Şeyh Muhammed Sıddık Gündüz el-Farukî (rahimehullah) - TopicsExpress



          

Şeyh Muhammed Sıddık Gündüz el-Farukî (rahimehullah) 1. Doğduğu ve Yetiştiği Yer Şeyh Muhammed Sıddık Gündüz Hoca Efendi 1937 yılında Erzurum ili, Karaçoban ilçesine bağlı Erenler (eski ismiyle Çokreşi) köyünde dünyaya geldi. Babası Şeyh Abdulbaki Efendi, annesi Zeliha Hanımdır. Annesi Beyro Köyünden olup eşsiz bir hanımefendidir. Şeyh Abdulbaki Efendi, meşhur Seyda-i Molla İbrahim Çokreşinin oğlu olan Şeyh Abdurrahman Çokreşinin oğludur. İlk okulu köyünde tamamlayan Hoca Efendi medrese ilmine devam etti. 2. Faruki Ailesi Burada yeri gelmişken büyük ailesinden bir nebze bahsetmek iyi olacaktır sanırım. Bununla ilgili daha önce bu konuyu Ustadın kardeşi Alim Molla M. Selim Gündüz Efendinin yazdığı ve bir mecmuada yayınlanan yazısını nakledeceğiz. Bu yazı Çokreşi köyüne ilk gelip yerleşen Seyda-i Molla İbrahimle ilgilidir. Molla İbrahim, Muş ili Bulanık ilçesi Mollakent köyünün tarihi medresesinin müderrisi Seyda-ı Molla Abdurrah­man Mollakendinin büyük oğludur. Dedesi Halidi tarikatının reisi Mevlana Halid-i Bağdadinin halifesi Bulanık ilçesi Semer Şeyh köyünde medfun olan Seyda-ı Molla Abdullah Hizanîdir, Bu neseb birkaç göbek ötede Molla Yusuf kanalıyla Mardinde medfun Ezzuli tarikatının kurucusu Sultan Şeyhmus Ezzuliye dayan­maktadır. Seyda-ı Molla Abdurrahman-ı Mollakendi medrese eğitimini Siirtin meşhur büyük âlimi aynı zamanda yakın akrabası olan Seyda Molla Halilin medresesinde tamamlar. Burada bütün il­imlerde icazetini bizzat Seyda Molla Halilden aldıktan sonra Muşa döner. Orada ders tecrübesini artırmak için bir süre meşhur Molla Resul Sipkinin yanında okuduktan sonra Muşun Til köyünde imam hatiplik ve müderrislik vazifesine başlar. Mem­leketin ileri gelen talebeleri onun yanında oku­mak için seferber olurlar. Til köyü bu ihtiyaca cevap vermekte zorlandığı için Bulanıkın Mol­lakent köyünün büyükleri tarafından tarihi medreselerinin baş müderrisliğine getirirler. Mollakentte, bölgenin ileri gelen ilim erbabının içinde yerlerini alacak talebeler yetiştirir. Ve talebelerinden bazıları: Şeyh Fethullah Verkanisi. (Seyda-ı Tağînin halifesi olan Şeyh Fethullah, aynı zamanda Seydanın oğlu olan Hazret lakabıyla meşhur Şeyh Diyaeddinin de şeyhidir) Seyda Molla Abdurrahman Taği hazretleri; (Meşhur Norşinli Seyda, Gavsın halifesidir aynı zamanda Seyda-ı şeyh İbrahimin de şeyhi ve üstadıdır. Pir-i Taği) Seyda Molla Halid Oleki (Gavsın halifesi) Seyyid Sıbğetullah Arvasi (Gavs-ı Gayda) lakabı ile meşhur. Hacı Süleyman Bitlisi, Seydanın halifesi Oğlu, Molla İbrahim Çokreşî Üstad Molla Abdurrahman Mollakendi, medrese ilminin ve müderrisliğinin yanında tasavvuf ilmine de başlar. Nakşibendî tarikatı mürşitlerinden Bitlisli Şeyh Muhammed hazretlerine intisap eder. Ondan irşad ve tebliğ icazetini almasına rağmen medrede talebesi olan Seyyid Sıbğetullah Arvasiye intisap eder. Bu maksatla ziyaretine gittiğinde Gavs Hazretleri kendisine: -Üstad, Hoş geldin! ama geç geldin! diyerek vefatının yakın olduğuna, vazifesinin bitmeyeceğine işaret eder. Nitekim Gavs Hazretleri kısa bir süre sonra vefat eder. Onun yerine, manevi eğitimini tamamlamış olan aynı şekilde Üstad Molla Abdurrahman Mollakendinin medrese talebesi Şeyh Abdurrahman Taği geçer. Seyda kendisinden dua bekledik­lerini belirterek evine