ERMENİ ZULMÜ 3.BÖLÜM TARİHTEN BU GÜNE ERMENİLER SONUÇLAR - TopicsExpress



          

ERMENİ ZULMÜ 3.BÖLÜM TARİHTEN BU GÜNE ERMENİLER SONUÇLAR VE TESPİTLER 1- Ermenilerin 35 yıldır sürekli dünya kamuoyu gündemine getirerek benimsetmeye çalıştığı Ermeni soy kırımı yazılmış binlerce esere rağmen ispatlanamamıştır. Ermenilerin tehcirinin de baş sorumlusu emperyalist Batılı devletlerdir. 2- Osmanlı hükümetinin soy kırımı yaptığını ispatlayan belgeler Alman, Rus. İngiliz. Fransız. İtalyan, ABD. Ermenistan ve Osmanlı arşivlerinde bulunamamıştır. Aksine arşivlerde Ermenilerin Türkleri öldürmelerine dair binlerce belge bulunmaktadır. Sadece Ermeniler tarafından 1914-1919 tarihlerinde 363.141; 1919-1921 tarihleri arasında 154.964 Osmanlı vatandaşı öldürüldüğü belgelerle sabittir. Sebeplerden sonuca gidilecekse önce dünya savaşı ve sonrası Osmanlı vatandaşlarının ölümleri, daha sonra ise Ermeni ölümleri gündeme alınmalıdır. 3- Birinci Dünya Savaşı’da bir Türk-Ermeni mukatelesi yaşandığı kabul edilebilir. Bunlar iki millet içinde yaşanması arzu edilmeyen olaylardır. Mukatelenin baş sorumlusu ise emperyalist oyunlarına kanarak, bağımsızlık peşinde koşan Ermenilerin olduğu açıktır. Türkler ve Ermeniler karşılıklı ölümlerinin ve acılarının hesabını öncelikle Rusya, İngiltere, Fransa vb. emperyalist devletlerden sormalıdır. 4- Fransada Ermeni soykırımı yasası çıkarken sessiz kalan Almanya Osmanlı hükümetinin tehcir kararını almasında etkili olmuştur. 5- Tehcir sırasında Osmanlı hükümeti elinden geleni yapmış, suistimalde bulunanlar cezalandırılmıştır. 6- Tehcir kararı Ermenilerin potansiyel suçlu olarak görülmesinden değil, fiilen isyan etmeleri ve düşmanla işbirliğinden dolayı alınmıştır, 7- Bu kararın alınmasının asıl sebebi Ermenileri piyon olarak kullanan İngiltere, Rusya. Fransa’dır. Birinci Dünya Savaşını da çıkaran Osmanlı Devleti değildir. Eğer savaş sonrası o bölgelerde Ermeniler hâlâ büyük oranda yaşıyor olsalardı: önceden plânladıkları Osmanlı topraklarında bir Ermenistan oluşturmaları işten bile değildi. Nitekim bu konunun 10 Ağustos 1920 tarihli Sevres Antlaşmasında da önümüze konduğu unutulmamalıdır. 8- 1915-1923 yıllarında yaşananlar siyasî konu değil, tarihi bir konudur. Bu tarihi konu hakkında karan siyasîler değil, tarafsız ilmî araştırmalar vermelidir. 9- Tehcirden dönen Ermenilerin hemen hepsi mal ve mülklerini geri almışlardır. 10- Ermeni soy kırımı sadece Osmanlı Devletini değil, Türkiye Cumhuriyetini de ilgilendirir. Tarihin beğendiğiniz bölümlerini alıp, problemli bölümlerini yok sayamazsınız. Zaten Ermeniler de 1915-1923 yıllarını hedef yaparak Türkiye Cumhuriyeti önderlerini de suçlamaktadırlar. 11- Atatürkün Ermeni soy kırımım kabul ettiği temelsiz bir yalandır. Tam aksine Atatürk soy kırımı uydurma olarak nitelendirmektedir. 12- Ermenistan Devlet Başkanı Koçeryan Fransada kabul edilen Soy Kırımı Yasasını siyasî bir karar olarak kabul etmek gerektiğini söylemektedir. Bizim devlet adamlarımız da ne yazık ki aynı siyasî lafını ifade ederek adeta Koçeryana destek vermektedirler. Bu tutum tarihte yaşanmışlıkların veya ölümlerin kabulü olarak yanlış anlaşılabilir. Olay, tarihî bir olaydır. Öncelikle tarihçiler gerçekleri yaşananları belgeleriyle ortaya koymalı ve bu konuda herkesi tatmin edici bir neticeye varmalıdır, 13- Ermeni soy kırımı yasalarının amacı Türkiyeyi köşeye sıkıştırarak ilk plânda Ermenistanla ilişkiye zorlamaktır. Daha sonra tanınma, tazminat, toprak istekleri masaya getirilecektir. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi kısa dönemde pek mümkün ve yararlı görülmemelidir. 14- Ermeniler ve Ermenistan dün olduğu gibi, bugün de batılı büyük devletlerin kendi menfaatlerine göre kullandıkları bir dosyadır. 15- Ermeni militanların 1973-1984 arasında 34 Türkiye Cumhuriyeti diplomatını öldürdüğü unutulmamalıdır . 16- Tehcir veya göç ettirme politikasının olağanüstü durumlarda dünyanın birçok yerinde yer yer uygulandığı bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşında ABD vatandaşı 250.000 Japonun toplama kamplarında savaş sonuna kadar tutulmaları buna yakın tarihten bir örnektir. 17- Ermeniler için soy kırımı kimlik ve benlik oluşturmanın asimile olmamanın en kolay ve güçlü yoludur. Bu husus adeta Ermenistan dışındaki Ermenilerin varlık amacı halindedir. 18- Ermeniler bu konuyu bütün dünyaya anlattıkları gibi kendi gençlerine de ilkokuldan itibaren öğretmektedirler. Mukabeleten nerede olurlarsa olsunlar öncelikle Türk vatandaşlarına Ermeni konusunda gerçekler öğretilmelidir. 19- Ermeni iddiaları 1915-1923 yıllarında ne kadar Ermeni öldüğü temeline dayanmaktadır. Bu konuda bütün ilgili devletlerin arşivlerinde gerekli araştırmalar yapılmalı, konu bütün boyutlarıyla ortaya konmalıdır. Bütün ilgili devlet arşivleri açılmalıdır. 20- Ermeni tehcirinin bütün boyutları hakkında daha ciddî, sansürsüz, objektif araştırmalar yapacak imkân ve ortam sağlanmalıdır. Her şeyi güvenilir belgelerden tekrar kontrolle yeni araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Ermeni sorunu ders kitaplarımızda bütün açıklığıyla yer almalıdır. 