. TÜRKİYEDE TARIMIN KISA SOSYOLOJİK TARİHİ | | - TopicsExpress



          

. TÜRKİYEDE TARIMIN KISA SOSYOLOJİK TARİHİ | | BİRİNCİ BÖLÜM 1. TÜRKİYEDE TARIMIN KISA SOSYOLOJİK TARİHİ 1.1. Tarımda 1923 – 1980 Dönemi İnsanların hayatlarını devam ettirebilmesi için üç temel ihtiyaç beslenme, örtünme, barınmadır. Bu üç temel ihtiyacın kaynağı topraktır. Tarım insanla toprağın birlikte yoğrulmasının adıdır. Tohumun toprağa atılmasından ürünün hasat edilmesine kadar geçen her aşamada insanda tohumla birlikte büyür, olgunlaşır, hasatta hem sevinç hem hüzün vardır. Tarım bir dilim sıcak ekmek, bir dilim taze peynir, bir bardak sıcak çay iki tek şekerdir. Tarım iki metre elbiselik kumaştır. Temiz ve yeşil bir çevre, berrak bir bardak su dur. Yeterli ve dengeli beslenme imkânının sağlanabilmesi bir tarafa, dünyanın birçok ülkesinde karnını doyurmak için yeterli gıdayı bulamayan aç ve zavallı insanları basın yayın organlarında üzülerek görüyoruz. Bu bütün bir insanlığın ayıbıdır. 1923 yılı sonrasında ülkemizde, % 80’i köylerde ikamet eden 13 milyon nüfus bulunuyordu. Yıllarca süren savaşlardan yorgun düşmüş bir nüfus. Cumhuriyetin ilk yıllarında köyde ikamet edenlerin, çiftçi olarak işlev kazanabilmesi için köylülerin topraklandırılması çalışmaları başlatılmıştır. İlk olarak şark vilayetlerinden garb vilayetlerine mecburen nakledilen ailelere ait arazilerin hazineye dâhil edilmesi ve kıymet takdirini belirleyen 19 Haziran 1927 tarihli 1097 sayılı kanun çıkarılmıştır. Bu kanunla bu bölgedeki araziler ve Muğla tarafında kamulaştırılan topraklar muhtaç köylülere dağıtılmıştır. Büyük arazi mülkiyetlerini elinde bulunduranların çoğu yaşayışlarını toprağa bağlamadıkları halde, geçimini topraktan temin edenlerin elinde işleyecek toprakları bulunmamaktaydı. 17 Ocak 1945 yılında “Çiftçiye toprak dağıtılması ve çiftçi ocakları kurulması” kanun tasarısı hazırlanmış, Bu kanunla “ Bir toprak en çok mahsulünü en çok bir vaziyette verir. O da toprağın işleyenin malı olmasıdır.” düşüncesinden hareket edilmiştir. Bu kanunla araziler 4 ayrı sınıf olarak tasnif edilmiştir. 1.Çiftçinin elindeki küçük araziler. 2.Şahısların elindeki orta büyüklükteki mahdut mülkler. 3.Köylü mülkleri. (Dağıtılan toprakla toprak sahibi olan çiftçilerin, çiftçi ocakları olarak örgütlenmeleri amaçlanan mülklerdir.) 4.Büyük arazi mülkleri. (Bu araziler devletin elinde bulunan ve tarım politikalarının esasını teşkil eden mülklerdir.) Bu çalışmalarla birlikte eğitime önem verilmiştir. Ziraat mekteplerinin yanında, Ziraat Yüksek Enstitüleri kurulmuştur. 1940 yılı başlarında kurulan Köy Enstitüleri mezunlarının aracılığı ile köylülerin köylülükten kurtarılarak, çiftçi haline getirilmeleri amaçlanmıştır. Enstitülerde verilen eğitimle demirci, hasta bakıcı, veteriner, tarımcı, inşaat işleri gibi bilgileri bünyesinde toplayan öğretmenlerin köylerde çiftçilerin eğitimlerini temin edeceklerine inanılıyordu. Köylülerin eğitimi ile ağa-ırgat, ağa-maraba ilişkisi kırılacak, çiftçi her zeminde hakkını arayabilecek hale gelecektir, deniliyordu. Köylerde ağır köy şartlarını, topraksız köylülerin toprak sahibi köylülerin yanındaki durumlarını, köylerdeki açlığı ve sefilliği gören köy enstitüsü mezunu öğretmenlerin yazdığı romanlarla köy yaşantısı, Türkiye gündemine girmeye başlamıştır. 1950–1960 yılları arasında Demokrat Parti döneminde verilen zirai destekleme kredileri genelde toprak sahibi çiftçilerin eline geçmiştir. Zengin-fakir ayırımının arttığı bu yıllarda Orhan KEMAL Yaşar KEMAL, Kemal TAHİR, Talip APAYDIN, Mahmut MAKAL gibi yazarlar köy yaşantısını, toprak-sermaye ve siyasi gücü elinde bulunduran ve sağcı muhafazakâr görüntü veren köy zenginleri ile ekonomik yönden zayıf olan köy halkının karşılıklı ilişkilerini romanlaştırmışlardır. 27 Mayıs 1960’a bu hava içerisinde gelinmiştir. 