dönmesi gerektiğini söyler. Seyda-ı Şeyh İbrahimin annesi zamanın Saliha kadınlarından olan Safiye Hanımdır. Safiye hanım genç kızken rüyasında kuşağından sigara tabakasına benzeyen bir kutunun düştüğünü, kutudan birkaç taşın çıktığını, taşların bir kısmının etrafı aydınlatan bir ışık verdiğini görür. Gördüğü rüyayı babasına an­latır. Babası köyün imamına rüyanın tabirini sorar, o esnada müstakbel kocası Molla Abdurrahman o hocanın yanında ders okumaktadır. Hocaefendi Molla Abdurrahmana Bu kızı sana alalım, çünkü onun rüyası büyük hayra alamet­tir. Salih ve ışık verici evlatlar doğurmaya adaydır, sana münasip görüyorum. der. O da hocasının teklifini kabul eder. Gerçekten en büyükleri Seyda-ı Şeyh İbrahim olan her biri diğerinden üstün 5 erkek evlat dünyaya getirir. Bunlar: 1. Seyda-ı Şeyh İbrahim el Çokreşi, 2. Seyda-ı Şeyh Halil Hazretleri, 3. Seyda-ı Molla İsa Hazretleri, 4. Seyda-ı Molla Muhammed Emin Hazretleri, 5. Seyda-ı Şeyh Esad Efendi. Şeyh İbrahim Hazretleri 1848 yılında dünyaya gelmiştir. İlim tahsilini çoğunlukla babasından almıştır. Ara sıra civar medreselere giderek tahsilini devam ettirmiştir. 17-18 yaşlarında Muşun bir köyünde okuduğu esnada Gavs Hazretleri çıktığı irşat seyahatinde o köye de gelir. Orada Molla İbrahim ve kardeşi Molla Halil Gavs hazretler­ine intisap ederler. Gavs ertesi gün geri dön­mek için emir verir. Ancak etrafındaki müritleri irşad faaliyetinin kısalığına şaşırırlar. Müritlerden birisi Gavs hazretlerine sorar: -Efendim! iste­diğimiz gibi bir irşat olmadı sanki. Ancak sizi de çok keyif­li görüyoruz. Bunun hikmeti nedir acaba? Gavs cevaben der ki: -Gördüğünüz o sarışın ve mavi gözlü genç, hocamın oğludur ve bu memleketin de inşallah ki­lidinin anahtarıdır. Biz bu anahtarı aldığımız için keyifliyiz. O genç bizim için büyük bir umut olacaktır. Molla İbrahim zahiri ilimlerini bitirir ve icazet alır. Daha ömrünün ba­harında manevi ilimlerde ilerlemek için harekete geçer.Tasavvuf ilminde icazet almak için Hizanın yolunu tutar ve Gavs hazretlerinin tasavvuf ilminde talebesi olur. Babasının talebesi olan Şeyh Halid Oleki ve Şeyh Abdurrahman-ı Taği Hazretleri ile beraber onlardan yaşça çok küçük olduğu halde aynı rahlede ders almaya başlar. Zahiri ilimlerde icazetini muhterem babasından alan Molla İbrahim, manevi -yani tasavufî- icazetini ise Gavsın vefatından sonra, Gavs Hazretlerinin yanındayken ders arkadaşı olan şeyh Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinden alır. Daha çok genç olmasına rağmen büyük keşif ve kerametlere mazhar olmasıyla ünlenmiş, üs­tadının yakın ilgisine mazhar olmuştur. Üstadı kendisinden sohbetlerini ve işaretlerini kaleme almasını istemiş, diğer talebelerini de sohbetlerini yazmaktan menetmiştir. Onun kaleme aldığı kitap, üstadının sohbetleri ve işaretlerinin yanı sıra Gavs Hazretlerinin ve Seyyid Tahanın da nüktelerini içermesiyle üstadının ailesi ve müntesipleri arasında haklı bir ilgi ve payeye ulaşmıştır. Çokreşiye Bulanıkın Mollakork köyünden imam, müderris aynı zamanda yörenin mürşidi olarak üstadı tarafından görevlendirilip gönder­ilmiştir. Çokreşiye gönderilmesi şöyle olmuş­tur. Piri Taği Hazretleri Bulanık, Hınıs, Karayazı, Tekman, Tutağ yöresine irşada çıktığı zaman hepsinde İbrahim Efendiyi beraberinde götür­müştür. Yöredeki insanların hem dikkatlerini üzerine çekmiş hem de