21- Ermeniler kendileri ile ilgili birçok drama, roman, hikâye, piyes, belgesel, film, afiş, fotoğraf ve benzeri yayınladı ve yayınlattı. Ancak Ermenilerin Türklere karşı işledikleri cinayetlere dair bilimsel yayınlar dışında fazla bir şey yapılmadığı söylenebilir. Hatta konunun tamamen Türk milletinin hafızasından silindiği, dolayısıyla kollektif hafızanın ve edebiyatın meydana getirilemediği iddia edilebilir. Bu konularda tarihçilerin çalışmaları yanında yazarlar, edebiyatçılar, senaristler ve yapımcılar özendirilmelidir. 22- Tehcirin uygulandığı dönemde Osmanlı Anadolusunun doğuda Ruslar, Çanakkalede İngiliz ve Fransızlar tarafından iki ateş arasında bulunduğu unutulmamalıdır. 23- Ermeniler’le ilgili ortaya atılan rakamların bolluğu, çeşitliliği ve zamanla artması konunun propaganda amacıyla tarihî boyutundan saptırıldığını en açık göstergesidir. Bu rakamlar güvenilir verilere dayanmadıkça gelişi güzel kullanılmamalıdır 24- Ermeniler tarihi çarpıtarak, enformasyon kirlenmesi sağlayıp, kamuoyunu yanlış bilgilendirerek tarihi istedikleri şekilde inşa etmek istemektedirler. Bu tarihî ve istatistiki bilgilerin siyasal amaçlarla kullanılmasından öteye geçmez. Ermeni sorunu, her türlü spekülatif bilginin dışında yeniden, ilmî soğukkanlılıkla saldırı-savunma mantığı dışında ele alınmalıdır. Bu konu problematik tarafları öncelikli olmak üzere, gerçek ve güvenilir belgeleriyle ortaya konmalıdır. Bu yapıldığı takdirde tarih yeniden inşa edilmeden, yaşanmışın ortaya konması mümkün olabilir. 25- Tarihimizin iyisiyle kötüsüyle bize ait olduğu kabullenilerek bunları saklayan arşivlerimiz dikkatle korunmalı ve araştırmacılara açılmalıdır. Bu ve benzeri konularda üniversitelerimiz bünyesinde araştırma enstitüleri kurulmalı ve çalışmalar devamlı olmalıdır. Geçmişimizi sağlıklı öğrenelim, tartışalım, öğretelim ve böylece geleceğe sağlam bakalım. 1915 yılında savaşa girmeyi reddeden ve İngiltereden ayrı bir devlet kurmak isteyen , Almanlarla işbirliği yaptığına inandığı İrlandalıların üzerine asker göndermiş ve İrlandalıların Sinn Feinn örgütünü ve militanlarını ortadan kaldırmıştır.Amerikaya büyük İrlanda göçü bu tarihlerde başlamıştır.Ruslar pogromlarla sürekli katlettikleri Yahudileri I.Dünya Savaşının içinde Almanlara karşı Galiçya cephesinde iyi savaşmadıkları için katliamlara uğratmışlardır. Süleyman BEYOĞLU:1915 Tehciri ve Soykırım İddiaları S.:176-189 Hasan KÖNİ-Günümüzde Ermeni Sorunu Ve Çözüm Yolları S:442 KATLİAMLAR Yıl:1895. Yer:Sivas Fransız bayrağı çekilmiş olan yer Fransız konsoloshanesidir.Ermeniler’in katledileceği üzerine Başkonsolos Carlier ve eşi, harekete geçmişler ve Sivas’taki Ermeniler’i aileleri ile birlikte evlerine almışlardır.Konsolos ve eşi, omuzlarında tüfek evin üst penceresinde nöbet tutmaktadırlar.Beklemektedirler.Türkler gelecek ve Ermeniler’i kendilerinden almak istedikleri zaman, evet işte o zaman onlar insanlık uğruna çarpışacaklardır. Ama boşuna beklemişlerdir günlerce.Ne gelen vardır, ne de kendilerinden Ermeniler’i isteyen Konsolos Monsieur Carlier elde silah nöbet tutarken kulağının dibinden bir kurşunun vınlayarak geçtiğini hissederek yıldırım gibi geriye döner.Karşısında bir Ermeni’yi görür.Elindeki mavzerin namlusundan daha dumanlar çıkmaktadır.Ve şöyle haykırır: -Nankör mahluk.İblis ruhlu hain.Bu mudur senin minnet borcunu ödeme şeklin?Bu mudur senin insanlığın? Uzun boylu, yakışıklı, sakal ve bıyıkları kırlaşmış adam bu sözleri, sinirden titreyerek , ayakkabılarını öpmeye çalışan yalvarıp yakaran bir başka adama söylüyor. Sonra ilave ediyordu: -Nasıl yaptın bu işi...Söyle neden bana kıymak istedin? Cevap versene be adam! Ve istediği cevap hemen gelir: -Beni affediniz, diye inler ayaklarına kapanmış Ermeni. Evet sizi öldürmek istedim, çünkü sizi öldürdüğüm takdirde Avrupalılar “Ermeniler’i evine almış olan konsolosu Türkler katlettiler” diye feryada başlayacaklar ve dünyayı ayağa kaldıracaklardı. Davamıza hizmetti bu. Konsolos şaşkınlık içinde yere çöker. Yukarıdaki anıyı Başkonsolosun eşi Bayan Carlier daha sonra yazdığı anışlarında anlatmaktadır. Van’da Ermeniler’in yapmış olduğu tahribatı ve mezalimi 16 Eylül 1919 tarihli Hariciye Vekaleti yabancı misyonlar gönderdiği genelgede şöyle açıklamaktadır: “Şamran Mahallesi’nde 200 kadın ve çocuk sığındıkları evde yakılmışlardır.Mirkos Köyü beyaz bayrak çektiği halde tecavüze uğramış, köyün kadınları ve kızları bilinmeyen bir yöne götürülmüşlerdir.Bazı köylerde ise öldürülen çocukların etleri annelerine yedirilmek istenmiştir.” “Aksani ve Hınıs Köylerinde 500 kişiye yakın insan, Şeyhane Köyünde ise 200’e yakın çocuk ve kadın camiye doldurulup diri diri yakılmışlardır” Saray civarındaki halk kılıçtan geçirilmiş, sulara atılarak boğulmuş, 10.000’in üzerinde ceset Van Gölü üzerinde sayılmıştır.” Van’ın içinde camiler, evler, kışlalar hatta içindeki yaralı ve hastaları ile birlikte hastaneler yakılmıştır.Yakalanan subaylar işkence çektirilerek öldürülmüşlerdir.Bu arada şehirdeki durumu bilmeyen çevre köylerden Van’a gelmek isteyen göçmenlerden 1200 kişi Vatsan ve Etkil yolu üzerinde acımadan vahşiyane bir şekilde öldürülmüşlerdir. Ermeniler ve Ruslar, girdikleri köylerde vahşiyane zulümler yapmışlardır.Kadınları ve çocukları diri diri yakmışlar, ihtiyar ve genç erkeklerin gözlerini oyarak genç kızlara tecavüz etmişlerdir.