1946 yılına gelindiğinde savaş bitmiştir. Ege, Akdeniz, Marmara dışında ticari tarımın olmadığı, üretilen tarımsal ürünlerin yakın ilçe ve illerde pazarlanabildiği, ulaşım imkânlarının kısıtlı olduğu, “Türkiye’nin sahibi hakikisi ve efendisi hakiki müstahsil olan köylüdür” düşüncesinin yaygın olduğu, Buna rağmen yol vergisi veremeyen köylülerin toprağından koparılarak, ücretsiz amele olarak çalıştırıldığı, köylerde jandarma baskısının hâkim olduğu yıllardır. Ankara’da bile sıhhiye köprüsünden, Çankaya tarafına köylülerin geçmesinin engellendiği yıllardır. İlk ABD yardımı da bu yıllarda 1946–1950 arasında alınmış, Gıda ve Marshall ( traktör, makine v.b) yardımı olarak adlandırılan bu yardımın bir kısmı hibe bir kısmı borçlanmadır. Bu yardımla Türkiye’nin borçlanma serüveni de başlamıştır. Bu yıllarda çıkan iki yasa da Türkiye’yi etkilemiştir. Birincisi savaş yıllarında savaş dışında kalarak, haksız kazançla zenginleşen kitlelerin ellerindeki bu imkânları tırpanlamak için çıkarılan varlık vergisidir. Diğeri Çiftçiyi topraklandırma kanunudur. Bu iki kanuna muhalefet eden varlıklı ve toprak sahibi insanların muhalefeti ülkeyi 1950 atmosferine taşımıştır. 1929’larda başlayan Dünya ekonomik buhranında Dünyadaki Avrupa ve ABD dâhil bütün ülkeler dış alımı kısıtlayan, iç üretimi teşvik eden, ithal ikameci, devletçi kalkınma politikaları benimsemişlerdir. 1930’lu yıllarda Sovyet uzmanların görüşleri de alınarak ülkemizde sanayi planları gündeme girmiştir. Tarıma ait sanayi işletmeleri ve kurumlar ile Demir-Çelik, Çimento sanayi gibi işletmeler bu yıllarda kurulmuştur. Bu yıllarda; -Tarımda makineleşmeye önem verilmiş, 1920’de 500 olan traktör sayısı 1945 de 1000, 1950 de 15.000 ve 1955 de 40.000 adet’e ulaşmıştır. Hızlı makineleşme ile ekilebilen 12 milyon hektar alan kısa süre içerisinde 24 milyon hektara ulaşmıştır. (Bu arada meralar da plansızca sürülerek tahrip edilmiştir) -Şeker üretimi için, Şeker Fabrikaları kurulmuştur. Fabrikalar kanalıyla şeker üreticileri örgütlendirilmiş, pancar kooperatifleri kurulmuş, şeker üretimine önem verilmiştir.(1935) -Gübre, Traktör, Makine, Alet- Ekipman üretim ve dağıtımı, yani üretimde kullanılan girdileri temin edecek bir kuruluş olan Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) kurulmuştur. -Devlet Üretim Çiftlikleri (TİGEM) tarımsal üretimde tohum temini görevini üstlenmiştir. -Süt ve Süt ürünlerinin imalat ve pazarlaması için (SEK) kurulmuştur. -Et ve Et ürünlerinin imalat ve pazarlanması için Et Balık Kurumu (EBK) kurulmuştur. -Hayvansal üretimde kullanılan yem temini için Yem Fabrikaları (YEMSAN) kurulmuştur. -Çay sektöründeki üretim ve pazarlamayı örgütlemek için ÇAYKUR kurulmuştur. (1924 de Rize ve Borçka da çay üretimi başlamış, seçilen hedef olan 3.000 hektar üretime 1948 de ulaşılmıştır.) -Hububat ve diğer tarım ürünlerinin alınması, depolanarak muhafaza edilmesi için Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kurulmuştur. -Gübre üretimi için Türkiye Gübre Sanayi ( TÜGSAŞ) ve İstanbul Gübre Sanayi (İGSAŞ) kurulmuştur. -Üretilen ürünlerin sanayi olarak işlenmesi ve ürün piyasalarının düzenlenmesi için Tarım Satış Kooperatifi Birlikleri kurulmuştur. -Tarımsal kredilerin ve destekleme ödemelerinin çiftçilere ulaştırılması için Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri kurulmuştur. -Üretilen pamuk ve derilerin işlenerek tüketime hazır giyim ve mefruşat ürünlerinin üretilmesi ve satış mağazalarında pazara sunulması için Sümerbank kurulmuştur. Tarımsal üretimi yönlendiren, organize eden kamu kuruluşları ise Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü, Toprak-Su Genel Müdürlüğü, Çayır-Mera Araştırma Enstitüleri, Hayvancılığı Geliştirme Genel müdürlüğü, Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Gıda İşleri Genel Müdürlüğü şeklinde örgütlenmiştir. 1960–1980 yılları arasında planlı kalkınma modelleri uygulamaya konulmuştur. Demokrat Partinin 22 Mayıs 1950’de okunan hükümet programında “İktisadi sahada devlet sektörünü mümkün olduğu kadar daraltmak, hususi teşebbüs sahasını mümkün olduğu kadar genişletmek” fikri esas alınmıştır. Türkiye 1950 yılında ilk kez Dünya Bankası ile kredi ilişkisine girmiştir. 