teveccühlerini kazan­mış, bu insanlar Seyda Taği hazretlerine: Sizin sürekli gelip gitmeniz mümkün olmadığından bizler sohbetinizden ve irşadınızdan uzak kalıy­oruz. Bölgemize İbrahim Efendiyi görevlendirmenizi istirham ediyoruz. diye ricada bulunuyorlar. Seyda Taği hazretleri İbrahim Efendiyi kendinden uzaklaştırmaya çok razı değilse de manevi eğitimini uygula­ması gerektiği düşüncesiyle rıza gösterir. Şeyh İbrahim, Çokreşi köyü ahalisinin bir bütün olarak üstadına bağlandığını görünce burada kalmaya karar verir. Büyük üstat Ey ahali! şunu bilin ki Molla İbrahim bir vücudun ayrıl­maz giyeceği olan karnisi yani iç fanilası kadar bana yakındır. O, olmazsa olmaz bir yol arkadaşıdır. Ama mesele dinimize hizmet, irşad ve tebliğ olunca -ki, zaten dünyaya bunun için gelmişiz- ayrılığını sabır ve metanetle karşılarız. İnşallah bunun karşılığını bulacağımızı ümit ediyoruz. Nitekim neticesi çok bereketli olmuştur. Böylece Çokreşiye yerleşir. İlim ve irfan yuvası olan Çokreşi (Erenler) köyü, Erzurum ili Karaçoban ilçesine bağlıdır. Karaçobanın kuzeyinde bulunan 100 hanelik bir köydür. Daha önce Karayazı ilçesine bağlı Göksu nahiyesinin Hınıs ilçesine sınırı olan son köyüydü. Şu an Karayazı ve Karaçoban ilçelerini birbirine bağlayan sınır köyüdür. Önceleri adı ve sanı bilinmeyen sıradan bir köy olan Çokreşi, Seyda Molla İbrahimin (ks) gelmesiyle orada medrese açılmış ve büyük âlimler yetişmiştir. Aynı za­manda açılan dergâhta tasavvufi ilimlerin tedrisatına başlanmıştır. Onun için Çokreşiye (menbaul-ilim vel-irfan) yani ilim ve irfan pınarı adı verilmiştir. Burada zahiri ve batini ilimlerde derin ve aydın alimler yetişmiştir. Bu alimlerin memlekete ciddi faydaları olmuştur. Çokreşi; Seyda Şeyh İbrahim ile şerefyab olduktan sonra memleketin büyük yerleri arasında yer almıştır. Buhara, Hemedan, Kasrıarifan, Ser-hend, Delhi, Şam, Nehri, Gayda ve Norşinin altın silsilesine takıldığı için onlar gibi meşhur olmuştur. Çünkü denilmiş ki (Şerefül mekânı bil mekin) mekanın şerefi o mekanda ikamet eden şerefli zatlarla olur. Yani yer, şerefini üzerinde barındırdığı kıymetli insanlardan alır. O günden bugüne onun himmetiyle aynı yola devam edilmektedir.[1] Ailesinden bir nebze bahsettiğimiz ustadımızın hayatını nakletmeye devam ediyoruz. 3. İlim Tedrisatı ve Üstadları Çokreşide bir müddet okuduktan sonra oradan ayrılarak Beyro Köyünde imamlık yapan Abisi Molla İbrahim Efendiden ders aldı. Orada belli bir dönem kaldıktan sonra ilmini artırmak için Muşun Bulanık ilçesine bağlı Tırtop Karyesinde bulunan meşhur allame Molla Reşit Tırtopî Hocadan ders aldı. Daha sonra Malazgirte bağlı Dignük Köyünde bulunan seyda-i molla Sadıktan ders aldı. Doğu ve Güneydoğuda meşhur olan Molla Sadık, herkesin yanında ders almayı çok arzuladığı aydın bir alimdi. Oradan da yörenin diğer meşhur alimlerinden Seyda-i Molla Muhyuddin Havili gibi bazı alimlerden ders aldı. Doğu ve Güneydoğu illerinin değişik yerlerinde tedrisatını bitirdikten sonra babasının köyü olan Çokreşiye geri döndü. Bu arada Şeyh Mücahid Efendinin kızı Hüsnücemal Hanımefendiyle evlenmişti ve çocukları olmuştu. 4. İmamlık Vazifesine Başlaması Arapça ilmini tamamlamasının ardından Çokreşiye yerleşen Hoca Efendi daha sonra babasının izniyle Karayazı İlçesine bağlı Maksut Mezrasında imamlığa başladı. İki yıllık vazifesini zor şartlar altında en güzel şekilde yaparken yoğun istek üzerine aynı ilçeye bağlı Avzıravk (İncesu) Köyüne imam olarak gitti. Orada medrese açtı. Kaldığı dört yıllık süre içinde pek çok talebe yetiştirdi. 