Hakkı ÖZNUR Türk Solu’nun kendi içindeki çatışma, - TopicsExpress



          

Hakkı ÖZNUR Türk Solu’nun kendi içindeki çatışma, cinayet ve infazlar kitaplaştırıldı. Yazar kitabı binlerce belge ve dokümanı tarayarak yazdığını söylüyor. Kitap gizli servislerin sol örgütleri nasıl kullandığını göz önüne seriyor. Araştırmacı yazar Hakkı Öznur’un 1746 sayfa ve iki ciltten oluşan “Derin Sol” adlı kitabı solda yaşanan iç çatışmaları gün yüzüne çıkartmayı amaçlıyor. Binlerce belge ve dokümanı taranarak kaleme alındığı belirtilen kitapta; 1920’den bu yana sol örgütlerin iç çekişmeleri, cinayetler, infazlar, kavgalar, jurnaller anlatılırken, gizli servislerin sol örgütleri nasıl kullandığı ya da manipüle ettiği anlatılıyor. "1968’den günümüze ülkemizde sol grupların kendi aralarındaki fraksiyon çatışmalarından ve yaptıkları örgüt içi infazlarda, aralarında örgüt liderleri MK üyeleri, kurucular, militanlar ve sempatizanları dahil olmak üzere binlerce kişi öldürülmüştür. Derin solda ne iç çatışmalar, nede infazlar biter. Çünkü derin solun temelinde kan ve şiddet var.Derin SOL’da, geçmişten günümüze iç savaş tahrikçiliği yapan Marksist sol hareketlerin kanlı tarihi tüm çıplaklığıyla anlatılmaktadır. Bu tarihi ve belgesel çalışma; derin solun kendi yayınlarından ve belgelerinden, konuyla ilgili yüzlerce dergi, kitap ve belgelerden yola çıkarak hazırlanmıştır. Sahasında tek olan bu çalışma ülkemizde ilk defa derin solun karanlık yüzünü ortaya koymaktadır. Anlatılan derin solun kanlı tarihidir." Kitabının önsözü geniş bir metin halinde haberbank sitesinde yer aldı. Sitede yer alan haberde yayınlanan kitabın önsözü bakın neler anlatıyor? “Türkiye’deki Marksist solun ilk merkez üssü 10 Eylül 1920’de Moskova’ya bağlı olarak kurulan Mustafa Suphi’nin liderliğindeki Türkiye Komünist Partisi (TKP)’dir. TKP kuruluşundan çöküşüne kadar geçen 60 yıl boyunca Rusya’nın bir 5. Kolu gibi hareket etmiştir. Komünist örgütlerin Rusya’nın dış ülkelerdeki bir kolu olarak kullanılması Lenin zamanında kurulan 3. Enternasyonal (Komintern) ile başlamıştır. Rusya’nın emperyal politikalarında TKP ve benzeri komünist parti ve örgütler önemli görevler üstlenmişlerdir. Derin solun ana rahmi olan TKP illegal çalışmalarını sürdürürken uluslararası komünist hareket de çıkan iç tartışmalar ve tasfiyelerden etkilenmiştir. Sol içi ilk gruplaşmalar TKP’de 1925–1927–1929 tutuklamalarında ortaya çıkmıştır. TKP içerisinde bir grup Moskova’nın tezlerine ve yönlendirmelerine karşı çıkmıştır. TKP Merkez Komitesi (MK)’nde başlayan tartışmalarda taraflar birbirlerine “karşı devrimci “,”MAH ajanı” ,” Troçkist”, “ajan provokatör” gibi suçlamalar yapmışlardır. 