2002 yılına kadar 170 kredi anlaşması imzalanmıştır. Bu kredilerin % 20’si tarım sektörü ile ilgilidir. Bunu % 18 ile Elektrik-Enerji sektörü, % 6 ile Ulaştırma, % 15 Finans, % 6 Eğitim, % 2 Sağlık sektörü takip etmektedir. 1950–1980 arasındaki anlaşmalar dar kapsamlı verimliliği artırma kredileri olup, yatırım amaçlı değildir. Yatırım programları Devlet Planlama Teşkilatınca hazırlanmış, bu planlara da maalesef yeterince riayet edilmemiştir. Devlet eliyle üretim ve pazarlamanın örgütlenmesi çalışmaları ile 1980’li yıllara gelinmiştir. Bu yıllar Türkiye’nin ideolojik olarak çeşitli fraksiyonlara bölündüğü, terörün hâkim olduğu, üretimin azaldığı veya durduğu, Tarım Satış Kooperatiflerinde bile işi bırakma, grev gibi eylemlerin yoğunluk kazandığı yıllardır. Üretimin durduğu, karaborsanın yaygınlaştığı, iç ve dış borçlar yüzünden ödemeler dengesinin bozulduğu, en önemlisi toplumsal huzurun bozulduğu, ülkenin kargaşaya sürüklendiği yıllardır. Devletçe kurulan bu işletmelerin siyasilerce istihdam yeri olarak görülmesi, işletmeciliğin uluslararası ekonomik kurallar dikkate alınmadan bilinçsizce yapılması, kaynak savurganlığı bu kurum ve kuruluşları iflasın eşiğine getirmiştir. Bu süreç 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile sona erecektir. 1.2. Küreselleşme 1929’lu yıllarda başlayan Dünya ekonomik buhranında dünya ülkeleri dış alımı kısıtlayan devletçi politikalar benimsemişlerdir. Bu durum dünya ticareti üzerinde daraltıcı rol oynamıştır. Ticareti ve dışsatımı darboğaza giren ABD’nin girişimiyle, Yeni Dünya düzeninin temelleri 2. Dünya savaşı sona ermeden 1944 yılında toplanan Bretton Woods konferansında Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasının kurulma kararı ile atılmıştır. Yeni Dünya düzeninin temel stratejisi, “dünya ticaretinin genişlemesi - teknolojilerin gelişerek yaygınlaşması - çok uluslu şirketlerin yatırıma yönelmesi - medya ve internet bağlantıları ile ekonomik ve toplumsal gelişmenin hızlanmasıyla sınırların ve ülkelerin ulusal politikaları ile getirilen sınırlandırmaların ortadan kaldırılması - ticaretin serbestleşmesi ve dünya halklarının refah seviyesinin arttırılması” şeklinde açıklanmıştır. IMF’nin işlevi “üretilen mal ve hizmetlerin devletlerin ödemeler dengesi açıkları sebebiyle ve korumacılık önlemlerine dayanılarak, dünya üzerinde serbest ticaretin önlenmesine yol açacak gelişmelerin engellenmesi” olarak belirlenmiştir. Bu maksatla üye ülkeler ekonomilerinde ödemeler dengesi yönünden darboğazlar oluşumunun engellenmesi, üye ülkeler arasında çeşitli yollarla yürütülen para değişimini düzenleyici bir ödemeler sisteminin kurulması, bu sayede uluslararası ticaretin gelişmesini engelleyici parite farklılıklarının (paranın yapay yöntemlerle gerçek değerinin altında veya üstünde tutulması) önüne geçilmesi, böylece dünyadaki para ve mal hareketlerini olumsuz olarak etkileyecek gelişmelerin engellenmesi hedeflenmiştir. Üye devletlerin bütçelerinin açık vermemesi, ödemeler dengesi sıkıntılarının aşılması, uluslararası kuruluşların açacağı kredilerin geri ödenmesi konusunda darboğaz yaşanmaması için üye ülke ile ilgili olarak önlem paketleri ve programları hazırlayarak üye ülkenin uygulamasını takip etmek IMF’nin asli görevleri olarak belirlenmiştir. Dünya bankasının işlevi ise üye devletlerin ekonomilerinin geliştirilmesi, imar ve kalkınma amacıyla hazırlanan projeler çerçevesinde orta ve uzun vadeli yatırımların istenilen alanlara yönlendirilmesi için üye devletlere kredi açılması şeklinde özetlenebilir. Uluslararası ticaretin üçüncü temel taşı olan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nün kurulması düşüncesi 2. Dünya savaşının bittiği yıllardır. Bu kuruluş uluslararası ticarete ilişkin kuralların uygulanması, dünya ticaretinin serbestleşmesi, dış ticarette korumacılığa gitmenin önüne geçilmesi, ihracat ve ithalatta gümrüklerdeki korumacılığın düzenlenmesi görevlerini üstlenecektir. Fakat savaştan güçlü bir şekilde çıkmış olan ABD’nin bu projesi o yıllarda tepki ile karşılanmış, 1948 yılında 56 ülkenin imzaladığı ‘Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’ yürürlüğe girmiştir. Türkiye GATT anlaşmasını 1 Ocak 1951 de imzalamıştır. 