Örneğin Aşnak Nahiyesi’nde kadın ve kızlardan onbeş tanesini ayırarak bir odaya hapsetmişler ve akşamları eğlenirken bu kadınları çırılçıplak soyarak “Haydi namaz kılınız bakalım, nasıl kılıyorsunuz?” diyerek alay etmişler ve nihayet çeşitli işkencelerle öldürmüşlerdir. Yine Van’ın Abbasağa Mahallesi’nden Firdevs isimli bir vatandaşın ifadesine göre, çeşitli işkencelerle Müslüman halkın öldürüldüğü, hamile bir kadının karnını yararak çocuğunu çıkarıp kafasını kestikleri, girdikleri evlerdeki insanlara saatlerce işkence yaptıktan sonra öldürdükleri, onbeş-onaltı yaşlarında erkek bir çocuğu çırılçıplak soyarak cinsel organını kestikleri, daha sonra da doğradıkları, Amerikan misyonuna götürülen kadın ve kızların ırzlarına geçildiği anlatılmıştır.Teslim olmak isteyen ahali dahi gerek Ermeniler gerekse Ruslar tarafından çeşitli işkencelerle katledilmişlerdir. Anlatılan şu olay vahşetin boyutunun ne kadar tiksindirici olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.”İki İslam kadınını Ermeniler beraber getirmişlerdi.Bu kadınları ortaya getirdiler.Her ikisi de hamileydi.iki Rus askeriyle iki Ermeni geldi.Kadınların karınlarındaki çocukların oğlan veya kız olduğuna dair iki mecidiye değeri üzerine bahse girdiler.Kadınların karınlarını feci bir surette kama ile yardılar, birinin karnından bir oğlan çıktı.Diğerinin karnındaki henüz küçük olduğu için cinsiyeti anlaşılamadı ve bunun üzerine bir süre de münakaşa ettiler.” Van’ın Zeve Köyü’nden Kıymet Başıbüyük: “Ermeni komitacıları hamile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin ucunda oynatıyorlardı.Kadın ve kızların kollarındaki altın- bilezikleri almak için çok kolay bir usul bulmuşlardı.Hemen kasaturayı atıp kolu tamamen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veya yüzük gibi ziynet eşyalarını alıyorlardı” 25 Nisan 1918 tarihinde Kars’ın Doğu’sundaki Subatan Köyü’nde büyük küçük 750 Türk’ü balta ve bıçakla öldürdükten sonra yakarak şehit ettiler. 29 Nisan 1918 Gümrü’den 500 araba ile Ahılkelek’e nakledilmekte olan 3.000 kadar kadın, ihtiyar, çocuk ve erkek yolda öldürülmüşlerdir Türk Ordusu Erzurum’a girdiği zaman şehir içinde 2127 şehit erkek cesedi defn edilmiştir.Ayrıca Kars kapısı dışında 250 ceset bulunmuştur.Cesetler üzerinde , süngü, balta ve mermi yarası, ciğerleri çıkarılmış, göğüslerine kazık çakılmış cesetlere rastlanmıştır. Rus orduları çekilirken, Ermeniler ordumuzdan kaçarken bir köyde ocağa kazanı koyup su kaynatan bir anayı yakalamışlar, karnını yararak kesmişler, çocuğunu kazana atmışlar.Ocağa “Gelin!, Türkler, karnınız açtır.Size yemek hazırladık” diye bağırmışlar. Yine bir yerde insanları kol, but, kelle, gövde parça parça edip her birini bir çiviye takmışlar; üzerlerine” okkası on paraya “ yazmışlardır. Ne yazıktır ki, bu katliamları yüzyıllardır içimizde barındırdığımız nankör Ermeniler yapmışlardır. İlhan BARDAKÇI:İmparatorluğa Veda s:408-409 Şenol KANTARCI: Ararat” Filmi Senaryosundaki Tarihsel Olayların İncelenmesi Ş.Nezihi AYKUT:Arşiv Belgelerine göre Ermeniler’in Anadolu’da yaptıkları katliamlar (1914-1922) TALAT PASANIN SOYKIRIMI EMREDEN GİZLİ TELGRAFI VArMIDIR? “Soykırım” iddiasını bir Osmanlı politikasına bağlamaya heveslenen Ermeni propagandası bir de bu yönde alınmış bir karar olduğunu ispatlamak zorundadır. Bunun için de bir formül bulunmuş ve Talat Paşa’ya atfedilen ve General Allenby komutasındaki kuvvetlerce Halepte ele geçirildiği ileri sürülen birtakım telgraf örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Bu telgrafların Naim Bey adli bir Osmanlı memurunda bulunduğu ve İngiliz işgalinin öngörülenden daha kısa sürüde gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlılarca imha edilemediği iddia olunmaktadır Aram Andonian adlı bir Ermeni yazar bu telgrafların örneklerini 1920’de yayınlanmış, ayrıca Talat Paşa’yı Berlinde katleden Tehliriani yargılayan mahkemeye de verilmiştir. Mahkemede bunlardan 5’i söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi otantik olup olmadıkları da herhangi bir karara bağlanmamıştır. Diğer Ermeni iddiaları gibi bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktur.Zira bu telgraflar 1922de İngiltere’de Daily Telegraph gazetesinde yayınlanmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine durumu işgal komutanlığından soruşturmuş ve sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince bulunmadığı Paristeki bir Ermeni grubunca icat edildiği anlaşılmıştır. Telgrafların kaleme alınış şekli ve yazıldıkları kağıtlar Osmanlı belgeleri olmadıklarını açıkça göstermektedir. İngilizler ve Fransızlar İstanbul’un işgalinden sonra Ermeniler’e karşı karsı girişilen katliamın sorumlularını cezalandırmak amacıyla tutuklamalara girişmişler. Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticilerine olan düşmanlığı nedeniyle işgal kuvvetlerine bu hususta elinden gelen her türlü yardımı yapmıştır. Tutuklananlardan bir kısmı İstanbulda yargılanmış, bir kısmı ise Maltaya sürülmüştür. İstanbul’daki mahkeme İttihat ve Terakkinin firardaki 4 yöneticisini gıyaplarında idama mahkum etmiş, ayrıca 3 kişiyi daha idam cezasına çarptırmıştır. Bu son idam cezalarının yalancı tanıkların ifadelerine dayanarak verildiği daha sonra açığa çıkmıştır. İngilizler Maltaya sürdükleri sanıklar aleyhine her yerde belge ve tanık aramaya girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümetlerinin de yardımlarına rağmen hiçbir belge bulamamış, bunun üzerine ABD arşivlerine müracaat edilmiştir.Bu arşivlerde de katliam iddialarını kanıtlayacak belge bulunamamıştır. