Beni böyle bırak git git gideceksen ben olsam okumazdım çok - TopicsExpress



          

Beni böyle bırak git git gideceksen ben olsam okumazdım çok uzun zaten saçma sapan şeyler yazdım bak valla okuma Şenol Erdoğan “…uzlaştıran ya da teslim olmayı düşünmekten çok, karanlıkta bile devam eden ve gerilla savaşçıları gibi kılık değiştirip aktif olarak toplumun içindeki gruplardaki çizgileri yok eden, ilişkilerin zengin bileşimi olan, çeşitliliğin, heterojenliğin, ayrılıkların, beklenmedik bağların yollarını açan ve direncin ufkunu aydınlatan bir hayat görüşü…” -cut-up “Mimarlık nedir” sorusu, sonsuz cevabı olan ve cevapları uzam içerisinde durmaksızın çoğalan bir sorudur. “Mimar” kelimesi, zaten bu sorunun çoklu cevaplarının da habercisidir. Mimar kişi, neyin mimarıdır? Her şeyin olabilir! Heykelin, müziğin, videografinin… bu çoğulluk entelektüel yapının/birliğin doğal getirisidir. Kültürün varlığı mimariyle içiçeliğinden dolayı önce ve basit olarak kültürler ve mimarlığın arasındaki bağ kopamazdır! Önce bir saha, sonra insanlar, sonrasında oluşan kent ve bunu sağlayan mimari = kültürün doğumu. Bu aynı zamanda kültürün sınıflanması ve kalitesinin ölçeği noktasıdır da. Behçet Necatigil, İlhan Berk, İlhan Mimaroğlu (onun “yokistan” tasarımından aslında bahsetmemiz gerekir ne olursa olsun)Ludwig Wittgenstein –ki onun da evinden bahsetmek gerek- Goethe, Churchill, Hugo, Brancusi ve çoğaltabileceğimiz çok isim az önce bahsettiklerimizin şeksiz ispatlarıdır-gerek olmasa da-. Ama bunlar çok normal ve sıkıcı geliyor artık bana. Eski. Mimarlığı donmuş müzikle eşleştirmek çok eski bir betimlemedir, karşı çıkanı da olmamış değildir. Klasik bir betimleme olsa da durduğu yer hala çok etkilidir. Sinema ile mimarinin ilişkisi dahi çok geç kalmış bir yakın tarihte sorgulanmaya başlamışken, videografinin mimariyle anılması tözsel benzeşik yapılanmalar, henüz gerekli üst metinler yeterli seviyede üretilmediğinden dolayı ne yazık ki avangart yaklaşımlar olarak algılanmaktadır! Müziğin, ışığın dahası müzikle birlikte efektlerin bir konstrüksiyon kurduğu ve aynı teknik ve matematiksel tabana ait olduğuna dair bilgi maalesef ki hala gözden kaçmaktadır. Bizim bir binayı imar etmemiz ne denli önemlidir? Peki, binaların bize verdiği şekil? İç mekânların yaşam alanlarının psikolojiden metafiziğe renkten sese, tavan yüksekliğinden oda sayısına hayatımıza ve kişiliğimize yön veren önemi gündelik yaşam içinde sıradan bir zihin tarafından nasıl algılanmakta ne fark edilmekte ve kullanılmaktadır. Ambians kelimesi bir insanın yaşamında ne denli yer tutmaktadır, nasıl anlamlar bulmaktadır. Astolphe de Custine “mimarlık bir ulusun fizyonomisidir” derken eminiz ki sıradan bir cümle kurmadığının farkındaydı. Gene Fransa da çok sonra Sitüasyonist Enternasyonelin Guy Debord’un başı çekmesiyle punkımsı şehirciliğe yönelmeleri, Paul Virilio’nun sitüasyonist şehirciliğin tınısına karşı getirdiği anti-tezimsi karşı çıkışlar. Mimarinin o günden bu güne gerilla art ve street artın içinde somut ve de argümansal olarak yer tutması şüphesiz ki bu cümlenin içindeki sonsuz açılımlardan sadece birisidir. Unutmayın ki mimari yapıyı meydana getirirken kültürü ve unsurlarını, bölgenin konuşma yapısından müziğine varasıya her şeyini etkilemektedir, hatta oluşturmaktadır, bunun en güzel örneği cumhuriyetin ilk zamanlarında ülkeye getirilen yabancı mimarlar ve onların yapılarla birlikte bu ülkeye devşirdikleri kendi