1970 yılında aynı şekilde Erzurum’un Karayazı ilçesine bağlı Deliki (yeni ismiyle Çayırbeyli) köyüne imam oldu. 1979’a kadar burada bu vazifeye devam etti. Bu süreçte pek çok talebe ve ilim adamı yetiştirdi. Yetiştirdiği talebelerini ihtiyaç duyulan köylere imam olarak gönderdi. Talebeleri gittikleri yerlerde insanları aydınlatıyorlardı. Deliki Köyünde imamlık yaptığı süre zarfında ölümle neticelenebilecek pek çok olay önledi. Bütün bu gayreti ve cesurca davranışları köylülerce takdir edildi. Namı civar köylere de yayılan Hoca Efendi hem köylülerince hem de civar köylülerce çok sevildi. İmamlık yaptığı diğer köylerde olduğu gibi burada da çok sayıda talebe yetiştirdi. Tabi ki bütün bu süreçte onun en büyük destekçisi muhtereme zevcesi Şeyh Mücahid Efendinin kızı Hüsnücemal Hanımefendiydi. Bu büyük kadın her konuda sonsuz desteğini ondan esirgemedi. En zor şartlarda bile onun yanında oldu ve hep onu teselli etti. Bir yandan da çocuklarını büyütüp onları yetiştirmekle ilgilendi. Çokreşi Köyünde yanan ilim meşalesini gittiği köylerde de tutuşturmuş, yetiştirdiği ilim talebeleri aldıkları irfan meşaleleriyle doğu ve güneydoğuyu aydınlatıyorlardı. Şeyh Muhammed Sıddık Hoca Efendi, çocuklarını daha iyi eğitmek ve medrese ilmini batıda da devam ettirmek niyetiyle Ege Bölgesi, Manisa İline göç etmeye karar verdi. Onun bu düşüncesine büyük ailesi de iştirak etme kararını aldı. Büyük Faruki ailesi olarak sahip oldukları köklü ilmi Ege Bölgesinde de insanlarımızın istifadesine sunmak için Manisa’da bir çiftlik satın aldılar. Fakat hedefledikleri şey tahakkuk etmedi. Nisbeten hedefin dışına sapma olunca ciddi bir ikaz aldılar. Manisaya yerleştikten sonra medrese ilmi ve talebe yetiştirme faaliyetleri inkıtaa uğramış olsa da Muhterem Muhammed Sıddık Hoca Efendi boş durmadı. İlim merkezlerine gidiyor ve ilim adamlarıyla tanışıp buluşuyordu. Meşrebi olan Nakşebendi Tarikatında ilerlemenin yanı-sıra Nur Cemaatleriyle de irtibata geçiyordu. Özellikle M. Fethullah Gülen Hocaefendinin Egede olduğu dönemlerde onun hareketine gönülden inanıyor ve her fırsatta hizmetlerine ve şahsına dua ediyordu. Bu durumu vefatına kadar devam etti. Çocuklarını okutmak için ciddi gayret gösterse de akıbetleri takdirin ötesine geçmedi. Merkeze bağlı Horoz Köyde ikamet ettiği dönemlerde orada güzel bir caminin inşasına vesile oldu. Halen ibadete açık olan cami Şeyh Sıddık Hoca Efendinin camisi diye biliniyor. 1979-89, on yıllık Manisa hayatından sonra ilim ve irfan şehri İstanbul’a 30 Haziran 1989 tarihinde göç etti. İstanbul hayatı 2011 yılına kadar çeşitli mücadelelerle geçti. bir kaç kez medrese açtı. Fakat gelen talebelerde ilim aşkı ve hedefini tahakkuk ettirecek potansiyeli bulamayınca kapatmak zorunda kalıyordu. Tabi ki maddi imkanların sınırlı oluşu da kapatmasına ayrı bir sebepti. Fakat hayalinde hep bir özlemi vardı. Yurt tarzında büyük bir bina yaptırıp orada ders vermek, talebe yetiştirmekti. Özlemini yer yer dua ile dile getirirdi. Ya Rabbim bana ömrümün sonunda dahi olsa büyük bir mekanı nasip et. Orada ilimle uğraşan çocukların seslerini kulağımla duyayım. İlim özlemim gitsin. Ondan sonra emanetini alacaksan al, derdi. Her haliyle ilim aşığı bir zattı. Saatlerce kitapları müzakere eder, okuduklarından not alırdı. 