1 Ocak 1955 de GATT yerini DTÖ ye bırakmıştır. Yeni Dünya Düzeninin bu üç sacayağının ABD’ndeki güçlü sermaye kuruluşlarının egemenliği etkisinde oldukları düşüncesi, Avrupa ülkelerini ikinci bir kutup oluşturma (AET) çabalarına itmiştir. Bu süreç AB oluşumunu temin için halen devam etmektedir. Sovyet sisteminin çökmesi Avrupa Birliği’ni oluşturma çabalarını hızlandırmıştır. Ülkemiz son 27 yıldır (1980 sonrası) IMF, DB, DTÖ isteklerine uygun politikalar benimsemiştir. Bu yıllar sonrasında işsizlik, yoksulluk artmış, tarımsal üretim hızı, nüfus artış hızına göre daha düşük seviyede gelişme göstermiştir. Küreselleşmeyle mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı temin edilmeye çalışılmaktadır. Mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı için sosyal devletin, kamu hizmetlerinden (Eğitim, Sağlık, Enerji, İlaç, Tohum temini v.b.) soyutlanması, bertaraf edilmesi gerekmektedir. Sosyal devletin çekildiği bu alanlardaki mal ve hizmet üretimi sermaye şirketleri tarafından yapılacaktır. Bütün bunların yapılabilmesi için ulusal kuralların ve kuruluşların yerine uluslararası kuralların ve kararların uygulamaya konulması gerekmektedir. (Ülkemizdeki özelleştirme çalışmaları, desteklerin kaldırılması şeker ve tütün yasası gibi) Yenidünya düzeni ulus devletlerce alınması gereken kararların, hala onlar tarafından alınıyor görüntüsü altında, çok uluslu şirketler veya sermayelerinin büyük kısmını sağlayan ülkelerce alınması veya empoze edilmesi şeklinde bir sistem getirmiştir. Hükümetler alınan kararları ülke menfaati için uygun görülen kararlar olarak lanse etmekte, bu kararların alınmasının ülkeleri için vazgeçilmez olduğu anlatılmaktadır. Toplumlar ne olup bittiğini anlamadan ekonomik krizlere, darboğazlara sürüklenmektedirler. Bu kararların alınmasında; kurum ve kuruluşların ekonomik kurallar çerçevesinde iyi işletilmemesi, istihdam yeri olarak görülmesi, işleyişlerinin yenilenmemesi, zarar edecekleri bilindiği halde mevcut politikaların devam ettirilmesi de etkili olmuştur. Belki de bile, bile lades denilmiştir. Uluslararası sermayenin uygulamalarına karşı çıkılması, ekonomik yönden borçlu olan, borç çeviriminde zorlanan ülkelerin krize sürüklenmesini kolaylaştırmaktadır. Krize sürüklenen ülkelere tekrar borç verilerek, ulusal düzenlemelerin terk edilmesi, reform adı altında bazı yenileme çalışmalarının yapılması temin edilmektedir. Bu uygulama gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde sürekli uygulama şansı bulabilmektedir. Küreselleşme neticesinde hiçbir ülke, kendi ülke halkının geleceğini dikkate alarak bu bizim milletimiz, bu bizim politikamız, hiç kimseyi ilgilendirmez diyemeyeceği bir duruma gelmiştir/getirilmiştir. Bu durum küreselleşmeye karşı söylemleri güçlendirmiştir. DTÖ’ nün liberal ticaret politikaları IMF ve DB’ nın uygulamaları birçok ülkede yapılan eylem ve protestolarla tenkit edilmiştir/ edilmektedir. Endüstrileşmiş ülkelerin Uruguay Raundu (1986–1993) anlaşmalarına göre gümrük tarifelerinin % 3 ’lere kadar çekilmiş olması ve tarife dışı engellerin büyük ölçüde azaltılması, rekabete dayalı endüstriyel güce sahip, ucuz işgücü imkânı olan gelişmekte olan bazı ülkelerin ekonomilerini (Ülkemizde buna dâhildir.) büyütmelerine imkân verebilmiştir. Sınırlı sayıda ülkenin dışa açık büyümede gösterdiği başarı şu andaki haliyle, küreselleşmenin daha çok endüstrileşmiş ülkeleri kapsadığı ve dünyanın diğer yoksul ülkelerini dışladığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Salt ekonomik verimlilik ve kârlılık ölçüsüne göre işleyen küreselleşme olgusu, fakir ülke ve bölgeleri sistem dışına itmiştir. Güney yarım kürenin fakir ülkeleri, asırlardır ekonomik büyüme adına tüm dünyadaki doğal kaynakları tahrip eden kuzey yarımküre ülkelerine engel olamamışlardır. 