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği bu konuda İngiliz Dışişlerine şu cevabi göndermiştir: Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum.Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut vakıa mevcut değildir. Söz konusu raporlar , hiç bir suretle Türkler hakkında Majesteleri Hükümetinin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir .İngiliz Dışişleri bu cevap karsısında ne yapılması gerekeceğini İngiliz Kraliyet Savcılığına sorar, yanıtı şöyledir Şimdiye kadar hiçbir şahitten , tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğruluğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir.Esasen herhangi bir şahit bulunup bulunmayacağı da belli değildir”. Sonuç olarak. Maltadaki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmaksızın 1921 sonlarında serbest bırakılmışlardır.İngilizler belge aramakla meşgul iken Andoniandan kaynaklanan telgraflar bilinmektedir. İngilizler’in bu telgraflara rağbet etmemeleri bunların uydurma olduklarını bilmelerindendir. Andonian’ın belgelerinin sahte olduğuna dair kanıtlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir.Andonian yaptığı sahte belgelerin gerçek Osmanlı belgeleri olduğunu kanıtlamak için. Söz konusu Halep Valisi Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasına dayanmıştır Ancak, halihazırdaki arşivlerde bulunan Mustafa Abdülhalık Bey’in imzasını taşıyan bir çok sahte belge incelendiğinde Andonian belgelerindeki imzanın sahte olduğu ortaya çıkmaktadır. Andonian’ın Mustafa Abdülhalik Beyin imzasını taşıyan sahte belgenin bir tanesinde bir tarih ver almaktadır. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı ve Halep Valiliği arasındaki yazışmalara ilişkin asıl belgeler incelendiğinde söz konusu tarihte Halep Valisinin Mustafa Abdülhalik Bey değil Bekir Sami Bey olduğu görülmektedir.Dolayısıyla Andonian’ın sahte belgeleri şunu kanıtlıyor ki Andonianya Müslüman Rumi takvimi ile Hıristiyan takvimi arasındaki farklardan tamamen habersizdi ya da belgeleri hazırlarken farklar gözünden kaçmıştı. Dikkatsizliği sonucu tarihlerde ve referans numaralarında yaptığı hatalar belgelerin doğruluğu konusunda şüpheye yer bırakmaktadır. Dönemin İçişleri Bakanlığının giden şifre kayıtları ayrıntılı olarak incelendiğinde Bakanlığın şifre kayıt tarih ve numaraları ile Andonian in sahte belgelerinde yer alan tarih ve numaralandırma sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığı. Andonianin sözde şifreli telgrafları ile dönemin İçişleri Bakanlığının Halepe gönderdiği gerçek şifreli telgraflar arasında bir ilişkinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Andoniannın şifreli telgraflarının Türkçe “orijinalleri ile dönemin Osmanlı şifreli mesajları karşılaştırıldığında görülmekledir ki kullanılan şifre sistemleri arasında da herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Andonian belgelerini gerçek gibi göstermek için hiç kullanılmayan . mevcut olmayan bir şifreleme metodu kullanmıştır.. Sahte belgelerin üstlerindeki tarihlerden Osmanlıların 6 ay boyunca ayni şifreleme yöntemini kullanmış oldukları sonucu çıkar ki bu imkansızdır. Zira o dönemde yayınlanan bir genelge ile savaş yıllarında kullanılan şifreleme yönteminin 2 ayda bir değiştirilme zorunluluğu getirildiği ve bunun uygulanmakta olduğu kanıtlanmıştır.Andonian’ın iki sahte belgesinde yer alan Besmelenin acemice yazılış sekli de gerçek belgelerdekilerle karşılaştırıldığında Andonianin belgelerinin sahte olduğuna delalet etmektedir. Bu acemice yazım sekli Osmanlılar’da Müslüman olmayanların -Osmanlıca’yı bilseler bile- Besmeleyi yazışmalarda hiç kullanmamış olmalarından kaynaklanabilir.Andonion’un bir çok sahte belgesinde yer alan cümle yapıları ile gramer yanlışlarının bir Osmanlı görevlisince gerçekleştirildiğini kabul etmek güçtür.Aynı şekilde önemli Osmanlı görevlilerince kullanıldığı iddia edilen bir çok deyim ve ifadenin herhangi bir Osmanlı Türkü tarafından bile kullanılması mümkün değildir. Türklerin suçlarını kendi ağızlarından itiraf ettiklerini kanıtlama çabası içerisindeki Andonian bu hususu da gözden kaçırmıştır. Sahte belgeler, iki tanesi hariç, üzerlerinde dönemin Osmanlı bürokrasisinin kullandığı resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz beyaz kağıda yazılmıştır. Sahte belgelerden birinin Osmanlılar’ın özel yazışmalarda bile kullanmadıkları çizgili kağıda yazılmış olduğu diğer iki belgenin de herhangi bir Osmanlı Postanesinden alınabilen boş telgraf formlarına yazıldığı görülmektedir.İngilizler’in , Ermeni olaylarından sorumlu tuttukları Osmanlı görevlileri aleyhinde kullanılabilecek belgeler bulmak için yoğun çaba sarf ettikleri bir dönemde İngilizce edisyonu bulunmasına rağmen Andonian dokümanlarını kullanmamış olmaları İngiliz hükümetinin belgelerin sahte olduğuna inandığını göstermektedir.Andonian tarafından uydurulan belgeler eğer varolmuş olsalardı , “çok gizli” ibaresi taşımalarından dolayı telgraf yoluyla değil kurye vasıtasıyla gönderilmeleri ve dolayısıyla üç yıl boyunca tutulmak yerine okunur okunmaz yok edilmeleri gerekirdi.Andonian kitabının İngilizce ve Fransızca baskıları arasında, baskı veya tercüme yanlışlıklarından kaynaklanmış olmayacak kadar önemli bir çok farklılıklar vardır.Son olarak Ermeniler’in sözcüleri olarak hareket eden Ermeni çevrelere yakın ilişkiler içindeki yazarlar bile Anadonian belgelerinin