değişik aşamalardan geçerek, içinden başka akımlar çıkararak günümüze kadar geldi. İhvan ilk kurulduğunda kral ve İngilizlerle işbirliği içinde olan bir örgüttü. Milliyetçilikle birlikte gelişen laik eğilimleri ve gelişen yeni hayat biçimini en büyük tehlike olarak görüyordu. İsmailiye emniyet müdürü, hükümete yolladığı raporunda, Benna’nın krala karşı olmadığını, cemiyetin desteklenmesi, başka yerlerde şubeler açmasına yardımcı olunması gerektiği yazıyordu.( Benna s. 160) Cemiyetin İsmailiye’de yaptığı ilk mescide maddi yardımda bulunanlardan biri de İngiliz-Fransız Süveyş Kanal Ortaklığı şirketiydi. (Benna s. 166, 167, Lia s.69) “Gavur parasıyla mescit inşa ediyorlar” söylenti ve eleştirilerine karşı Benna; bu paranın mescide değil Müslüman Kardeşlerin merkezine harcandığı cevabını vermişti. (Benna s. 167). Şirket bir de işçiler için mescit açmıştı. Mescidin imamı Cemaat tarafından atanıyor ama maaşını İngiliz-Fransız şirketi ödüyordu. (Benna s. 190-194) Örgüt merkezi 1932 yılında Kahire’ye taşındı. Büyüyen örgüt özellikle 1930’ların ikinci yarılarından itibaren siyasi istemler öne sürmeye başladı. Bağımsız bir şeriat yönetiminin kurulması isteniyordu. Örgüt İngilizlerle ve sarayla arasına mesafe koyuyordu. 1936 yılında Müslüman Kardeşler, içinde 50 isteğin yer aldığı bir bildiri yayınladı. Bildiride; “Helak Edici On Husus”, arasında; Emperyalizm ve yabancı ortaklıklar da vardı. (Benna s. 382). Anti emperyalizme ve ulusalcılığa doğru kaymasına rağmen cemiyet mevcut iktidarla iyi ilişkilerini sürdürdü. Örneğin 24 Mayıs 1937’de örgüte resmi olarak hükümet yardımı yapıldı ve örgüt de bunun üzerine bir teşekkür yazısı yazdı (Benna s. 399). Örgütün bazı elemanları bürokraside görev almaya devam ediyordu. İhvan, 1936 yılında ayaklanmaya başlayan Filistinlilerle ve Arap ülkeleriyle ilişkiler geliştirdi. 1937 yılında Hama’da (Suriye) şubesini kurdu. 1938 yılında da Hasan el-Benna örgütün siyasi mücadeleye başladığını resmen açıkladı. Ama Benna devrimci bir kalkışmaya karşıydı. (el-Benna’dan akt. Verdani s. 57). İhvan’ın çizgisinde meydana gelen bu değişmeler, Mısır’daki sınıflar mücadelesinde, bağımsızlık mücadelesinde meydana gelen gelişmelerin bir yansımasıydı. 1937-1938’de Vefd’le kralcılar arasındaki çatışmalar büyümüş, 1939 yılında Nasır, Hür Subaylar Hareketi’ni kurmuştu. Örgütün siyasi çizgisindeki değişme, örgüt içinde bölünmelere de neden oldu. Benna, Vefd ile kralcılar arasındaki çatışmalarda kraldan yana tavır koyuyor, ayaklanmaya karşı çıkıyor, örgüt içinde krala yönelik eleştirilere muhalefet ediyordu. (Lia s. 271) Örgüt içinde ayaklanmayı savunan muhalefet 1940 yılında askeri bir kanat oluşturdu. Savaş başlayınca örgüt bir bildiri yayınlayarak Mısır’ın bağımsızlığını istedi. Cemiyetin 1941 yılının başında yapılan 6. Kongresi’nden, İngiliz aleyhtarı kararlar ve ilk defa Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi istemi çıktı. Benna bu Kongrede yaptığı konuşmada, milli şirketlerin ve fabrikaların kurulmasını, yerli sanayi korumak için gümrük duvarlarının konulmasını da istedi. (Lia s. 260). Bu istemlere rağmen Hasan el-Benna savaş sürecinde Kral ve saraya karşı hep uysal, uzlaşmacı, işbirlikçi bir tavır içinde oldu. Örneğin Saray, örgütün seçimlere katılmamasını, İngiliz-Mısır sömürge anlaşmasına sadakatini ilan etmesini istedi. Cemiyet karşı çıkmasına rağmen Benna bu dayatmalara uydu. Benna ayaklanan el Ezherlileri kınadı ve İhvan’ın bu gösterilere katılmamasını istedi. Ve sonunda örgüt Benna’yı dinlememeye başladı. İhvan 1945’ten yani savaş bittikten sonra silahlı mücadeleyi başlattı. Bunun üzerine örgüt kapatıldı. Bunun sorumlusu olarak görülen Nugrasi Paşa İhvan tarafından Aralık 1948’de öldürüldü, ardından da 1949 Şubatında Benna katledildi. Örgüt mücadeleye devam etti. 1950’de tekrar yasal statüye kavuştu. 