2001 yılında Doha’da yapılan DTÖ konferansında daha ziyade “Çevre, Sağlık, Sosyal normlara saygılı koşullu serbest ticaret “ politikası gündeme getirilmiştir. Bu politika ile çocuk işçi ve mahkûmların çalıştırılmaması, sendikal örgütlenme ve toplu sözleşmelerin önündeki engellerin kaldırılması, sosyal ve doğal çevreye zarar veren maddelerin ekonomik faaliyetlerde kullanımını sınırlayan çevresel koşullara uyulması gibi kurallar getirilmiştir. Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, kırsal kalkınma programlarına önem vermekte, tarımda yapısal yenileme çalışmalarıyla kırsal kesimde iş imkânlarının artırılması ve daha müreffeh bir kırsal kesim meydana getirmek istemektedirler. Tarımsal araştırmaların, Yeni Teknolojilerin, Biyoteknolojik çalışmaların teşvik edilmesi, Ekolojik tarımın yaygınlaştırılması, Bilgilerin eğitim yoluyla aktarılması, Gıda güvenliğinin garantiye alınması önde gelen çalışmalardır. Bitki ve hayvan hastalıkları ve zararlılarından korunmak için sınır ve laboratuar kontrollerinin yaygınlaştırılması küreselleşme ile daha da önem kazanmıştır. Küreselleşmede gelinen son nokta; mal ve hizmet üretiminde ve dağıtımında kamu işlevine (yani siyaset ve bürokrasinin müdahale ve yönlendirmesine) son verilerek oluşturulan, oluşturulacak kurullara görev ve yükümlülüklerin devredilmesidir. Ülkemizde solcu ve sağcı eğilimler de küreselleşme çerçevesinde şekillenmektedir. Üretimin devlet eliyle yürütülmesini isteyenler, kamu yönetiminde yetki devri yerine merkezi otoriteyi savunarak değişimi reddedenler, kamu iktisadi teşekküllerinin özelleşmesini istemeyen/engellemek isteyenler milliyetçi ve sol politika olarak ortaya çıkmaktadır. Devlet işletmeciliğinin hantal bir yapı olduğunu, kamu işletmelerinin istihdam yeri olarak görülmesi ve işletmeciliğinin iyi yapılmamasından dolayı zarar ettiğini bu sebeple özelleştirilmesini savunanlar, liberal ekonomiyi benimseyenler, yönetimde yetki devrinin gerekli olduğunu, bununla beraber sosyal devlet politikalarının devam etmesinin gerekliliğini mütedeyyin ve muhafazakâr kesimler daha fazla desteklemektedir. Bu durum yabancı devletlerce şaşkınlıkla izlenmektedir. 1.3. Tarımda 1980 – 2007 Dönemi 1980 öncesinde dış ödemeler dengesi büyük açıklar vermiş, döviz varlığı çok düşük düzeylere inmiştir. Bu dönemde tarım ve sanayide fiyatlar baskı altına alınmış, ihracat vergi iadeleri ile teşvik edilmiştir. Tarımda hibrit tohumların yaygın kullanılmasına başlanmış ve üretim artmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatı 1,5 kat artmış, buna mukabil ithalatımız 36 kat artmıştır. Tarımın içinde bulunduğu durumu ve bazı yıllar dikkate alınarak meydana gelen gelişmelerin anlaşılması için aşağıda bazı tablolar özet halinde verilmiştir. Tablo 1. Seçilmiş bazı ürünlerde üretim (1000 ton) (1970-2000) Yılı Buğday K.Fasulye Pamuk Ş.Pancarı Ayçiçeği Patates 1970 10.000 138 400 4254 375 1915 1980 16.500 165 500 6766 750 3000 1985 17.000 170 518 9830 800 4100 1990 20.000 210 654 13986 860 4300 1995 18.000 225 851 11171 900 4750 2000 21.000 237 880 18821 800 5370 Kaynak: DİE, İstatistik Göstergeler, Çeşitli Yıllar, Ankara Tablo 2. Seçilmiş bazı ürünlere ait verimler kg/Ha (1970-2000) Yılı Buğday K.Fasulye Pamuk Ş.Pancarı Ayçiçeği Patates 1970 1163 1394 758 34348 1042 12355 1980 1829 1147 744 25119 1304 16393 1985 1818 1133 785 30486 1244 19807 1990 2116 1228 1021 36819 1201 22396 1995 1915 1324 1125 35774 1538 23750 2000 2234 1307 1314 39128 1476 26195 Kaynak: DİE, İstatistik Göstergeler, Ankara Tablo 3. Seçilmiş bazı ürünlerde üretim miktarı ( 1000 Ton) (1980-2000) Yılı Domates Dolmalık Biber Sivri Biber Patlıcan Kavun-Karpuz 1980 3550 360 220 650 4450 1985 4900 490 235 680 5500 1990 6000 320 580 735 4950 1995 7250 330 750 750 5400 2000 8890 390 1090 924 5805 Kaynak: DİE, Tarım İstatistikleri, Ankara Tablo 4. Bazı meyvelerde meyve veren ağaç sayısı ( 1000 adet) Yılı Elma Şeftali Üzüm Zeytin Kayısı İncir Fındık A.Fıstığı Ceviz 1980 27850 7850 820 