1930 –1935 döneminde Nazım Hikmet gibi ünlü bir komünist ve bazı TKP liler de TKP lideri Şefik Hüsnü tarafından “burjuva satılmış hainler Troçkistler , karşı devrimci çete mensupları” diye suçlanmış ve partiden kovulmuşlardı. Derin sol 1935 –1950 döneminde Komintern’in anti–faşist cephe stratejisi doğrultusunda devlet kadrolarına sızdı. II.Dünya Savaşı’nın sonunda Faşizmin yenilgiye uğraması, Sosyalizmin güç kazanması SSCB’nin ön plana çıkması ülkemizde de bir kısım Moskova hayranı sol aydınların ve hareketlerin örgütsel çalışmalarını açığa vurmasını sağladı. Kültürel ve sosyal alanı çok iyi kullanan Marksist aydınlar epey de taraftar kazandılar. TKP çalışmalarının hız kazanması üzerine 1951 yılında TKP’ye yönelik yeni bir operasyon yapıldı. Lider kadroları tutuklandı, TKP çözüldü. Mensupları arasında “ajanlık” tartışmaları başladı. “Ajanlık ve muhbirlik”suçlamaları, MK üyelerinden parti üyelerine kadar yayıldı. Derin sol 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra rahatlayacaktı. Yeni hazırlanan Anayasa ve dönemin konjektürel şartları Türkiye’de sol hareketlerin yeniden filizlenmesine ve güç kazanmasına zemin hazırladı. TKP illegal olarak yurtdışından çalışmalarını sürdürürken, 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) de kapatıldığı 1971e kadar Marksist hareketlerin kök salmasında ve kitleselleşmesinde önemli bir rol oynadı. 1960’ların sonlarından itibaren dünya solundaki Pekin ve Moskova çatışması Türk solunu da etkiledi. TKP Moskovacı çizginin liderliğini üstlenirken, TİP de ise iç tartışmalar yaşanıyordu. TİP lideri Aybar Çekoslovakya’yı işgal eden SSCB’yi “otoriter”,”bürokratik” ve ”Stalinist” yöntemlere başvurmakla suçlayıp Sovyetlere tavır alırken parti içindeki ortodoks, Stalinist kanat (Aren ve Boran) Moskova’dan yana tavır takınıyordu. Soldaki ideolojik kamplaşma sadece Pekin–Moskova karşıtlığında değil Milli Demokratik Devrim (MDD)–Sosyalist Devrim (SD) tartışmalarında da kendini gösterdi.1967–1968’de TİP içinde MDD’ci bir grubun “CIA” ajanı suçlamasıyla partiden ihraçları gündeme geldi. CIA ajanı olarak suçlananlar da kendilerini suçlayan parti yönetimini, karşı devrime hizmet etmekle, SD’ci parti yöneticilerinden Behice Boran’ı “muhbirlikle”, Sadun Aren’i de” Amerikalılarla ilişki kurmakla” suçladılar. TİP içindeki MDD–SD tartışmaları dönemin devrimci gençlik örgütü (FKF)’nin ismini değiştirerek Dev–Genç’e dönüştüğü Ekim 1969’da yapılan 4. Kongresi’ne de yansıdı. Devrim tartışmaları Dev–Genç’te de bölünmelere neden oldu. İllegal TKP ve Aybar’dan sonraki TİP yönetimi de başını Mihri Belli’nin çektiği bir kısım eski tüfeklerin de yer aldığı ve devrimci gençliğin büyük bir kısmının da desteklediği MDD’yi “karşı devrimci” tez olarak değerlendirirken, Mihri Belli’yi “CIA” ve “MİT” ajanlığıyla suçluyordu. Bir dönem Mihri Belli ile birlikte Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD)’de hareket eden daha sonra ayrılarak Proleter Devrimci Aydınlık (PDA)’yı çıkartarak Maocu akımın Türkiye’deki liderliğini yapan Doğu Perinçek ve çevresi de Moskovacılar tarafından “CIA’nın Maocuları” olarak suçlandılar. Soldaki devrim ve ajanlık tartışmaları sol içi şiddeti de beraberinde getirdi. 