1951 yılında Süveyş’te İngilizlere karşı gerilla mücadelesi başlattı. 1952 yılından itibaren İngilizlere karşı ayaklanmalar ülkeye hızla yayıldı ve Temmuz 1952’de Kral Faruk devrildi. Müslüman Kardeşler kralı deviren harekette subaylar ve milliyetçilerle birlikte davrandılar. Hatta Seyyid Kutub Müslüman Kardeşleri temsilen ihtilal komitesinde görev aldı. S. Kutub Komitedeki tek sivil üyeydi. Ama birkaç ay sonra Komitenin İslami bir yönetim kurmayacağını gören Kutub istifa etti. Nasırlı Yıllar ve İhvan Devrimden sonra Necip ile Nasır arasında başlayan mücadelede Müslüman Kardeşler Necip’in yanında saf tuttular. Bu tavır örgütün dağılma, erime sürecinin de başlangıcı oldu. İktidarı ele geçiren Nasır, muhalif gösterileri bastırdı ve Vefd’li, solcu, İhvancı elemanları ordudan attı. Cemiyet yasadışı ilan edildi, dergileri kapatıldı ve liderleriyle birlikte binlerce üye tutuklandı. Kutub da tutuklananlar arasındaydı. Ama 1954 Martında tutuklananların tümü serbest bırakıldı. Ardından 26 Temmuz 1954’te Nasır’a suikast girişiminden sonra örgütle Nasır arasındaki köprüler tamamen atıldı. İhvan liderleri ve örgütün 4000’den fazla üyesi tutuklandı. İdam edilenler oldu. Bu süreç sonunda İhvan etkisizleşti, kitlesel gücünü yitirdi. Bu durum sadece baskı ve yasakların bir sonucu değildi. Nasır’ın uyguladığı ve Sovyetler tarafından da desteklenen ekonomik politikalar bu sonucun ortaya çıkmasında önemli rol oynadı. Bunun yanı sıra Nasır izlediği emperyalizme karşı kişilikli duran Pan Arapçı politikalarla Mısır’ı Arap dünyasının lideri haline getirdi. Daha düne kadar İngiliz imparatorluğunun elinde basit bir oyuncak olan Mısır’ın, İslam dünyasında ve dünya çapında, kendisinden söz edilen, dikkate alınmak zorunda olan bir ülke haline gelmesi, Mısır halkını Nasır’a bağladı. Bu dönemde Arap milliyetçiliği, Pan Arapçılık Mısır halkındaki İslamcılığı ezdi geçti. 1960’lı yıllarda İhvan ve Mısır İslamcılığı tekrar kendisinden söz ettirdi. 1960’larda Nasır İhvan’ın çalışmalarını tekrar serbest bıraktı. Nasır’ın amacı komünistlere karşı bu gücü kullanabilmekti. Ama İhvan rejime karşı bir komploya karıştı ve aralarında Seyyid Kutub’un da bulunduğu üç İhvan lideri asıldı. Seyyid Kutub her ne kadar İhvan’cı olarak bilinse de, Mısır’da İslamcı hareketin gelişiminde yeni bir aşamayı temsil eder. Kutub’un görüşleri ve tavırları ile Benna’nın ve Benna’dan sonra İhvan’ın başına gelenlerin görüşleri, tavırları arasında çok önemli farklar vardır. Ama bunlar ayrıca tartışılmalıdır. Kutub’un asılmasından sonra Müslüman Kardeşler içinden yeni örgütler çıktı. Daha çok Seyyid Kutub’un fikir ve eyleminden etkilenen ve silahlı mücadeleye eğilimli bu gruplar ciddi bir güç olamadılar. Müslüman Kardeşler ise, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde uygulanan iç ve dış politikalar sayesinde Mısır’ın en büyük düzen içi muhalif gücü haline geldiler. Enver Sedat ve İhvan 1970 yılında Nasır’ın ölüp yerine Enver Sedat’ın geçmesiyle İhvan’ın da önü açıldı. Müslüman Kardeşler, el-Ezher ve Başmüftü ile birlikte Mısır’daki yönetimin önemli dayanaklarından biri oldu. Enver Sedat İhvan’a Nasırcıları temizleme işini verdi. “1970’lerin başlarında (…) İhvan’ın eski muhafızları, Nasırcılara ve solculara karşı cezaevinden çıkarılmışlardı” (Dökmeciyan s. 128). Enver Sedat’ın Nasırcılığı tasfiye girişimleri ve Amerikancılığı Türkiye’deki dindar kesim tarafından da coşkuyla karşılandı. 