73750 8815 5900 247000 16150 3230 1985 30175 8730 625 75850 9450 8120 250000 18100 3275 1990 31500 10524 580 80600 9919 9654 264650 20385 3248 1995 32580 10655 565 81437 11471 9690 271150 23850 3453 2000 32300 12260 535 89200 12740 8950 282970 25445 3550 Kaynak:DİE Tarım İstatistikleri, Ankara Tablo 5.Bazı meyvelerin üretim miktarı ( 1000 ton) Yılı Elma Şeftali Üzüm Zeytin Kayısı İncir Fındık A. Fıstığı Ceviz 1980 1430 240 3600 1350 160 205 250 7,5 122 1985 1900 200 3300 600 202 340 180 35 110 1990 1900 350 3500 1100 300 300 375 14 115 1995 2100 340 3550 515 281 300 455 36 110 2000 2400 430 3600 1800 579 240 470 75 116 Kaynak: DİE Tarım İstatistikleri, Ankara Tablo 6.Türkiye’de bazı çiftlik hayvanları sayısındaki gelişmeler ( 1000 Adet) Yıllar Koyun Sığır Tavuk 1980 48630 15894 58584 1985 42500 12466 61046 1990 40553 11377 96676 1995 33791 11789 129015 2000 28492 10761 258168 Kaynak: DİE Tarım İstatistikleri, Ankara Tablo 7. Türkiye yıllar itibariyle kırmızı et üretimi ( 1000 ton) Yıllar Koyun Kuzu Sığır Dana 1980 42 25 77 32 1985 115 53 178 115 1990 95 48 213 116 1995 68 34 150 142 2000 62 49 176 178 Kaynak: DİE Tarım İstatistikleri, Ankara Tablo 8. Türkiye yıllar itibariyle süt üretimi ( 1000 ton) Yıllar Koyun sütü İnek sütü 1980 1147 3421 1985 1073 7994 1990 1145 7960 1995 934 9275 2000 774 8732 Kaynak: DİE, Tarım İstatistikleri, Ankara Tablo 9. Türkiye yıllar itibariyle gübre kullanımı ( Ton ) Yıllar Kullanılan Toplam Gübre Miktarı (N, P2O5, K2O) 1980 1165380 1985 1430483 1990 1887883 1995 1700440 2000 118144 Kaynak: Gübre tüketim istatistikleri katalogu, Ankara Tablo 10.Traktör, yem ve sulamadaki gelişmeler Yıllar Traktör Sayısı (1000 adet) Sanayi yemi üretimi (1000 ton) Kamu sulaması (1000 hektar) 1980 436 1449 1696 1985 384 3042 2379 1990 692 3976 2910 1995 777 4483 3261 2000 924 6662 3379 Kaynak: H.İNAN (2001) Tarım Ekonomisi İşletmeciliği, Tekirdağ 24 Ocak 1980’de alınan “24 Ocak istikrar tedbirleri” 12 Eylül dönemi şartları içerisinde içeriden ve dışarıdan desteklenerek, devletin küçültülmesi ve KİT’lerin özelleştirilmesi çalışmalarını başlatmıştır. KİT’ler sanayinin ülke geneline yayılması, üretimde girdi temini, üretim öncesi depolama, üretim sonrası işleme ve pazarlama görevleri yanında, bölgesel kalkınma, beslenme, konut, toplu taşıma, doğal kaynakların değerlendirilmesi, yurt savunması gibi hususlarda çok kıymetli işlevler görmüşlerdir. Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini belirtilirken “Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” denilmektedir. KİT’lerin sosyal devlet politikaları yönünden görmüş oldukları işlevler bu açıdan değerlendirilmelidir. 1980–2007 yılları arasında tarımda IMF ve DB önerileri doğrultusunda yeniden yapılanma adı altında kamu işletmeciliğinde değişikliklere gidilmiştir. 1984 yılında yapılan Tarım Bakanlığı re-organizasyonu çalışması ile, Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü, Toprak-Su Genel Müdürlüğü, Çayır-Mera Yem Bitkileri Araştırma Enstitüleri, Hayvancılığı Geliştirme Genel Müdürlüğü, Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü, Gıda İşleri Genel Müdürlüğü kapatılmış ve hizmetlerin tek çatı altında toplanması amaçlanmıştır. Bu çalışmanın müspet ve menfi yönleri halen tartışılmaktadır. Mesela kapatılan Toprak-Su Teşkilatının, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü adı altında Tarım Bakanlığından ayrılıp ayrı bir bakanlığa bağlanması ile bu kuruluşun çiftçilere direkt götürmekte olduğu pek çok hizmet sekteye uğramıştır. Zirai mücadelede ve karantina çalışmalarında eski verimlilik temin edilememiştir. 1981 yılından itibaren destekleme alımı yapılan ürün sayısı 10 ürüne kadar azaltılmıştır. 