kültürleridir. Ankara başta olmak üzere bunun örnekleri ülkemizde sayısızdır. Cumhuriyetin başlarında en fazla ihtiyaç duyulan ve Mustafa Kemal’in etrafından eksik olmayan tebaa inanın ki politikacılardan, askerlerden, bürokratlardan önce mimarlardı. Modern müziğin de modern kadının da yapılanması Türkiye topraklarında Ankara ile ve mimarlığın ağır etkisiyle yaratılmıştır. Sanatçının ve sanat dalının kendi varlığını tanımlama noktasında mimariye başvurması kaçınılmazlıktır: hatta daha fazlası: sanat dalları ve icracıları hem soyut ve entelektüel hem de somut anlamda mimariye gereksinimi olandır. En eski örneklerden gidersek heykeltıraş Brancusi “mimarlığı içinde yaşam sürülen bir heykel”e benzetirken yaptığı budur. Zaman ilerledikçe mimarinin sabitliğine “donuk”luğuna yönelik söylemler de değişmeye başlamıştır. Doğal olarak şiirin ve müziğin de yapısı aynı gelişmeyi göstermiştir. “klasik” takısıyla adlandırılan yapılanmaların yerini yavaştan “spontan”, “experimental” “free” takıları almış ve jazzdan elektronik müziğe bu yenilik değişerek ilerlemiştir. Bunun tekabülleri tüm sanat dallarında ve icracılarının yaşamlarında vukuu bulmuştur, bulmaktadır. Çok kibar bir yazı oluyor ve bahsettiğimde tam bu şeklin dışına çıkma noktasında varolması gereken şekilsiz şekil. Bu noktada aklıma doğal olarak Richard Rogers gelmektedir zira kendisi Scheeling’in mimarinin sabitliğine ithafen ortaya attığı cümlelere karşı modern jazz ve yeni şiiri kastederek mimarinin değişken Ritmik, füturistik yanına dikkat çekmiştir ki bu Rogers’ın mimarlık yaşamında da gözle görülebilir bir uyarıdır. Bizim içinse çok daha fazlasına duyacağımız arzunun adımları. Tabii ki daha arkaik metafiziksel yönelimler çokça mevcuttur, zira her medeniyette sınırların değişkenliğinden yana olan aşkın zihinler yaşamıştır, batı medeniyetinde “ansiklopedistler” olarak adlandırılan Ortadoğu topraklarında yani kendi kültürleri dahilinde “ihvan-u safha” olarak kayda geçen felsefe-sanat oluşumu çizdikleri kozmogenik gök haritalarında gezegenlerin yapısı ile musiki arasında temel bağlar kurmuş, makro mimariyi mikrokozmolojiye indirgeyerek gündelik yaşama dönüştürmüş ve dikey göksel bilgiyi yatay metasal düzleme indirgemeyi bilmişlerdir. Aynı şekilde enstrümanların inşasının da insan varoluşunun ve bilgisinin ötesinde olduğunu ortaya atan bu oluşum ney yapısının insan vücud yapısıyla olan 9 delik ortaklığının da az önce bahsettiğimiz mikrokozmik yapılanmanın örneklerinden biri olarak kabul etmiştir. Bunun gibi datalar oldukça fazla sayıda elimizde mevcuttur ki ileride Cage’in mekân ve müzik deneyimlerinden Poem Elektroniğe kadar varacak olan yapılanmaları apriorisidir bu bilgiler. Sadece Cage mi hayır, onun sorgulamalarını edebiyat dünyasına taşıyan ve bilim kurgunun mimari yönünü neredeyse tamamen taban alarak romanlar ortaya koyan ve buna eşdeş olarak da kitaplarında kurgusunun müziği en hissedilir olan Ballard gibi şimdiki zaman romancıları da bahsettiğimiz sentezleri hayata geçirmiş insanlardandır. Ki son 15 senede bunları fena halde pasifize örnekler listesine sokacak üçük ve yeni hareketler elbette ki çokça olmuştur, lakin bir takıntı geliştirerek eskiyi teşkil etmeyi anlamsızca görev bilmekteyim şu an:) Post modernin sonrasında özellikle Godspeed you black emperor, Bakunin, Exhaust gibi müzikal yapılanmalar sanayi sonrası bir ön apokaliptik sürecin her anlamda sözcülüğünü yaparken fotograf sanatı ve yeni dünyanın