gerçekleri üzerinde şüphelerini dile getirmektedirler.Kısacası, meşhur ”Talat Paşa Telgrafları” Andonian ve çevresi tarafından uydurulmuş aldatmacadan başka bir şey değildir. Talat Paşa’nın Ermeniler’in katledilmesini emrettiği öne sürülen telgrafıyla aynı tarihlerde gönderdiği başka gizli telgraflar da vardır.Bu telgraflar tehcir sırasında suç işleyecek görevlilerin cezalandırılmasına ilişkindir.Bir yandan Ermeniler’in katli istenirken diğer yandan da bu katliamı yapacak görevlilerin cezalandırılması talimatının verilmesinin izahı yoktur.Neareast Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşunun tehcir sırasında Ermeniler’e yardım etmek üzere Anadolu’da görev yapmasına Osmanlı Hükümetince izin verilmiştir.ABD’nin İtilaf Devletleri safında Osmanlılar’a karşı savaşa girmesinden sonra da bu kuruluşun Anadolu’da kalmasına müsaade edilmiştir.Bu husus ABD Büyükelçisi Elkus’un raporlarına da konu teşkil etmiştir.Bu durumda, eğer “katliam” emri verilmişse , Amerikan kuruluşunun faaliyet göstermesine ve katliama tanık olmasına nasıl müsaade edilmiştir, yani biz Ermeniler’i katlediyoruz, siz de gelin seyredin mi? Demiştir.Bunu herhalde mantıklı açıklamak mümkün değildir.İstanbul, Batı Anadolu ve Trakya’da oturan Ermeniler tehcir dışında bırakılmışlardır.Hatta Orta Anadolu Ermenileri’nden bile yerlerinde bırakılanlar olmuştur.Nihayet bir tehcir bile söz konusu olmadığına göre “topyekün bir katliam” hiç iddia edilemeyecektir.Nihayet, eğer hükümet Ermeniler’i topyekün imha etmek niyetinde olsaydı , herhalde bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini üzerine çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi.Görüldüğü gibi, Ermeniler’in sımsıkı sarıldıkları soykırım iddiası da yalandan başka bir şey değildir ve bu soykırım hiç bir zaman olmamıştır. Talat Pasanın Soykırımı Emreden Gizli Telgrafı Var Mıdır?. ermenisorunu.gen.tr Yusuf HALAÇAOĞLU:Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler. T.T.K. Yayınları Ankara 2002 ERMENİ VE RUM İŞBİRLİĞİ Ermeniler ve burada Ermeni Patriği Zaven Efendi mütareke yıllarında Mavri Mira örgütü ile hemfikir olarak çalışmaya başlamıştı.Zaven Efendi, Rum Patrikhanesi’nde ve Kiliselerde Türkler aleyhine toplantılara katılmış ve Rumlar’la işbirliği yapmıştı.Çünkü Yunanlılar’la Ermeniler’in çıkarları bir Türkiye’nin Batı’sında öteki de Doğu’sunda toprak kazanmak istedikleri için başlangıçta çatışmamakta idi.Gerçi sonradan Kuzey Karadeniz toprakları konusunda anlaşmazlık çıkacaksa da, ortak düşman olarak görülen Türkler’e karşı besledikleri duygular aynı idi.Bu bakımdan hangisi tarafından olursa olsun Türkler’e karşı kazanılan bir başarı ötekini sevindiriyordu. Bu dönemde bazı zengin Rumlar, ekonomik bakımdan Ermeniler’i desteklemişler ve onlara her türlü maddi yardımda bulunmuşlardır.Mesela; Mersin’de büyük bir un fabrikasının sahibi ve Bağdat Demiryolları müteahhidi olan Bodusaki Atanasyadis, Ermeni göçmen ve öksüzlerine verilmek üzere Ermeni Patrikhanesine 1200 lira yardım yapmıştır. İstanbul’da zaman zaman yapılan ayinlere her iki taraf ta katılıyordu.Örneğin, 5 Ocak 1919’da Ayatiriyadi Kilisesi’nde “Tehcir olunan Rum ve Ermeniler için “ ortak bir ayin yapılmış, burada konuşan Çanakkale Metropoliti Türklerin mezaliminden uzun uzadıya bahsetmiş ve Rumlar’la Ermeniler’in Türkler’e karşı birleşmelerini istemişti. Rumların ve Ermeniler’in ortak hareket için yaptıkları çalışmalara bazen Museviler de katılıyorlardı. Yunan Millet Meclisi’nin, başta Venizelos olmak üzere 1920 yılının ilk aylarında Ermeniler’e tam destek sağladığı görülüyordu.3-4 Şubat 1919’da Paris Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmada “Ermeniler’le dayanışma içinde olduklarını” belirterek Ermeni iddialarını tekrarlayan Venizelos , 13 Mayıs 1920’de Paris Barış Konferansı’ndaki çalışmaları anlatırken “Ümit ederiz ki Başkan Wilson, büyük Ermenistan hudutlarını cömertçe çizsin” ifadesini kullanmıştı. Ermeni Patrikhanesi ve Ermeniler, Rumlar’ın başarılarını kutlayarak, onlarla birlikte hareket etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı.Örneğin Ermeniler, İzmir’in Yunanlılarca işgalini kutlamışlar, Venizelos onlara verdiği cevapta “Eminin ki, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali Ermeni Cemaatine de bir hürriyet ve eşitlik devresi açacaktır” demiştir. Mütarekeden sonraki dönemde uygun ortamı fırsat bilerek kendi emellerini gerçekleştirmek için her türlü işbirliğini yapmaktan kaçınmayan Rumlar ve Ermeniler, Karadeniz bölgesinde kurulması düşünülen “Pontus Devleti” ve Doğu Anadolu’da kurulması düşünülen “Büyük Ermenistan” sınırlarının özellikle “Trabzon”da çatışması üzerine anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Selahattin TANSEL:Mondros’tan Mudanya’ya Kadar S.100-101 ermenisorunu.gen.tr:Rum-Yunan- Ermeni İşbirliği TEHCİR KURBANLARI Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra, İtilaf Devletleri 1915 yılında Tehcir Kanunu uygulayan kişileri İstanbul’da kurdukları Divan-ı Harp’te yargılayarak ölüme mahkum ediyorlardı. Bu Divan’a Nemrut Mustafa Paşa adında bir soysuz riyaset ediyordu.