1969 Nisan’ından 1971’in Mart’ına kadar TİP ve Dev–Genç içerisinde kongrelerden kurultay salonlarına ve genel merkez baskınlarına kadar varan karşıt grupların çatışmaları yaşandı. TİP lider ve yöneticileri dövüldü, silahlar çekildi. Latin Amerikan devrimci çizgisine yakın Dev–Genç mensupları kendilerine muhalif olarak gördükleri Perinçek’in liderliğindeki PDA çevresine “devrimci şiddet” uygulamaktan çekinmediler. Dev–Genç’ten ayrı bir yapılanmaya giden TİP’in gençlik örgütü SGÖ’ yü de bastılar, yağmaladılar, taraftarlarını yaraladılar. Sol içi şiddet Türkiye solunda kendini açık bir şekilde dışa vururken, soğuk savaş döneminin emperyal politikaları Türkiye solu üzerinden Türk devletine karşı yönelecekti. Türk solunda iç tartışmalar devam ederken, solda darbeci ve cuntacı (Dev–Güç) ve Demokratik Devrim Derneği (DDD) gibi gruplar da ortaya çıkacaktı. Doğan Avcıoğlu’nun teorisyenliğini yaptığı “Yön–devrim” çizgisi, bir kısım sol Kemalist aydın ve askerlerin desteğiyle Marksist Milli Demokratik Devrim (MDD)’ci akımlarla da ilişkiye geçerek, zinde güçlerin desteğiyle “milli demokratik devrimi” gerçekleştirmeye çalışacaktı. Partileri, programları hatta kabineleri bile hazırlanan sol darbe çalışmaları doğrultusunda Türk solu içerisindeki bir kısım örgütler, gençlik liderleri ve militanlarda bu askeri, militarist ve Baas’cı zihniyeti taşıyan grup tarafından darbe çalışmalarında kullanıldı. Doğan Avcıoğlu’nun çıkarttığı yayın organı “Devrim”, iç savaş tahrikçisi yayınlar yaparken Mao’nun Çin devriminden ve Latin Amerika’daki gerillacı hareketlerden etkilenen bir kısım devrimci gençlerde Orta Doğudaki Marksist örgütlerin kamplarında KGB ve GRU gibi gizli servis elemanlarının yönetiminde “gerillacılık eğitimi” aldıktan sonra yurda dönerek silahlı bir mücadelenin öncülüğüne soyundular. Bu kamplarda giydikleri gerilla giysisiyle, Ankara’nın göbeğinde Kızılay da devrimci öğrencilerin kalesi olan SBF’de, ODTÜ’nün yurtlarında ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyor, devrimci modadan etkilenen genç öğrencilerin hayran dolu bakışları altında hava atıyorlardı. Genelde gençlik hareketi içerisinde Sosyalist fikirlerle tanışan dönemin devrimci gençleri daha Marksist klasikleri ve karşıt fikirleri okumadan, öğrenmeden Ortadoğu’nun “terör” bataklığında “devrim hayalleri” kurdular. Fidel Castro ve Che Guevera hayranı bu gençler, ellerinde Latin Amerika ve Çin kaynaklı “şehir gerillası” , “gerilla savaşları” ,”halk savaşları” kitaplarını (Carlos Marighela, Douglas Bravo, Regis Debray, Lin Biao) okurken içerisine düştükleri kızıl bataklığın farkına varmadan “tek yol devrim” şiarıyla illegal THKO ve THKP–C gibi örgütleri kurdular. Devrimci gerilla ve tedhişçilerin yetiştirilmesinde Türkiye’yi de kapsayan “Ortadoğu devrimci stratejisi” Moskova ve Pekin’in Ortadoğu da tutuşturdukları bir kıvılcımdı, SSCB, Çin ve Küba’nın gerilla eğitimi ve savaşında özel olarak yetiştirilmiş elemanları Ortadoğu’daki kamplarda devrimci sol örgütlerin militanlarını yetiştiriyorlardı. Bu kamplarda barınan örgütler kendi aralarında da Pekinci ve Moskovacı olarak ikiye ayrılıyordu. Aynı süreçte Devrim Dergisi çevresinde toplanan sol Kemalistler yada asker aydın sivil zümre “Filipin demokrasisi” “cici demokrasi” diye eleştirdikleri çok partili sistemi yıkıp, milli demokratik devrimi gerçekleştirmenin tek yolunun sol askeri darbeden geçeceği inancı içerisinde, askeri kışkırtan “devrimci ordu gücü” bildirilerini Devrim Dergisi’nde yayınlıyorlardı. Yani “askere selam” gönderiyorlardı. Bu çevreye göre “iktidar namlunun ucundaydı”. Askerin süngüsüyle kendine iktidar yolunu açmaya heveslenen devrimci darbecilerin o günlerde, “orduyu göreve” çağıran pankartlarından biri olan “iktidar gaflet ve dalalet içindedir” pankartı, Kızılay Meydanı’nı süslüyordu. Mustafa Kemal’in sözünden esinlenen bu pankartın fotoğrafı ertesi gün sol Kemalist Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetine oturmuştu. Askeri biraz daha kışkırtmak için... Devrim Dergisi banka soygunları yapan, sabotaj girişimlerinde bulunan provokatif eylemlerle kaosu derinleştiren devrimci örgütlerin de hamisiydi. Ayrıca askeri kışkırtan, darbe sürecini hızlandıran bazı provokasyonları da sahneye koymak istedi. Örneğin, plan aşamasında kalan, 1971’in başlarında Sıhhiye’deki Ankara ordu evinin önünde patlatılması düşünülen iki bomba ve akabinde orduevinin önünde toplu halde atılacak “ordu gençlik elele, milli cephede” sloganları bunlardan akla ilk gelendi. Devrim Dergisi’nin bürosu 27 Mayısçı askerlerden görevde bulunan üst rütbeli askerlere kadar, asker, sivil bir çok darbe heveslisinin karargahı haline gelmişti. Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Altan Öymen, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Uluç Gürkan, Hasan Cemal ve daha bir çokları jakoben devrimin kadrolarıydı. Derin sol cunta mensupları; Lenin’in Ekim Devrimi’ne giden süreçte yaptığı ajitasyon ve provokasyon derslerini de iyi ezberlemişti. Kaos nasıl derinleştirilir, ihtilal nasıl yapılırdı. Şimdi bu dersi uygulamanın zamanı gelmişti. Önce Deniz Gezmiş’in Sarp Kuray’ın liderliğindeki genç devrimcilere, sağa sola mısır patlatır gibi bomba patlattırdılar. Ardından, bazı Atatürk anıtlarının önüne de dinamit attırdılar. Böylece ordu içindeki darbe yanlısı sol Kemalist ve bazı Marksist askerleri kışkırtarak devrime hazır olun mesajını veriyorlardı. Bu arada boş durmuyorlar, sol gruplara çeşitli gösteriler yaptırıyorlardı. Doğu Perinçek’in PDA’sıyla aynı binada bulunan Devrim Dergisi’nin yazarlarıyla Perinçekçiler arasında “Devrim”in koşulları ve temelleri” konusunda fikir ayrılıkları bulunmasına rağmen aralarında ilginç diyaloglar yaşanıyordu. Sol cuntacıların karargahı olan Devrim Dergisi’nin yazarlarından olan Hasan Cemal’e bir gün Doğu Perinçek takılarak alaylı bir ifadeyle şunları söylüyordu: ”Darbeyi yapınca, Kızılay’ın göbeğindeki gökdeleni artık size verirler. Devrim Dergisi, rejimin El Ahram’ı, sen de başyazarı Hasan Heykel olursun!” 8 ve 9 Mart 1971’de Ankara ve İstanbul’da gizli toplantılar yaparak sol darbeyi gerçekleştirmek istemişlerdi. Birbirinden farklı sol cuntaların devrim çalışmalarına Mahir Çayan’ın yeni şekillenmeye başlayan illegal THKP–C’si ve Deniz Gezmiş’in THKO’sundan destek geldi. Onlarda bir takım derin ilişkiler vasıtasıyla ordu içinde bazı taraftarlarıyla hava, kara ve deniz kuvvetlerinde “Proleter devrimci örgüt” adıyla hücreler kurmuşlardı. Sol Kemalist ve Marksist cuntacılar, en güvendikleri bazı üst düzey komutanların “ihtilalin evlatlarını yiyebileceği korkusuyla” böyle bir darbe girişiminden vazgeçmeleriyle öndersiz kaldılar ve 12 Mart 1971’de karşıt darbeyle çökertildiler. 