kaybolmuşluk mimarisi arasında kurdukları ilgileri albümleştirmişlerdir. Ben buna benzer cümleleri farklı ortamlarda çokça kurdum, aslında üzerine eğilip çokça genişletebileceğimiz bir saha ama pek mantıklı gelmiyor şu an her nedense üzerine çokça yazmak. Artık “post” “endüstriyel” mimari müzik sanat ve diğer püsürat eskiye nazaran tekvücut olmuştur. Noise’un, seslerin özgürlüğünün ve deneyselliğinin yani beynin özgür dünyasının doğal politiği gereği kapitalin bir sermayesi olarak kullanılamaması ve oluşturduğu yapı ile ana-akımın karşısında duruşu doğal olarak onu alt ve karşı kültürlerle organik ilişkiye geçirdiğinden dolayı bahsettiğimiz ve edeceğimiz müziğin karşılığını bulan mimari de “karşı bir mimari” olacaktır. En nihayetinde bireysel olarak bizler, evreni, habitatı çekilmez ve yaşanmaz kılan devlet yanlısı politik bir mimariden yana da olamayız. Bu tüm, yeni bir dildir. Dil bir oluşumdur. Fucoault’nun kapatma organlarından biridir. Devlet müziği de sinemayı da mimariyi de her zaman kendinsil iktidarına hizmet edecek ve halkları sosyal ve zihinsel olarak yoksunlaştıracak yapılar ürettiğinde avangart çıkımlar ne desteklenmiştir ne de topluma inebilmiştir, aynı şekilde üretkinin okullarda kalması ya da galerilere hapsedilmesi basit bir göstergedir. Dilin eksikliği, doğasında taşıdığı eksik yapısı ve duyargaya yönelik olan şeylerin dilsel anlatıdaki zorluğu ve çokluğu doğal olarak estetiğe dokunduğundan dil bu yönüyle sanatın içine sirayet eder. Eder ki; kendi ifade/anlatı zorluğunu diğer sanat dalları ile aşabilsin. Oysa ne müziğin ne de mimarinin dilin onlara duyduğu ihtiyaç dahilinde bir karşı arayışı bulunmamaktadır. Yapı ve müzikal yapı dilden bağımsız ve aşkın hareket edebilendir. Batılı müzik tarihleri için gürültü müziğinin geçmişi 14. yüzyılda kilise organının gelişmesine kadar gidermiş. Bu bana teknik olarak gürültüye dayalı bir mimari düşüncenin de aynı zamana dek gidebileceği çağrısında bulunmuyor elbette ki, tersine daha şimdiki zaman ve hatta ileri vakitlerde üzerine daha fazla fikir üretilebilecek zemin oluşacaktır diye düşünüyorum. Zira bu konularda genelde üretilen fikirler daha aklıselim olup ayakları yere bassın diye uğraşılıyor, nasıl diyeyim daha “kibar oluyorlar, müzikal noktalarla teması sağlarken çok zevkli de olsa. [Owen Hatherley’in “militan modernizm” metni buna iyi bir örnek, sterilizasyon.] Ben burada daha olasılıksız ama düşsel olmayan Hakim Bey’in TAZ ve PAZ kavramlarıyla da ilişkiye giren bir yapılanmadan bahsediyorum daha çok. Diğer yandan bunun ille de kullanılabilir, işlevsel olması da elbette gerekmiyor, ama kağıt üzerinde ya da bir sahnede olup bitenliklerden de bahsetmiyorum kesinlikle. Nasıl ki romantik müzikte topluma, politikaya ve uygarlığa karşı olarak “doğa” denildi ve sonrasında her ne olursa olsun doğa insanlık tarafından tecavüze uğratılarak acılı ve uzun –ve de devam eden- bir terkedilişe uğradı –ve uğramakta- mimari; “sanatçı”nın, icazeti olmayan aciz bina yapıcıların, devlet rantının tahakkümünde yaşam sürdü, cami, külliye, şadırvana kısılıp kalmış yapı mantığı, Ankara ve İstanbul merkezli cumhuriyet sözde mimarlığının kasaplığı, günümüzde AKP merkezli rejim ve doğa düşmanı inşaat sektörü beslemek maksatlı yapı mantığı, üniversite hocalarının kısırlığı ve mimarlık dergilerinin reklam panosu hariç bir iş görmemesi –tenzih vardır-… Müzik hele ki noise özgürlüğün alanı falan değil ta kendisiyken sadece özgürlüğün