Önce Yozgat İstinaf Mahkemesi’nde beraat etmiş bulunan eski Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıfı Vekili Kemal Bey’in 8 Nisan 1919 günü Beyazid Meydanı’nda asılması olayı hiç şüphesi ki milli tarihimiz boyunca “Muhteşem İmparatorluk”un utancını taşıyacaklardı. Ayrıca şeyhülislam Mustafa Kazım Efendi de 15 yıl kürek hapsi cezasına mahkum edildi.Doktor Reşit Bey de Tehcir suçlarından idama mahkum edileceğini anlayınca intihar etti. Osmanlı yargısı tehcir sırasında Ermeniler’in maruz kaldıkları kötü muameleler konusunda , kimi yöneticilerin ve memurların sorumluluğunu kabul edip , 1397 kişi cezalandırılmış, bunların yaklaşık 600’ü idam edilmiştir.Bu cezalandırmalar ve idamlar kamu vicdanı tarafından haksız bulunmuş, halk sokaklara dökülerek gösteri yapmıştır. Öte yandan, özellikle Ermeniler’e karşı yapılan kırım iddiaları nedeniyle, savaş suçlularının cezalandırılması için çok sayıda Osmanlı yöneticisi işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp Malta’ya sürülmüş, bu kimseler aleyhine ne işgal altındaki Osmanlı başkentinde, ne de Amerika’da delili bulunamamış, bu kişiler serbest bırakılmıştır. Süleyman BEYOĞLU:1915 Tehciri ve Soykırım İddiaları Pulat Y. TACAR:Ermeniler’e Soykırım Yapıldığı Savının Hukuksal ve Ahlaki Açıdan İncelenmesi GENERAL HARBORD’UN RAPORU Ermenistan mandası konusunun incelenmesi için Wilson, 1 Ağustos 1919da General Harbordu görevlendirdi. Doğu Anadolu ve Kafkasyada tetkikler yaparak Ekim ayında yurduna dönen Harbordun Başkana sunduğu tespitleri, şimdiye kadar Wilsonun önüne sunulmuş bilgilerden biraz farklıydı. Yola çıkarken gerçekten bir Ermenistan ve katliamlar göreceği¬mizi sanmıştık diyen Harbord, heyetinin yapmış olduğu araştırmalar sonucun¬da bölgede hiç bir zaman ve hiç bir şekilde Ermeni çoğunluğunun olmadığına tanık olmuştu. Heyet, incelemeleri sonunda, Türklerle Ermenistan, dış etkiler olmadan, yüzyıllarca bir arada ve barış ve güvenlik içinde yaşamış olduklarına inan¬mıştı. Ayrıca, Türklerin Ermenilere karşı herhangi bir şekilde soykırım hazırlığında bulunmadıklarını da görmüştü. Rus sınırında yığınak yapılmış olduğunu ve Erzurum civarında sivil halkın Ermenilere saldırıya hazırlanmakta olduklarına ilişkin en ufak bir kanıta rastlanmadığı raporda belirtilmişti. Tam tersine, sınır bölgesindeki Türklere sınırı aşmamaları için çok sıkı emirler verilmiş olup, buna karşılık, isteyen Ermenilerin, Türk Ermenisi olduklarını kanıtlamak şartıyla, Türkiyeye girişlerinin serbest bırakıldığı öğrenilmişti. Türkiyeye geri dönen Er¬menilerin hayatlarının tehlikede olduğunu düşündürecek hiçbir olayla karşılaş¬mamışlardı. Erzurumun baştan başa Türk mimarisi özellikleri taşıması, yüzyıl¬lardır burada Türklerin egemen olduğunu kanıtlarken, mezarlıklardaki Türk ve Müslümanlara ait kısımların çokluğu ve Valinin Erzurumun ölüsü de Türk, dirisi de sözü, çoğunluğun kimde olduğuna hiçbir kuşku bırakmamaktaydı. Heyette, Türklerin Ermeniler tarafından pek kötü davranışlara maruz bırakıldığı inancı da kesinleşmişti. Ermenilerin birlikte yaşadıkları halka kendilerini sevdirmediklerini kaydeden Harbord, buralarda eskiden beri yaşamakta olan Ermenilerin durumunun, sanıldığının aksine, kötü olmadığını, hatta mülklerinden yok¬luklarında bile kira aldıklarını belirtmişti. Harbord, sağlık imkanlarının eksikliğine de ayrıca dikkatleri çekmiştir. Doktor ve ilaç bulunmayan bölgede sadece tifüsten ölen Türk askerlerinin sayısının 600.000 civarında olduğunu bildiren Harbord, ölüm oranındaki çokluğa açlık ve yetersiz sağlık koşullarının büyük etkisi olduğunu hatırlatmıştır. Son olarak ise general, Ermenistana mandater olacak gücün Iran, Türkiye ve Rusya sınırlarını da tutması gerekeceğini, man¬danın Doğu Anadolu ile sınırlandırılmayıp Türkiyenin tümünü içermesi zorun¬luluğunu dile getirerek, bunları sağlamak için büyük askerî ve maddî imkânlara ihtiyaç duyulacağını kaydediyordu. Harbord’un tespitleri Wilsonun fikrini değiştirmese bile, manda sorununun havale edileceği Kongre üyelerinde ciddi tereddütler yaratacaktı. Mim Kemal ÖKE:Ermeni Sorunu 1914-1923 T.T.K. Yayınları Ankara 1991 LOZAN’DA ERMENİ SORUNU Atatürk, Lozan’a giden Türk delegelerine iki konuda kesinlikle taviz vermemelerini söylemişti:Ermeniler’e toprak verilmemesi ve Kapitülasyonların kaldırılması 12 Aralık (1922) günü Curzon, Ermeni ulusal yurdu konusunu konferan¬sın gündemine getirecektir. Londra ve San Remodaki ifadelerini yalanlarcasına Lozanda Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadoluyu kastederek kendi top¬raklarında oturmak özleminde bulunmalarını doğal saydığını ve onlara Türki¬yede bir yurt verilmesinin gerektiğini dile getirir.Bu konuda Türkiye baş delegesinin ne düşündüğünü sorar, İsmet Paşa da cevaben, İngiliz kaynaklarına dayanarak uzun bir konuşma yapar. Ermenilerin, Osmanlı İmparatorluğunda ya¬şayan diğer azınlık cemaatleri gibi, mîllet sistemi çerçevesinde barış, huzur ve refah içinde Türk komşularıyla bir arada yaşadıklarını hatırlatan İsmet Paşa, bu ilişkilerin Ortadoğuda emperyalist emelleri olan devletlerin müdahaleleri sonu¬cu bozulduğunu; Ermenilerin, yabancı tahrikleriyle Babıâliye isyan ettiklerini, Müslüman ahaliyi mezâlime duçar bıraktıklarını ve bu durum karşısında İstanbul’un kendini savunduğunu söyleyerek konuyu tarihî perspektifi içine oturta¬caktır. Devamla İsmet Pasa, Türkiyede kalmak isteyen Ermenilerin —kendileri¬ne karşı iyi düşüncelerle dolu ve geçmişteki olayları unutmaya hazır olan— Türk yurttaşlarıyla kardeşçe yaşabileceklerini Konferans önünde de belirtecektir. Öte yandan, Ankara, ülkesinin