30 Eylül 1970 tarihli Nurcu Yeni Asya gazetesinde, Nasır’ın ölümü üzerine yapılan yorumlar vardı. Bu yorumlarda Nasır, Mısır’daki hatta diğer Arap ülkelerindeki Müslümanları ezen biri olarak tanıtılıyordu. Yazıda, Nasır’ın başlangıçta ABD ile de iyi ilişkiler içinde olduğu ve Müslüman Kardeşler tarafından desteklendiği belirtiliyordu. “Müstebit Nasır’ın Arap alemine yaptığı kötülükler sayılıp tüketilemez” diyen yazı: “’Gebertilecek ölü’ hakkında şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz” cümlesiyle bitiyordu. Enver Sedat’ın Nasırcılığı tasfiyesi ve sola saldırıları da, aynı gazetede şu coşkulu başlıklarla duyurulacaktı: “E. Sedat, Aşırı Sola Karşı Savaş Açtı” (5 Mayıs 71) “Nasır’cı İdarecilerin Başları Uçuruluyor/ Mısır’da Komünistler Temizleniyor.” (15 Mayıs 71) Enver Sedat sadece Müslüman Kardeşleri değil, dini de kullandı. Örneğin Sedat, 1971 Anayasasına, Mısırın resmi dininin İslam olduğu hükmünü koydurdu. 1977 Ocak ayaklanmalarından sonra tefecilik, hırsızlık, zina, içki gibi suçlara İslami cezalar getirdi. Mart 1980 yılında şeriat halk oylamasıyla anayasanın temel kaynağı kabul edildi (Dökmeciyan s. 120). Resmi binalara İslami sloganlar asıldı. Sedat konuşmalarına besmeleyle başlayıp, Kur’an’dan ayetlerle bitirmeye başladı. Onun döneminde İslami gruplar üniversite, bürokrasi ve ordu içinde güçlendiler. Sedat’ın bu tavırları doğal olarak Kıpti ve liberal Müslümanlar tarafından tepkiyle karşılandı. Enver Sedat dönemi toplumsal muhalefetin yükseldiği bir dönem oldu. Toplumsal muhalefet, Enver Sedat’la birlikte değişen ekonomik ve sosyal iç politikaların, Amerika ve İsrail’le işbirliğine dayanan dış politikaların bir ürünüydü. Uluslararası sermaye ile bütünleşerek daha da gelişmek isteyen Mısır burjuvazisine, emperyalizm de kendi şartlarını dayatmıştı. İsrail’in tanınması ve Sovyetler’e karşı tavır alınması bu dayatmaların başta gelenleriydi. Ekonomik alandan devletin çekilmesi, emperyalist sermayenin önünün tümüyle açılması, sosyal devlet politikalarına son verilmesi de bu dayatmalar arasındaydı. Uygulanan ekonomik ve sosyal politikalara karşı 1977 yılında Nasırcı ayaklanmalar meydana geldi. İhvan da bu ayaklanmalar sırasında Enver Sedat’a eleştiriler yöneltmeye başladı. Ama İhvan’ın eleştirileri, İsraille yakınlaşma, kadına batılı bakış, Kıpti Hıristiyan azınlığı destekleme gibi düzene zarar vermeyen konular üzerinde toplanıyordu (Dökmeciyan s. 119). 1979 Martında Mısır, İsrail’le Amerika’nın gözetiminde Camp David barış anlaşmasını imzaladı. İslam dünyasında büyük tepkilere neden olan bu anlaşmaya, İhvan sessiz kaldı yani sessizce destekledi. Bu nedenle örgüt hem kendi tabanının hem de diğer ülkelerdeki kardeş örgütlerin tepkisini çekti. Enver Sedat 1981’de, İhvan’dan ayrılan ve İhvan çizgisine karşı olan el–Cemaatü’l-İslamiyye isimli bir örgüt tarafından öldürüldü. Müslüman Kardeşler, Sedat’ın ardından gelen Hüsnü Mübarek’le de uyum içinde çalıştılar. Hatta Örgüt, Mübarek