70 yaşını aşmasına rağmen bilgisayar almış bizzat kendisi kitap yazmakla meşgul olurdu. Bu eserin Arapça kısmı de onun çalışmalarının neticesidir. Küçük çocuklara Kuran-ı Kerim dersini vermekten asla sıkılmazdı. Kurduğu vakıfta onlarla saatlerce uğraşırdı. Bu işi daha sistemli ve legal bir zeminde yürütmek için vakıf kurmaya karar verdi. İmkanları çok elverişli olmadığı halde Faruki İlim ve Kültür Vakfı ismiyle bir vakıf kurmaya Allahın izin ve inayetiyle muvaffak oldu. Onun bu samimi girişiminin neticesinde kurduğu vakıftan sonra vakıf kurmak devletin çıkardığı yasayla son derece güçleşti. Ustad, kurduğu vakfı büyük dedesi Molla İbrahim-i Çokreşî veya Şeyh Abdurrahman-ı Çokreşî ismiyle kurabilirdi. Ancak çok basiretli ve son derece iyi niyetli düşündüğü için böyle yapmadı. Bu isimlerle kurması için yapılan tekliflere iltifat bile etmedi. Onun tek gayesi bütün şıklarıyla Farukî ailesini bu çatı altında birleştirmekti. Bununla hem aile kültür mirasını bir araya getirmiş, hem nesle sahip çıkma imkanını sağlamış hem de bütün aile bireylerinin ilim-irfan ve hayırlı işlerde dayanışmalarını sağlamış olacaktı. Ancak büyük özveri ile ortaya koyduğu bu düşünce ve düşüncenin ürünü vakıf, tam takdir edilmedi ve gereken destek hakkıyla verilmedi. Ama o hiç bir zaman bu gayretinden, azminden ve inancından taviz vermedi. Ömrünün sonuna kadar bu mücadelesine devam etti. Vakfı kurarken tüzüğü için defalarca -onca ilerlemiş yaşına rağmen- avukatın ayağına gitti geldi. Vakıf tüzüğünün her bir maddesi onun onayından geçti. Birkaç tüzüğün karşılaştırılmasıyla en uygun tüzük ortaya çıktı. Bu süreçte akrabalarını ziyaret etti, bu çalışmalarından onları haberdar etti ve hedefinin tahakkuku için yardımlarını taleb etti. Nihayetinde belli bir seviyede muvaffak oldu. Aslında hedefi bütün Türkiyedeki Farukilerle irtibata geçmekti. Bunu söylemin ötesinde eylemiyle de belli bir seviyeye çıkarmış ve Türkiyenin farklı bölgelerinde yaşayan Farukilerle haberleşmişti. Bu gayret, çaba ve heyecanıyla adeta yirmili yaşlarında idealist bir genci andırıyor ve günümüz gençlerine çok güzel örnek oluyordu. 5. Tasavvuf Yönü Şeyh Muhammed Sıddık Hocaefendi imamlık yaptığı dönemlerde aynı zamanda babası Şeyh Abdulbaki Efendiden tasavvuf dersi alıyordu. Tasavvufta icazetini Manisaya taşınmadan aldı. Babası Şeyh Abdulbaki Efendi Seyda-i Molla Yahyanın halifesidir. Seyda-i Molla Yahya da Şeyh Abdulbaki Efendinin muhterem babası Şeyh Abdurrahman Çokreşi Hazretlerinin halifesidir. O da Şeyh İbrahim Çokreşinin oğludur. Babasından icazeti alan Şeyh Muhammed Sıddık Hoca Efendi irşad ve tebliğle meşgul oldu. Bir taraftan yanına gelen insanlara hakkı hakikati anlatırken diğer taraftan insanların ayağına giderek bu vazifeyi yaptı. Günümüzde irşad ve tebliğin sadece ayağına gelenlere yapmanın yeterli olmadığını, gerektiğinde insanların ayağına gidilmesi gerektiğini de fiilen göstermişti. Vefatından sonra taziyesine akın akın gelen insanlar ustadın nasıl bir fedakarlık sergilediğini anlattıklarında etrafındakiler hayretler içerisinde kalmışlardı. Hakkı anlatmak için Egeden Marmaraya oradan Akdenize oradan da İç Anadoluya giderek insanları bulundukları yerlerde aydınlattığını öğrendiler. Halbuki seyahatlerine anlam veremeyen yakınları yer yer eleştiriye tabi tutarlardı. Oysa o, başka alemde Rabbin rızasını yakalama derdindeymiş. Netice itibariyle o hayatı boyunca sıla-ı rahme son derece önem veren, akraba ve dostlarını her zaman ziyaret eden, insanların dertlerini paylaşan, sıkıntılarına ortak olup çözüm üretmeye çalışan son derece engin bir insandı. 