parçası olan bir toprağın Ermeni Yurdu kurulmak üzere Türkiyeden ayrılmasını, Türkiyenin bölünmesine yeni bir girişim saymak zorundadır. Şu var ki, İsmet Paşaya göre, bu girişimlerin gerçekleşeme¬yeceği defalarca ispat edilmiş durumdadır. Türkiyenin gerek doğusunda, gerekse güneyinde Ermeni çoğunluğunun bulunmadığı açıktır. Ayrıca, Türkiye’nin her ne yoldan olursa olsun anayurttan ayrılabilecek bir karış toprağı yoktur. Kaldı ki Türkiye, zaten var olan bağımsız Ermenistanla (Erivan Sovyet Cumhu¬riyeti ile) devletler hukuku ve uluslararası siyasal teamüller uyarınca anlaşmalar yapmış ve iyi komşuluk ilişkileri kurmuş bulunmaktadır. Bunun dışında bir Ermenistanın var olduğunu düşünmek, Türkiyenin anlaşmalarına aykırı düşer. Sonuç olarak İsmet Paşa, Ermeni ulusal Yurduna ilişkin olarak yaptığı açıklamaların yeterli sayılacağını vurgulayacaktır. İsmet Paşanın uyarısına rağmen, Ermeni Sorunu bir kere daha konferans gündemine bu sefer de Erme¬ni mandası sorumluluğunu üzerine almayan Amerika Birleşik Devletlerinin sanki kendini affettirmek istercesine Azınlıklar Alt Komitesine sunduğu bir Ulusal Yurt Muhtırası ile girecektir (30 Aralık) İtalyan temsilcisi Montagnanın da Yurt tasarısını desteklemesi üzerine Türk heyeti müzakerelerde bu¬lunmamayı yeğleyerek oturumu terk edecektir. Türkiyenin artık, Osmanlı İmparatorluğumun aksine, türdeş bir devlet olduğu özelliği üzerinde duran İsmet Paşa, bir başka birleşimde, bu dünya içinde Ermenilere herhangi bir şekilde toprağa bağlı bir otonomi tanınması diye bir düzenlemenin söz konusu olama¬yacağını kaydetmiştir. Sözlerini Marsilyadaki Ermeniler nasıl bağımsız bir var¬lığa kavuşamazlarsa, Türkiyedeki Ermeniler de buna benzer iddialarda buluna¬mazlar diyerek sürdürecektir. Bunun dışında genel af” konusunun açılmasıyla İsmet Paşa, millet olarak geçmiş olayları unutmaya, ülke olarak Türkiyede ya¬şamak isteyen Ermeni kardeşlerinin dönüşünü sevinçle karşılamaya ve onlara uluslararası kıstaslara uygun haklar tanımaya hazır olduklarını teyit etmiştir. Bununla beraber, Ermeni komitecileri kastederek Birinci Dünya Savaşında düşmanla işbirliği yapanların Türkiyede yeniden karışıklık çıkarmak üzere ülke¬ye gelmelerine engel olunacağını, bu nedenle bu kişilerin kesinlikle af kapsamı¬na alınamayacaklarını işaret edecektir.Ancak, Türkiye, güvenliği açısından bu zorunluluğu yerine getirirken, kendi hallerinde veya iyi yurttaş olan Ermeni¬lerin söz konusu tedbir yüzünden sıkıntıya düşmemelerine de göz kulak olmak¬tan geri kalmayacaktır. Konferansın ikinci devresinde Türk delegas¬yonu Milletler Cemiyetinin azınlıkların statüsü konusunda standartlarına uyacağını ifade ettiğinde İngiliz temsilcisi Forbes Adam da bu şartlar altında topraksal olarak Ermeni yurdunu ve Türkiyede Ermeni meselelerini gündeme ge¬tirmenin tamamen lüzumsuz olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Onu takiben Sir Horace Rumbold, Erivan Cumhuriyeti dışında bir ulusal yurt ya da Ermeniler için bir vatan toprağı tayin etmek pratik bir çözüm değildir. Andlaşmanın içerdiği azınlıklarla ilgili hükümler bütünüyle yararlı ve yeterlidir diyecektir. İngiliz-Ermeni Komitesi, Curzonun Lozanda karşı karşıya geldiği tek Ermeni delegasyonu değildi. Ermeni Millî delegasyonu başkanı ve bir zamanların Osmanlı Hariciye Nazın Gabriel Noradunkiyan, İngiliz Dışişleri Bakanlığına başvurduğunda kendisine verilen cevap, diplomatik yazışmaların ola¬bileceği kadar sert ve kesindi: Majestelerinin bugünkü şartlarda bu mesele üze¬rinde fazla durabilmenin, görüşmeleri tehlikeye düşürebileceği nedeniyle mümkün olmadığını ve bu nedenle şimdiki Türk hükümetinin tutumunda he¬men ve büyük bir değişiklik bekleme ümidinin olmadığını toplanmasından sonra Andlaşmada Ermenilerin millî yurdundan bahsedilmediği anlaşılınca Ulus¬lararası Ermeni Taraftarları Birliği (Ljgue Internationale Philarmenıenne), kararı şiddetle protesto ederek, bunu uluslararası adaletin iflâsı olarak niteledi. Buna cevap olarak, Curzondan sonraki İngiliz Baş delegesi, Birliğin başkanı M.E. Navillee, Türklerin kabul ettiği metnin dışında bir kararın konferanstaki İngiliz delegasyonunun görev kapsamını aşacağını, sorumluluklarının konferansa çağrı¬lan devletlerle Türkiye arasında barışı sağlayabilmek olduğunu tekrarladı. Ayrıca, Rumbold, İngiliz delegasyonunun Ermeniler adına sarf ettiği gayret ve eylemlerin artık bittiğini... ve size daha tatmin edici bir cevap gönderebilecek du¬rumda olmadığımı bildirmekten samimi olarak üzüntü duyuyorum diye ilâve etti. Yukarıdaki satırlardan İngilizlerin Ermeni Meselesinde Kraldan fazla kral taraftarı olmakla konferansın gidişini ileride görüleceği üzere adlî kapitülasyon¬lar konusunda olduğu gibi bir daha tehlikeye atmak istemedikleri anlaşılmakta¬dır. Lozandaki İngiliz delegasyonuna uzman olarak katılan ve Londranın Osmanlı Türkiyesindeki son dragomanı Sir Andrew Ryanın. Bugün İngilte¬re devlet arşivinde bulunan evrakı metrukesi, bu konudaki İngiliz tavrını aydın¬latacak belgeleri ihtiva etmektedir. Özel mektuplarından birinde Ryan, Ermeni millî yurdu konusu —nerede ise konferansın en büyük patırtılarından birisine neden olmasına rağmen— ciddî bir sorun değildi. Korkarını ki, bu sorun bir vitrin dekoru olarak ortaya atılmıştı. Bu sorunun içi de gerçekle mağaza camekanlarında raf raf gördüğünüz süt teneke kutuları kadar