yoksunluğundan bahsediyorum şu an. Müzikte olmayan, mimaride olmayan, mimarlar mühendisler odasının zorbalıkla kapatıldığı bir noktada varolmayan, bir anıtın çevresinde varolmayan, bir parkta varolmayan özgürlük gereksinimi, peki ya o parkın etrafında çıkan gürültü ve diğer kakofoni ve onun da etrafında örülen noise mimarisi, çadırlar mı yo hayır, tüm bir habitat. Evet belki, bir deneme olarak evet belki, bir neden olmasın olarak evet belki. Ama değil. Charles Ives veya Eric Satie’nin yerine Luigi Russolo’nun kağıtlarını daha öne çıkarmak tercih edilse bile nerede yanlış olur biliyor-mu-sunuz, elbette ki Russolo’dan geriye hiç kayıt olmamasında. Noise’un “nasıl”lığına çokça ve iyice yazmasına rağmen ardında bahis seslere ilişkin kayıt bırakmaması aynı şekilde noise mimarlığında somut şeylerin –kalıcı demiyorum- salt kağıt üzerinde kalmaması gerektiğinin başka bir yerden elzem örneğidir. Ama noise mimarisi doğası gereği –var mı- kendini ille de görünür yapmak isteyecek midir bilemiyorum, Hakim’in poetik terörizm önermesinde yer alan ve alabilecek olan bir çok uygulama noise mimarisi ve de onun ögeleri olabilecek durumda diğer yandan. Dünyanın “makine” dediğimiz ya da dedikleri şey tarafından –diğer yandan insan- dönüştürülme noktası daha yakın başka bir milat mı diye de düşünüyorum elbette. Neden olmasın. Modern şehrin tüm oluşan çevresi, modern şiir, modern binalar, müzik, sahne ve sonrası. Lanet trafik, o muhteşem fabrikalar –ve sonralarında evrildikleri yeni sosyal rolleri o fabrikaların, yeni kostümleri, konumları, görevleri..- … “Hayat biyolojik güçten fazla, çok daha ötede bir şeydi, her anında direnmenin çizgilerini aşarak yeni yapılar inşa etmeliydi.” diye yazmış Dror Feiler, şu an beni düşündürüyor; Özelikle şu an yaşadığım politik keşmekeş ve onun gürültüsü, polis devletinin infazları ve bina algısı, onun yeni “kara” ya da “kale” kolları, değişen aslında sadece “kare” ya da “kara” değil, orda sabit kalmış gibi usulca duran “kol” –kelimesi- asıl değişen diğer yandan, o “kale”nin yerine gelen “kale”nin iç örgütlenmesi olan “kol” elbette ki artık “kara” olan “kol” değil “kol” burada “kale” vasıtasıyla değişendir, değişmiştir, daha yeni ölümler ve zulümler ve ekonomik güç sağlayıcı elemanlar olarak yaşam süreceklerdir. Ahah, elbette burada kara mizah yaşıyor: Feiler’in “yeni yapılar inşa etmek”i bakın faşizm tarafından dört dörtlük gerçekleştiriliyor -hükümet kisvesi altında, ama bez çadırlar –ki evlerden yatak altlarından gelmiş, oysa bir festival beklemekteler kendi iç dinamiklerinde- dahi onların kuskusunun nefretinin nesnesi olarak varolamadılar diğer yandan. Müzik aşırı bilgiden kurtulmalıysa –öyle- mimari de sistemin getirisi aklın yozluğundan kurtulup özgürleşmeli, kendisini var ederken ihtiyaçta giderebilir o –bu ağaç kesmemek, göl kurutmamak denli basittir oysa. Dror Feiler’in müzik için söylediği benim noise mimarim için geçerli olduğu kadar bir düşünün sizin ve sizin ve sizin de neleriniz için geçerli: “Modern kapitalist toplumun bir parçası olarak müzik, gelişigüzel örneklerin, verinin, piyasanın, enstrümantasyon örneklerinin, kuruluşların ve bilgisayar ağlarının içinde ölmek ya da medya endüstrisinin,kitlelerin medya gibi formülleştirilmiş görüşlerini sürekli olarak geri yollayan, lüzumsuz yere tekrar yapan devasa mekanizmalarında boğulmak tehlikesi içindedir.”
Posted on: Wed, 10 Jul 2013 22:52:49 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015