12 Mart muhtırasının ilk açıklandığında muhtırayı verenlerin kendileriyle beraber hareket eden askerler olduğunu zanneden ve muhtırayı bir bildiriyle destekleyen dönemin sol kuruluşları darbeden kısa bir süre sonra başlarına inen demir balyozla neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Sol cuntaların yabancı istihbarat servisleriyle de ilişkileri vardı. Bu ilişkiler KGB’den CIA’ye kadar uzanıyordu. Sovyet gizli servisi KGB Doğan Avcıoğlu’nun liderliğindeki grupla ilişkiye geçerken, devrim bürosunun sürekli ziyaretçileri arasında Sovyetler Birliğinin Ankara Büyükelçiliğindeki diplomatları da vardı. Sovyetler “nasır sosyalizmi” beklediği sol darbeci grubun iktidara gelmesini istiyordu. ABD de CIA ajanı Aldrich Ames vasıtasıyla sol örgüt Dev–Genç’e de sızmıştı. Ankara’da görevli bir Amerikalı profesör vasıtasıyla Deniz Gezmiş’in yakın arkadaşlarından Dev–Genç mensubu bir genç kızla tanışan CIA ajanı kendini diplomat olarak tanıtarak Dev–Genç’in çalışmalarını ve sol cuntalarla olan ilişkilerini öğrenir, bunu Ankara’daki CIA istasyon şefine iletir. Dışişlerine de sızan Ames, elde ettiği bilgileri daha sonra SSCB’ye aktarır. O artık çok yönlü bir ajandır. Önce CIA daha sonra ise KGB’ye çalışmıştır. Moskova hesabına çalıştığının öğrenilmesi üzerine Amerika’da tutuklanan Ames ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Cezaevinde yazdığı, anılarını anlattığı kitabında Ankara günlerini anlatırken; “bilgileri Dışişleri ve Dev–Genç’ten alıyordum” demiştir. Devrimci cuntaların peşine takılarak devrim hayalleri peşinde koşan THKO lideri Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam sehpasında, THKP–C lideri Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere de, bu iki örgütün mensuplarından bazıları Nurhak Dağları’nda, bazıları da sokaklarda güvenlik güçleri tarafından öldürüldü. Çoğu Anadolu çocukları olan devrimci gençler öldükleriyle kaldılar. Onları trajik ölümlere götüren süreci hazırlayan, kullanan dönemin devrimci şefleri, teorisyenleri, aydınları, askerleri şimdi her biri kimi tekelci sermayenin medyasında, kimi zenginler kulübü TÜSİAD’da, kimi de Bilderberg grup üyeliklerinde, ama hepsi derin devletin derinliklerinde yeni dönemlere uygun yeni konseptlerle cunta faaliyetlerine devam etmektedirler. 1974’den sonra sol hareketler tekrar kaldığı yerden faaliyetlerine devam etmeye başladı. Moskovacı, Pekinci, Marksist sol hareketler yeniden ortaya çıktı. Legal ve illegal örgütlenmeler sürat kazandıı. Bu süreçte dünya solundaki Pekin–Moskova ayrışmasına yeni bir akım olarak, 1976’da Pekincilik’ten ayrılan Enver Hoca’nın liderliğindeki Arnavutluk Emek Partisi (AEP)’de katıldı. Maocu çizgiden ayrılan bazı sol örgüt ve partiler AEP’nin yanında yer aldılar. Böylece Pekinci, Moskova ve Tirancı üç ayrı akım ortaya çıktı. Bunların dışında her üç merkeze bağlı olmayan daha bağımsız bir sol çizgiyi benimseyen Pekin ve Tirancı çizgiyi “oportünist” ve Moskovacı çizgiyi “revizyonist” bulan Cepheciler olarak adlandırılan sol çevrelerde vardı. Bunların en büyüğü “Devrimci Yol”du. Dev–Yol 1977–1980 döneminde hem “Cepheciler” içerisinde yer alan gruplardan hem de üç ayrı akımdan kitlesel ve örgütsel olarak en büyüğü ve en güçlüsüydü. Marksist sol gruplar; ideolojik olarak baş düşman olarak gördükleri Ülkücü hareket mensuplarıyla, 1968’den başlayarak 12 Eylül 1980’e kadar süren kanlı çatışmalara girdiler. 