6. İbadeti ve Kutsal Mekanlara İştiyakı Bu kadar enginliğe sahip bir zatın hayatını birkaç sahifeye sığdırmak mümkün olmasa da bir mukaddime olması yönüyle önemlidir. Bu kapsamda Aziz Hocamızın ibadet yönü ve kutsal mekanlara olan iştiyakı üzerinde bir nebze durmak istiyoruz. Hayatı tamamen rıza endeksliydi. Her gecesi ibadet ve Allaha kullukla geçmişti. Onu hatırlayanlar hep kıyamda Hakkın huzurunda elpençe divan durduğuyla hatırlarlar. Kulluğuyla derin, yaptıklarıyla Rıza-ı Bariyi isteyen, secdesinde Hakk karşısındaki duruşunu ortaya koyan bir Hakk dostuydu. Aşağıda arz edeceğimiz örnekler onun ibadete olan düşkünlüğünü ve Hakk rızasına olan bağlılığını gösteren pek çok vakadan bazılarıdır. 1995 yılında geçirdiği bir kalp krizi neticesinde yoğun bakımda kalması gerektiği için doktoru hastanenin yoğun bakımı bölümünde kendisine yer ayırır. -Hocam insanlar çok gelip gidiyorlar sizi rahatsız ediyorlar. Halbuki yorulmamanız gerekiyor. Onun için sizi oraya almamız lazım, der. Hoca Efendi: -Peki nasıl olacak, diye sorar. -Kimse gelmeyecek, iyileşene kadar da yerinizden kıpırdamayacaksınız, deyince: -Peki namazım, namazım nasıl olacak? -Onu da terk edeceksiniz, cevabı karşısında: -Namazımı kılmama mani olacak ne o kalbi ne de o hayatı istemem, der. Sizin dediklerinize uyacağım ancak namazıma hiç bir şey engel olamaz, hayatıma mal olsa bile. Onun için evde kalacağım. Dediği gibi evinde kalıyor, insanlarla görüşmüyor, yorucu şeylerden kaçınıyor. Fakat namaza gelince sandalyede kılması isteniyor, kabul etmiyor, başının önüne secde yapması için yastıklar konuyor onları da kaldırıyor. Secdede başını doğrudan yere koyuyor. Yolculuklarında beraberindeki insanların namaz konusundaki hassasiyetini müteaddit vakalarda haber vermişlerdir. Burada hepsini nakletmemiz çok uzun olacağından bir iki misalle yetineceğiz. Mesela bir keresinde uzun yoldan dönerler. Bindiği otobüsün kaptanı sabah namazı için durmadığından namaz geçecek korkusuyla ıssız bir yerde iner. Yanında bulunan oğlu: Baba buradan nasıl yolumuza devam edeceğiz diye sorar: Önce namazımızı kılalım Allah kerimdir, karşılığını verir. Namazdan sonra gelen bir araç onları alır ve gidecekleri yere bırakır. Bütün seferlerinde namazlarını tadil-i erkanla kılar, sünnet ve tesbihatını de bitirmeden çıkmazdı. Yol arkadaşları araç kaçacak endişesiyle, sefer kolaylıklarından istifade etmemiz gerekir deseler de o asla yapacaklarını terk etmez. Kuran aşığı bir insandı. Kuran-ı Kerimle o kadar yakın olmuştu ki bir hafızın hızıyla okuyor, hangi ayet hangi sürededir çok iyi bilirdi. İstediği ayeti hemen bulurdu. Her ay 5-6 hatimden fazla çıkarırdı. Evrad u ezkar, Cevşen ve diğer virdlerini asla terk etmezdi. Sünnet-i Seniyyeye son derece bağlıydı. Nafileleri kaçırmamaya özen gösterirdi. Kısaca Rabbin rızasını kazanmaya vesile olabilecek bütün amelleri işlemeye hassasiyet gösterirdi. Belki ilerde bütün bu yönlerini daha detaylı bir şekilde müstakil bir eser olarak kaleme alınır ümidiyle kısa kesiyoruz. 