1991 ve 1992 yılında desteklenen ürün sayısı tekrar 26’ya kadar çıkmış, 5 Nisan 1994 kararları ile IMF’ ye verilen taahhütler çerçevesinde “Daha rasyonel bir yapıya kavuşmak” adına hububat, şeker pancarı ve tütün dışındaki ürünler hazine garantili destekleme kapsamı dışına çıkarılmıştır. Fındık, ayçiçeği, pamuk gibi tarım satış kooperatifleri birliklerinin (TŞKB) Hazine garantili alım politikaları terk edilmiş, Birliklere Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonundan (DFİF) % 50 basit faizli, bir yıl vadeli ürün işleme kredisi kullanma uygulaması getirilmiştir. Tarımsal yayım ve uygulamalı araştırma projesi (TUYAP) ile eğitim ve ev ziyareti modeli benimsenmiş, uygulamaya konulmuş fakat belirgin bir faydası olmamıştır. 1985 tarihli Tarım SECAL anlaşması başlangıç olmak üzere, tarım sektöründe ürün planlaması, kredi, girdi temin etme gibi kamu örgütlenmelerine ait yeniden yapılandırmaya yönelik “Program kredileri” verilmiştir. Bu kredilere tarım sektörünün küreselleşme sürecinin gerekleri doğrultusunda düzenleme (KİT’lerin tasfiyesi, mali liberalizasyon) kredileri diyebiliriz. Yine 1985 yılında Dünya Bankası ile “Tarım sektörü uyum-ikraz” anlaşması yapılmıştır. 13.07.1985’de yayınlanan anlaşma ile Türkiye’ye 300 milyon dolar kredi açılmıştır. Bunun % 95’ i “İthalat”, % 5’ i “Tarım Yönetimini Geliştirmek” amaçlıdır. TİGEM (Tohum), ve TZDK (Gübre,ilaç,makine-alet-ekipman)’nun modernize edilmesi adı altında bunların özelleştirilmesi ile, girdi pazarındaki devlet etkinliği kırılmak istenmiştir. Türkiye Zirai Donatım Kurumu bilahare kapatılmış, gübre pazarlama işi gerektiği gibi özel sektöre bırakılmıştır. TMO, TEKEL, Şeker Fabrikaları, Çay Kur alım-satım-stoklama ve sınaî dönüştürme ve dağıtım görevini üstlenmişlerdir. 2000’li yıllara gelindiğinde 5 Nisan 1994 kararları ile destekleme kapsamı içinde bırakılan ilk 3 kuruluşta bu kapsam dışına çıkarılarak işlevsizleşmeye terk edilmiştir. Pazar payı az olmakla birlikte üretici ve tüketici piyasalarının fiyat istikrarının teminatı olan SEK, EBK, Yem Fabrikaları gibi kuruluşlar, arsa değerlerinin bile altında bir fiyatla elden çıkarılmışlardır. ÜGSAŞ, İGSAŞ gibi kuruluşlar Türkiye gübre üretiminin %40’ına sahip iken bunların özelleştirilmesiyle, gübre tekellerinin fiyat karteli oluşturabilmesinin önü açılmıştır. Ziraat Bankasının özelleştirme programına alınmasıyla birlikte bu bankanın kaynaklarını kullanan TKK (Tarım Kredi Kooperatifleri)’ nin çiftçiye kredi ulaştırma imkânı ortadan kaldırılmış olacaktır (Son krizle birlikte bankacılık reformu çerçevesinde bu karar alınmış, henüz uygulamaya konulmamıştır, yeni hükümetle uygulanacaktır.) 2000 yılında imzalanan Ekonomik Reform Kredisi (ERK) anlaşması, bunu izleyen 2001 Kurumsal Reform Kredisi anlaşmasıyla yeni bir evreye girilmiştir. Ekonomik Reform Kredisi yalnızca tarım sektörü ile ilgili değildir. Genel olarak Kamu maliyesi yönetimi reformunu içeren bu kredilerde tarım sektörüne ek olarak mali sektör, sosyal güvenlik sektörü, telekomünikasyon, enerji sektörleri de yer almıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Tarım sektörü üzerindeki yönetim rolünün yeniden tanımlanması ile çalışma şeklinin merkezden yerele tüm birimleri etkileyecek biçimde ve genişlikte bir idari reform hedeflemektedir. Yine 18 Mayıs 2007 tarihli resmi gazetede yayınlanan, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kuruluş ve Görevleri hakkındaki Kanun yürürlüğe girmiştir. Bundan sonraki aşama bölge kalkınma ajanslarının kurulmasıdır. Bu ajanslar bölgelerin özelliklerine göre projeler hazırlayacaklar, ihaleler yapılacak ve ihaleyi alan şirketler projenin uygulamasını gerçekleştirecektir. Bu projelerin uygulanabilir ve verimli olması için, bölgelerin yerel imkânlarını, coğrafyasını, iklimini bilen konu uzmanı kişilerce hazırlanması gereklidir. Tarım sektöründe devlet desteklemelerinin tümüne son verilerek yalnızca ekili araziye dönüm başına ödenmek üzere Doğrudan Gelir Desteği (DGD) geçilmesi (14 Mart 2000 tarihli resmi gazetede yayınlanan 2000/267 sayılı Bakanlar Kurulu kararı), ürün deseninin değiştirilmesi, sektörün yönetiminin güçlü biçimde değiştirilmesi amaçlanmıştır. Devlet her türlü desteklemeden çekilecek, tarımsal üretim ve tarımsal sanayi alanında hiçbir etkinlik göstermeyecektir. ABD ve AB’de