döneminde, onun göz yummasıyla başka bir partiden aday gösterip birkaç milletvekilini meclise soktu. Örgütün lideri Ömer et-Tilmesani 1984 yılında şöyle diyordu: “Teşkilatın kurucusu Hasan el-Benna ve halefi el-Hudeybi de şiddet olaylarını tasvib etmemekteydiler. Ben de bu iki başkan gibi şiddet hareketlerine karşıyım. Bu ülkede veya herhangi bir İslam coğrafyasında yönetenler ile yönetilenler arasında meydana gelebilecek şiddet olaylarından hiç birini onaylamıyorum” (akt Verdani s. 65). Tilmesani Papa’yı tebrik için ziyaretine de gitti. İhvan İran devrimini başlangıçta sempatiyle karşıladı. Ama Mübarek döneminde bu tavrını da değiştirdi. İhvan yöneticileri Mübarek döneminde emperyalizmle bütünleşmiş büyük burjuvalar haline geldiler. Bunlar büyük ticari şirketlere, otel ve bankalara anonim şirketlere sahip oldular. İhvan mensupları zenginlikte birinci sırayı tutarken, ikinci sırada ise Selefiler geliyordu.2 Devrim ve İhvan Emperyalizmle ve Mısır yönetimiyle sürekli işbirliği içinde bulunmuş, bu sayede büyük bir ekonomik güce ve sosyal örgütlenme ağına kavuşmuş olan Müslüman Kardeşler, 25 Ocak 2011’deki devrime başlangıçta tepkiyle yaklaştılar. Sokağa çıkmadılar. Ne zamanki sokaktaki gücün iktidarı devireceğini gördüler o zaman meydanlara döküldüler. İhvan’ın sürece katılmasının emperyalizmin ve Mısır egemenlerinin onayıyla meydana geldiği daha sonraki gelişmelerle anlaşıldı. Halkın pek itibar etmediği göstermelik ve hileli seçimlerde egemenler İhvan’ı iktidara getirebilmek için her yola başvurdular. Yoksulları seçim sandığına götürebilmek için gıda paketleri dağıttılar. (Kimden öğrendiler acaba?) Bunlara rağmen katılımın yüzde 40’lar düzeyinde kaldığı bir seçimlerde oyların yarısın alabilen Mursi iktidara geldi. Bunun içinde Selefilerin de desteği vardı. Yani Müslüman Kardeşler abartıldığı kadar toplumsal desteğe sahip bir örgütlenme değildi. Mursi başa geldikten sonra Mübarek döneminde uygulanan emperyalizme bağımlı ekonomik ve siyasi politikalarda hiçbir değişiklik yapmadı. Yapamazdı da. Çünkü kendileri de bu politikaların ve işbirliğinin bir ürünüydüler. Sokaktaki demokratik hareketi ekarte edip kendilerini iktidara taşıyanların kim olduğunu herkesten iyi biliyorlardı. Camp David anlaşmasına dokunmadılar. Ama Filistinlilerin tünellerini lağımla doldurmayı ihmal etmediler. Bu arada yedek lastik Selefiler de Camp David anlaşmasına saygılı olduklarını ilan ettiler. Dış ve iç politikada Mübarek’ten farklı tek adım atmayan, ortaya bir program bile koymayan İhvan yönetimi, eskisinden farklı olarak tek adamlığa oynamaya, her yere kendi yandaşlarını doldurmaya, devleti ve toplumu kendi kafasındaki İslama göre zorla biçimlendirmeye kalktı. Karşılığını da gördü. Mursi’ye karşı 22 milyon imza toplandı. Mursi 13 milyon oy almıştı. Mursi ordunun ve akıl hocalarının uzlaşma hükümeti kurma önerilerini reddetti. Muhalefetin erken seçim çağrılarını da reddetti. Mursi’ye karşı ikinci kez sokağa çıkanlar ilkinden çok daha kalabalık ve istemler olarak da çok daha ileriydiler. Polisin rakamlarına göre 16 milyon Mısırlı Mursi’ye karşı sokaklara dökülmüş, imzalarına sahip çıktıklarını göstermişlerdi. Durumun vehametini gören emperyalizm ve Mısır egemenleri orduyu devreye sokup, hem rejimi hem de Mursi’yi kurtarmaya çalışıyorlar. Selefiler de onlara yardım ediyor. Mursi ve İhvan bu satırların yazıldığı sırada darbeye direnmeye devam