6. Ve Kutsal Beldelere Yolculuk 31. 07. 2011 pazar günü ikindiye doğru saat 15:30 da umreye hareket edecek. Sabah kahvaltısını Başak Şehirde oturan oğlunun evinde çocuklarıyla beraber yapar. Neşe ve heyecan içindedir. Aslında Rabbine yürümek için hazırlandığını kimse aklının ucundan bile geçirmemişti. Gittiği gezdiği her yerde helalleşmiş ve vedalaşmıştı. Borçlu olduğu kimselere çok azı müstesna kalan borcunun tamamını ödemişti. Mesela, yolculuğundan iki gün önce, medresesinde talebeliğini yapmış, geçimini çiğ köfte satarak temin eden Cumalıye uğrar. Cumalı, hocam bir şeyler yer misin diye sorar? Köfte getirmesini söyler ve bu yediğim son köfte, seninle de son görüşmem olacak, der. Şaşıran Cumalı, vefatını öğrendiğinde taziyesinde gözyaşlarıyla nakleder. Müdavimi olduğu cami cemaatinden Siirtli bir vatandaş: Hocam telefon numaranızı verseniz de bazen lazım olur sizi aramak istiyoruz, diye ricada bulunur. Bundan sonra telefonuma kimse ulaşamaz cevabını verir. Adam şaşırır, vefatını öğrenince inkisar içinde olayı nakleder. Birkaç gün önce adeti üzere Bursaya gitmiş. Orada bulunan insanları ziyaret etmiş, dertleriyle ve sıkıntılarıyla ilgilenmişti. Akşam konağına dönmüştü. Konak sahibi umrede geçecek bir aylık ayrılığın zor olacağını söylemesi üzerine; bundan sonra kıyamete kadar görüşemeyeceklerini söylüyor. Ev sahibinin hanımı kapının arkasından feryadı koparıyor ve ustad neden böyle konuşuyor diye çok üzülüyor. Birkaç gün sonra vefatını öğrenince dünyam yıkıldı diyerek acısını ailesiyle paylaşmaya geldi. Bunlar gibi daha pek çok vaka nakledildi. Kahvaltıda evlatlarıyla yaptığı sohbet esnasında birkaç kez artık geri dönmeyeceğini ima etse de çocuklarının aklına böyle bir ihtimal gelmemiştir. Kaçamak bakışlarla çocuklarını hasretle seyredişi kendisine hizmet eden gelini tarafında fark edilir fakat kimseye söylemez. Neşe içinde yapılan kahvaltının ardından vaktin müsaitliği nisbetinde çay muhabbeti yaparlar. Bir ara gece boyunca hiç uyumadığından, uykusunun gelmediğinden ve heyecanından bahseder. Uyusaydın keşke babacığım çünkü orada yorulacaksın, diyen oğluna, Olsun, uçakta 1-2 saat uyurum, der. Buna karşılık; uçakta yemek yiyeceğiniz için uyumaya zamanın olmayacak, deyince de önemli değil cevabını verir. Havaalanına giderler, ihramını giyer, kılınan sünnetlerin ve getirilen niyet ve telbiye ve tekbirlerin ardında beraberindekiler ihramlı şekilde fotoğraf çekilmek isterler. Daha önce fotoğraf çektirmeye müsaade etmeyen Hoca Efendi burada ses çıkarmaz, hatta poz verir. Bir ara oğlu ile amcası Şeyh Abdullah Efendinin oğlu M. Hafid Efendi aralarına aldıkları ustadla fotoğraf çekerken; Çekin çekin, ne de olsa kefeni giydirdiniz. sözünü ikisinin duyacağı bir şekilde söyler. Onlar böyle bir benzetmeye tebessüm ederler. Çünkü dinçliği ve heyecanı karşısında kimse böyle bir ihtimal düşünemez. Resimler çekildikten sonra son polis kontrolünden geçer. Fakat defalarca umreye gittiği halde bu seferki kadar heyecanlı olduğunu gören olmamıştır. Son kontrolden geçtikten sonra el sallamayı bile terk eder. Çocuklarından biri telefon açar: Baba adettendir, yolcu uzaklaşırken yolculayanlara el sallar. Bizi neden bundan mahrum ettin? der. O da heyecandan farklı bir kapıya gitmiş fark edince geri döner, kapısına yönelirken geridekilere el sallar. 