boştu. Başta Erme¬ni millî yurdu olmak üzere Curzonun azınlıklar sorununu ileri sürmesi, bir taktik meselesiydi. Tehciri gündeme getirmekle Türkleri, dünya milletleri önünde mahcup edeceğini sanıyordu. Böylece, Ankara savunmaya çekilecek, Curzon da onların bu gerileyen tavrından yararlanarak isteklerini dikte ettirecekti. İkinci olarak Curzon, aynı taktikle Moskova ile Ankaranın arasını açmayı tasarlıyordu. Şöyle ki, Curzon İsmet Paşaya azınlıklar konusunda Milletler Cemiyetinin Öngördüğü hükümleri kabul ettiği ve bu örgüte üye olduğu takdir¬de de Ermeni Meselesini daha fazla kurcalamayacağını ima etmişti. Milletler Cemiyetini emperyalistlerin kollektif bir örgütü olduğuna inanan Sovyet Rus¬yanın Türkiye gibi, ideolojileri farklı olsa dahi, yakın dostu gördüğü bir ülke¬nin bu teşkilata girmesini doğal olarak hoş karşılamayacaktı. Kısaca, Curzon, İsmet Paşaya Ermeni Meselesini unutmaya karşılık Milletler Cemiyetine üyeli¬ği alışverişini teklif ediyordu. Demek ki, bir yerde Rusya ya da Bolşevik tehlikesi, İngilterenin Lozanda Ermeni Sorununda mümkün olduğu ölçüde sessiz kalmasını sağlamıştı. Kendisine Türkiyeden Ermeni yurdu adı altında bir toprak parçası kopartmanın hak¬ hem de uygunsuz (impracticable) olacağını yazan Ryana , İstanbuldan Handerson şu cevabı veriyordu: Doğrusunu istersen, ben Türkleri hiç sevmem; onları itimat edilmez, Medeniyetsiz barbarlar olarak bulurum. Fakat, yine de sonuçlandırıcı politikalardan, onlarla dost olmaktan, onları kullan¬maktan yanayım. Ancak, tabii bir köşeye çekilip, Hey sizin şey¬tanlıklar peşinde olduğunuzu biliyoruz ve biz sizi durdurmaya da çalışmayacağız diyemem. Ben hoşgörü siyaseti taraftarıyım ve Türklerle hiç olmazsa dost olmaya çalışacağım. Böyle bir siyasetin sonunda mutlaka içine düşeceğimiz bir çukuru kazmaya değil de Britanya İmparatorluğuna büyük yardımlarda bulunacağına inanıyorum İngiliz Dışişleri Bakanlığı artık dinamikleşmiş bir Atatürk Türkiyesinin ihtilalci Sovyet Rusyaya karşı Ermeni devletinden daha güçlü bir set, ya da tampon bölge oluşturacağında hemfikirdi. Bu çerçeve içinde Ermenilerin Lozandan elleri boş olarak ayrılmaları mukadder gözüküyordu. Başlarına gelecekleri anla¬yan Ermeni komiteleri ve benzeri militer veya diplomatik dernekleri Curzonu bir kere daha protestolara boğunca, Dışişleri Bakanı, cevabi yazılarında diplomatik teşrifatın gerektirdiği nezaketi bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Williamsın başvurusunu aynen şöyle karşılayacaktır. Sizden böyle bir mektup gelmesi gerçekten son derece üzücü ol¬maktadır. Çünkü, gerçeklere en az benim kadar vakıf olmanıza rağmen, İngiliz Hükümetinin içinde bulunduğu durumu anlama¬makta ısrar ediyorsunuz. İngiltereye güvene gelince, İngiltere iti¬madınızı sarsmak için ne yapmıştır, söyler misiniz? Ermeniler, tüm Büyük Güçler içinde zannederim kendilerinin en iyi dostlarının ve en devamlı destekçilerinin Majestelerinin Hükümeti olduğunu bilmektedirler... Fakat, sizler bu ülkenin —ya da herhangi başka biri¬sinin— Türkiyenin lalettayin bir yöresini seçip, oradaki diğer tüm ırkları sepetleyerek İngiliz süngülerinin çerçevesinde büyük miktar¬daki (Ermeni) muhacirleriyle yoğunlaştırmasını ve böylece İngiliz vatandaşlarından alınacak muazzam vergilerle burada bir Ermeni ulusal varlığını teşkilatlandırmasını bekleyemezsiniz. Bunun düşüncesi bile ham hayalden öteye gitmez.... İngilterenin Ermenileri desteklemekten vazgeçmesinin nedenlerinden biri de Ermeni komitelerinin Mondros Mütarekesi’nden sonra Doğu Anadoluda gi¬riştikleri katliam karşısında duydukları infial olmuştur. Ermenilerin bilhassa 1915 ile 1920 yıllan arasında gerek Doğu Anadolu ve gerek Kafkasyadaki Müslümanlara karsı uyguladıkları mezâlim, ne kadar tatbikçileri tarafından sak¬lanılmaya, hatta tersyüz edilip Müslümanların kıtalleri olarak Batıya yansıtılmaya çalışılmışsa da, dünyanın en iyi haber alan istihbarat servislerine kumanda eden İngiliz Hükümet yetkililerini, sokaktaki halk gibi aldatmaları mümkün değildi. Üstelik, zamanla Ermeni olaylarının gerçek yüzü Batı kamuoyuna da mal olunca; halk, devletlerini böylesine vahşet yapabilen grupları desteklediği için eleştirmeye başlayacaktır. Bu durumda, Müttefiklerin siyasî platformda eli kanlı canileri müdafaa etmesi, onların davalarına yardımcı olmaları eskisine oranla kolay olmayacaktı. Tiflis’teki İngiliz temsilcisi Curzona 4 Mart i92ode şöyle yazıyordu: Hiç tereddüt etmeden diyebilirim ki, Müslümanların can ve mallarını Taşnakçı bir Ermeni Hükümetine emanet etmek, insanlık açısından bence kabil-i tavsiye değildir. Ermenilerin Müslüman yönetimi altında daha sa¬lim olacaklarına, fakat Müslümanların Taşnak Ermeni yönetimi altında asla emniyette olmayacaklarına inanıyorum. Bu raporlardan müteessir olmaya¬caklarına inanıyorum. Bu raporlardan müteessir olan Curzon, Nubar, Aharonian ve Erivan piskoposundan müteşekkil bir Ermeni delegasyonuna, vatan¬daşlarının hareketlerinin çılgınca ve savunulmaz olduğunu söyledi; Ermeniler bu kadar istikrarsızlık ve iğtişaş sevdası gösterdikleri takdirde, kimsenin Erme¬nistana bakmayacağını ihtar etti. Ermeni liderleri, kıtalleri inkâra ve suçu Türklere yüklemeye kalkıştılarsa da başarı sağlayamadılar . Mim Kemal ÖKE:Ermeni Sorunu 1914-1923 s.188-192
Posted on: Thu, 17 Oct 2013 23:41:21 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015