ediyordu. Fakat İhvan, emperyalizme ve Mısır’lı egemen güçlere uzun süre direnebilecek, hele de silahlı doğrudan bir çatışmayı göze alabilecek bir yapı değildir. İhvan darbenin kendisine karşı değil, sokaktaki Mısır halkına karşı yapıldığını, darbecilerin ve onların arkasındaki güçlerin İhvan’la bir alıp veremediklerinin olmadığını çok iyi biliyor. Ayrıca İhvan eğer emperyalizme doğrudan karşı koymaya, onunla savaşmaya kalkarsa çok şey kaybedeceğinin de bilincinde. Böyle bir durumda İhvan ve burjuva destekçileri sadece ekonomik güçlerinden değil, sahip oldukları siyasi sosyal imkanlardan, yasal örgütlenmelerden, basından da yoksun kalacaklar. Ve İhvan’ın sokaktaki kitleyi ardına alması mümkün değil. Recep Tayyip Erdoğan dışında ciddi bir destek de ortada yok. Sonuç olarak aklı başında düşündüğünde İhvan’ın efendileriyle uzlaşmaktan, zarar gören köprüleri tamir etmekten başka bir şansı yok. Belki 1960’larda ve 70’lerde olduğu gibi İhvan’dan, silahlı mücadeleyi savunan küçük grupların kopması söz konusu olabilir. Türkiye’deki Haziran ayaklanmasıyla ve Mısır’da tarihin en büyük kitle eylemiyle birlikte, 1990’lardan beri İslam ülkelerinin üzerinde esmekte olan dindar hava kırıldı. Emperyalizmin ılımlı İslam projeleri de, Büyük Ortadoğu Projeleri de fena halde duvarlara tosladılar. Dünyada ve İslam ülkelerinde uzunca bir aradan sonra yeniden bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm rüzgarları esecek. 12 Temmuz 2013 Kaynaklar: Dökmeciyan R. Hrair / Arap Dünyasında Köktencilik/ çev. Muhammed Karahanoğlu İlke Yayıncılık 2. baskı 2003; Hasan el-Benna/ Hatıralarım (Müslüman Kardeşler)/ Beka Yayınları çeviren: M. Beşir Eryarsoy, Osman Arpaçukuru 3. baskı 2007; Lia Brynjar/ Müslüman Kardeşlerin Doğuşu 1928-1942/ Yöneliş yayınları, çev: İhsan Toker, Ocak 2000; Reşid Rıza/ İttihad-ı Osmani’den Arap isyanına/ Klasik yayınları çev:Özgür Kavak Eylül 2007; Salih el-Verdani/ Mısır’da İslami Akımlar/ Fecr Yayınları 1998 çev. H. Acar-Ş. Duman [1] Bu doğru değildir. İslamcılık Mısır’dan önce Tatar burjuvazisi tarafından, Asya Müslümanlarına yönelik olarak Pantürkizm-Panislamizm biçiminde formüle edilmiştir. [2] Selefiler Mısır’daki İslamcı hareketin Suudi Krallığı ile girdiği ilişkilerin bir ürünüydü. 1950’li yıllarda “Ansaru’s-Sünneti’l-Muhammediye Cemaatı” adıyla önemsiz bir cemaat olarak çıkmışlardı. Bunlar Suudi Arabistan tarafından destekleniyor, mescitler açıyor ve Selefi düşünceyi yayan kitaplar yayınlıyorlardı. 1970’lere doğru üniversitelerde geliştiler ve eski örgütten kopan gençler Selefi bir örgüt yarattılar. Bu örgüt İhvanla ortak çalışıyordu ama İhvan’dan daha uzlaşıcı ve daha demagojik bir örgüttü. Lafız olarak İslamcılarla bir çok konuda aynı şeyleri söylüyorlardı. Ama siyasete ilgisiz görünüyorlar, sisteme yöneticilere isyana karşı çıkıyorlar, Suud yönetimini kıble olarak görüyorlar, Emperyalizme tek laf etmiyorlardı. Mısır’da Şiilik önemsiz olduğu halde Şiiliğe karşı büyük bir savaş içindeydiler. Öyle ki Cuma namazlarında bile Şia’ya hücum ediyorlardı (Verdani s.157). Selefiler Mısır’daki en uzlaşmacı, en işbirlikçi örgüt durumundaydılar. Suudi Kralları, emperyalizm ve Mısır yönetimleri tarafından desteklenen bu akım İhvan’dan sonra ikinci dindar akım haline gelirken, aynı zamanda önemli bir ekonomik güç haline de geldi.
Posted on: Mon, 19 Aug 2013 18:34:09 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015