75’lerden itibaren giderek büyüyen ve kitleselleşen sol akımlar “devrimin önünde” tek engel olarak gördükleri ülkücülere karşı büyük eylemler ve saldırılar düzenlediler. Kurtarılmış iller, ilçeler, bölgeler, mahalleler, okullar oluşturdular. Buralarda sağ görüşlü bildikleri kişilere ve gruplara yaşama hakkı tanımazlarken, birbirleriyle sol içi fraksiyon ayrılıklarından kaynaklanan kanlı çatışmalara girmekten de geri kalmadılar. Maocular ve Hocacılar, Moskovacıları “Sovyet sosyal emperyalizminin uşağı”, “sosyal faşistler” olarak suçlarken, Moskovacılar da anti–Sovyet iki akımı birbirlerinden ayırmadan “Maocu faşistler” “ karşı devrimci hareketler” olarak suçluyordu. İlk çatışmalar Maocu ve Moskovacı gruplar arasında başladı. Daha sonra Hocacılar – Moskovacılar çatışmasıyla sol içi şiddet daha da büyüdü. “Maocular –Moskovacılar” “Hocacılar–Moskovacılar” çatışmasının ardından bu seferde “Maocular–Hocacılar” çatışması başladı. Üç akımın takipçileriyle cepheciler olarak bilinen gruplarda zaman zaman çatışmalara girdiler. Cephecilere göre Moskovacılar “revizyonist”, “Maocular ve Hocacılar “oportünist” idi. Diğer üç akıma göre ise cepheciler “goşist” ve “orta yolcu”ydu. Türk solundaki gruplarda en yoğun çatışmalar; Aydınlıkçılar–İGD (TKP), Aydınlıkçılar–Halkın Kurtuluşu, Halkın Kurtuluşu–İGD, Halkın Kurtuluşu –TKİB, Devrimci Yol–Kurtuluş, Devrimci Yol –İGD, Devrimci Yol –MLSPB arasında yaşandı. Türk solu, bünyesinden çıkan Kürt soluyla da özellikle 1977–1980 döneminde yoğun çatışmalar yaşadı. Türk solundan Aydınlıkçılar, Halkın Kurtuluşu, Devrimci Halkın Birliği, Partizan, İGD ve benzerleri Apocular adıyla bilinen PKK ile yoğun kanlı çatışmalara girdiler. Türk solu ile çatışan Kürt solu kendi içinde de ideolojik görüş ayrılıklarından kaynaklanan çatışmalara girdi. Apocular adıyla bilinen PKK T–KDP kökenli KUK’la Kemal Burkay’ın liderliğini yaptığı, Özgürlük Yolu çevresiyle Şıvancı DDKD ile çatıştı. Kürt solunda Rızgarı, Ala Rızgarı , Denge Kawa Red Kawa, Özgürlük Yolu DDKD, DDKD Kawa gibi gruplar arasında da çatışmalar yaşandı. Özellikle Apocular’la KUK arasında 1980’de meydana gelen çatışmalarda 100’e yakın militan öldü. 12 Eylül öncesi sol grupların kendi iç çatışmalarında öldürülen bazı devrimci militanların ölümünden ülkücüler sorumlu tutulmuş ve yargılanmıştır. Sol içi çatışmada ölen bir çok militanın ölümünden sonra sol görüşlü gazete ve dergilerde cinayetler ülkücülerin üzerine yıkılmak istenmiştir. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında bir çok ülkücü hareket mensubu işlemedikleri bu cinayetlerden yargılanmış ve hapis yatmıştır. Sol hareketler 12 Mart öncesinde olduğu gibi 12 Eylül darbesine giden süreçte de emperyalist güçlerin senaryoları içerisinde yer almışlar, taşeronluk görevi üstlenmişlerdir. Türk, Kürt, Alevi, Sünni çatışmalarını körüklemişler, Türkiye’yi iç savaşın eşiğine getirmişlerdir. Bireysel cinayetler, kitlesel katliamlar sansasyonel eylemlerle kaosu hızlandırmışlar, ihtilalin olgunlaşması için daha fazla kan dökülmesini bekleyen 12 Eylül darbecilerinin işini kolaylaştırmışlardır. Derin sol 12 Mart’ta olduğu gibi 12 Eylül sürecinde de Türkiye düşmanı iki süper devletin ve bölgemizdeki çeşitli devletlerin istihbarat servisleriyle içli–dışlı olmuştur. SSCB başta TKP olmak üzere sol gruplara para, silah ve her türlü yardımda bulunurken KGB ajanları dokunulmazlık zırhını kullanarak Moskovacı gruplarla temasa geçerek onları örgütsel ve ideolojik yönden eğitiyordu. Bu arada Sovyet uşağı illegal TKP Doğu Berlin’den ve Moskova’dan yayın yapan “bizim radyo” ve “TKP’nin sesi” radyosuyla da bir taraf dan komünizm propagandası yaparken öte yandan yurt içindeki kadrolarına, bu radyolar vasıtasıyla gönderdiği şifreli talimatlarla eylem mesajları veriyor ve yönlendiriyordu. TKP genel sekreterinin ve MK yöneticilerinin, kurulduğu tarihten itibaren bütün masrafları, her ay düzenli olarak, Sovyetler Birliği tarafından karşılanmıştır. TKP’nin Genel Sekreteri İsmail Bilen’le 1978 de görüş ayrılığına düşerek TKP’den tasfiye edilen ve Londra’da “İşçinin sesi” dergisini çıkartarak örgütsel faaliyetlerini sürdüren Nihat Akseymen (Rıza Yürükoğlu) liderliğindeki grubun da İngiliz gizli servisi Scotland Yard ile ilişkisi vardı. İşçinin Sesi’nin Lideri 25 yıldır lüks içinde yaşadığı İngiltere’deki malikanesinde 2002 yılında öldü. Akseymen cins köpeklerin koruduğu bir villada lordlar gibi hüküm sürüyordu. TKP ile birlikte Sovyetler Birliği 1977 yılından itibaren Ortadoğu’nun siyasi fahişesi Celal Talabani vasıtasıyla Kürt soluna mensup Özgürlük Yolu, DDKD , KUK, Ala Rızgarı gibi gruplarla ilişki kurarak bunlara silah yardımında bulunuyordu. Maocu ve Enver Hocacı olan Marksist grupların Amerika, Çin, Arnavutluk, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail ve İran gibi çeşitli ülkelerle temasları vardı. Maocu Aydınlık hareketinin arkasında Çin (onun da ötesinde ABD) vardı. Bu hareketin yöneticileri Pekin tarafından da ciddiye alınırken örgütsel çalışmalarında ve yayınlarında Pekin’in maddi destek sağladığı bir dönem bu hareketin önde gelen isimleri tarafında da bugün itiraf edilmektedir. Kızıl Çin, Avrupa ve Orta Doğudaki Maocu hareketlere maddi ve manevi destek vermek için İsviçre’yi merkez seçmişti. Pekin’in dış büro görevlileri Maocu hareketlerin finansmanını bu merkezden sağlıyorlardı. Çin Yönetimi 1968’den itibaren Mao’nun ve diğer Çin liderlerinin kitaplarını ÇKP ve ÇHC propagandası yapan örgütsel yayınları Türkçe’ye çeviri yaptırdıktan sonra ajanları vasıtasıyla Türkiye’deki Maocu görüşü benimseyen yandaşlarına gönderdiler. Bu konuyla ilgili yabancı bir dergide yayınlanan bir yazıda şöyle bir haber yer almıştı: “Mao’nun incilerini ve Pekin propagandası yapan kitapların çeviri ve dağıtım işlerinin masraflarını Pekin ödüyor.”
Posted on: Sun, 06 Oct 2013 14:00:07 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015