8. Ve Kutsal Beldeler! Hacca ilk kez imamlık yaptığı Çayırbeyli Köyünde 1973te gitti. O zaman giydiği ihramını hep saklamıştı. Oğlu bir ara annesine; babam bu ihramını neden saklıyor, diye sormuştu. Annesi; baban bunu kefen diye saklıyor, cevabını vermişti. Tabi ihramdan kefen olur mu sorusu çocuğun aklında kalmıştı. Uzun, uykusuz ve yorucu bir yolculuğun neticesinde Mekkeye varırlar. Hanımıyla birlikte yatsı namazı, teravih ve tavafın ardında sahur için dışarı çıkarlar. Dönüşte sabah namazını kılarlar ve saye başlarlar. Hanımının naklettiğine göre umrede o kadar acele ediyordu ki sanki bir şeylere yetişecekti. Tavafta bir-iki defa sendelediği halde durmuyordu. Neden bu kadar acele ediyorsun, takatim kalmadı, düşüp bayılacağım itiraz ve ricalarıma takılmadan koluma girmiş beni de kendisiyle sürüklüyordu. Tavaf ve Say boyunca Alem-i İslama, dostlarına, sevenlerine ve ailesine bol bol dua etmişti. Artık son şafttaydık. Haydı az kaldı şuraya da vardık mı artık saçımızı kestirip otelimize geçeceğiz ve öğle namazına kadar istirahat ederiz diye beni teselli ediyordu. Merve Tepesine çıkmak üzereydik ki kolu benden ayrıldı yere düştü. Kolundan tutup kaldırmaya çalıştım fakat nafile. Arada 5 dakika geçmeden umrecilerin tekbir ve tehlilleri eşliğinde ruhuna Rahmana teslim etti. Sağlık görevlileri geldiler defin ve tekfin için alıp götürdüler. Orada bulunan dostları ve akrabaları defin için kendisini yalnız bırakmazlar. Ramazanın ilk günü (01.08.2011) Pazartesi sabah namazından sonra vefat ettiği halde defin ancak çarşamba günü ikindi namazına müteakip gerçekleşmiştir. Çarşamba gününe kadar uzamasına sebep, resmi işlemlerin devamının yanı sıra, Cennetul-Muallada defnedilmesi için araya giren bazı alimlerin ve tanıdıkların girişimleri olmuştur. Fakat bütün girişimler sonuçsuz kalır. Çarşamba günü ikindi namazında kılınan cenaze namazının ardından Cirane yolu üzerinde bulunan ve Mekke-i Mükerremeye 7 km yakınındaki Şerai-????? denilen Mekke kabristanına defnedilir. İhramdan çıkmadığı -Saçını kesmeden vefat ettiği- için ihramıyla ve başı açık namazı kılınır ve o şekilde defnedilir. Böylece 1973 yılından beri kefen olarak sakladığı ihramı kendisine kefen olur. Üç sene önce kendisiyle ramazan umresi yapan Diyarbakırda öğretmenlik yapan Hakkı hoca, Ustadın vefatın duyunca mazeret izni alır ve Ustadın evine taziyeye gelir. Defnedildiği yeri merakla sorar. Kabristan kendisine söylenince biraz durduktan sonra konuşur: Maşaallah. İki sene önce beraber ramazan umresi yapmıştık. Turumuzun rehberi doğudan bir hocamızdı. Beraberimizde Norşin Meşayihinden bir zatta vardı. Cennetul-Mualla kabristanının ziyaretindeydik. Norşinli ustadımıza hitaben: Kurban! Burada kim denfn olunmak istemez? dedi. Ustad iştiyakla tasdik etti ve Şeyh Muhammed Sıddık Hocama döndü: Hocam sen ne dersin? dedi. Hocam: -Ben burada istemem, şu ilerdeki kabristanda defnedilmek isterim. Çünkü burada insanı rahat bırakmıyorlar. Üst üste definler yapılıyor. Orası daha sakin gözüküyor, buyurdu. İşte Hocam şu anda işaret ettiği kabristanda medfundur. Rabbim Rahmet buyursun, bizleri de istikametten ayırmasın. Amin. Başta Efendimiz (s.a.s.)in mubarek ruhlarına, Hocamızın ve Muhtereme zevcesinin ruhuna bir Fatiha okumanız ricasıyla. Saygılarımla M. Sadık Gündüz / İstanbu l
Posted on: Fri, 15 Nov 2013 14:06:31 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015