Doğrudan Gelir Desteği bütün tarımsal desteklerin %10’unu oluşturmaktadır ve tek başına uygulanmamaktadır. Ülkemizde DGD uygulaması başlatılmış olup, destekler çeşitlendirilmiştir. ABD ve AB ülkelerini dikkate aldığımızda rekabet açısından bu desteklerin yetersiz olduğunu belirtmekte fayda var. Ülkemizde uygulamaya konulan 2001 yılındaki Güçlü Ekonomiye Geçiş programında veya daha önceki bütün programlarda sıkıntıların sebebi, yüksek enflasyon ve kamu açıkları olarak gösterilmiştir. Kamu açıkları özelleştirme ile çözülmeye çalışılmıştır. Kamu açıklarının kapatılması ve enflasyonun düşürülmesi için; sürekli tasarruf tedbirleri uygulanmış, yatırımların önü kısılmıştır. Yatırımların kısılması; üretim ve verimliliği düşürmekte, düşük üretim ithalatın artmasına sebep olmakta, İthalatın artması borçlanmayı artırmakta, borçlanmanın artması kamu yararına olmayan taahhütlerin uluslararası boyutta verilmesine sebep olmaktadır. Az gelişmiş ülkeler tüketim mallarını vasıfsız işgücü ve eski teknoloji kullanarak üretmekte veya çok uluslu şirketlerin yüksek teknoloji ürünlerinin montajını ucuz işgücü ile yapmaktadırlar. Çok uluslu şirketler bu teknoloji ürünlerini gelişmiş ülkelere satmaktadırlar. Az gelişmiş ülkeler yatırım için çok gelişmiş ülkelerden ithalat yapmakta, bu sayede üretim güçlerini ve emeklerini karşı tarafla bedava denecek şekilde değiştirmektedirler. Bu durum gelişmemiş ülkelerin aleyhine olan kısır bir döngüdür. 20 Kasım 2001’de yürürlüğe giren Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında (GEGP) asıl amaç kamu borcunu tasfiye etmek denilmektedir. Kalkınma ve yatırım hedefi yoktur. İktidarın “Yatırım Ortamını İyileştirmek” adına IMF’ ye taahhüt ettiği tedbirlerle amaç, uluslararası sermayenin yatırım yaptığı alanlarda rahatsız oldukları denetim mekanizmalarını ortadan kaldırmaktır. GEGP’ nın uygulanması ile borçları ödemek için faiz dışı bütçe fazlası oluşturulması amaçlanmış, dış ödemeleri düzenlemek için merkez bankasının net iç varlıklarının artışı kısıtlanmış, ekonomi daralmış ve halk yoksullaşmıştır. Bu uygulamalarla ucuza üretmediğini ithal et felsefesi etkili kılınmaya çalışılmıştır. Mesela şeker yasasıyla “Türk insanı daha ucuza şeker tüketecektir” denilerek, üretimin kısıtlanması ve istihdamın daralmasına sebep olacak çalışmalara gidilmiştir. Üretmeyen bir ülkede istihdam düşecek, tarıma dayalı sanayi çökecek, sektörden ekmek yiyen milyonlarca kişi perişan olacaktır. Şeker dediğimiz zaman; şekeri, küspeyi, melastan elde edilen iyi kaliteli alkolü de hesaplarımızın içine almalıyız. Yine tütünden devlet desteğinin ve kotaların kaldırılması ile Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizde üretim durmuştur. Türkiye üretici olduğu bu iki sahada (şeker-tütün) ithalatçı duruma düşmüştür. Hükümetler eliyle yapılan reformlar sonrasında uluslararası piyasalarda, çok uluslu şirketlerin sermayeleri karşısında ülkemizin (üreticilerin, birliklerin, şirketlerin) rekabet şansı azalmıştır. Tarımsal ve sanayi alanında yapılan örgütlenmeler ile çiftçiler – üreticiler üretime ve rekabete yöneldiklerinde uluslararası sermaye baskısı ile üretimden tasfiye edilebileceklerdir. Koruma duvarları ve güçlü girdi destekleri olmadan yapılan pahalı üretim, diğer gelişmiş devletlerin ucuz girdi ve sübvansiyonla desteklenmiş, ihraç ürünleri karşısında tutunamayacak, Bu durum üretimi ve istihdamı düşürecektir. İthalat için kaynak oluşturulamayınca da sonuç ekonomik kriz ve sosyal bunalımlar olacaktır. Bu da kısır bir döngüdür. Bu döngü uluslararası anlaşmalar ve uygulamalar çerçevesinde, uluslararası rekabet göz ardı edilmeden üretim ve verimliliğin arttırılması için, birbirimizi aldatmadan ve birbirimize güvenerek birlik ve beraberlik içinde çalışarak, kendi ürettiğimizi kullanarak/tüketerek kırılmalıdır. İlişkili Makaleler: 2. TARIM ALANINDA ÖZELLEŞTİRMELER (2008-12-13) 4. AVRUPA BİRLİĞİ VE TARIM (2004-
Posted on: Fri, 21 Jun 2013 19:27:40 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015