Her ne kadar liberal, sol ve muhafazakar demokratlar bir türlü - TopicsExpress



          

Her ne kadar liberal, sol ve muhafazakar demokratlar bir türlü kabul etmek istemese de AKP iktidarı, geleneksel iktidara eklemlenmiş ve hızla devletleşmeye başlamıştı. Devletleşme sürecinin şahikası ise 12 Eylül 2010 referandumu ve sonrası oldu. (Teferruatlı ve bütünlüklü bir analiz için Orhan Gazi Ertekin ve Faruk Özsu’nun birlikte kaleme aldıkları “Türkleşmek, İslamlaşmak, Memurlaşmak- Ak Parti , Cemaat Ve Yargının Hikayesi” isimli çalışmayı ısrarla öneririm.) Gezi Parkı direnişi, “yeni devlet ve yeni iktidar” olan cari iktidarın, -neo Evren Paşa ve Neo 12 Eylülcüler sıfatını hak edecek biçimde- halka karşı kurmaya çalıştığı “darbe düzenine” karşı demokratik ve çoğulcu muhalefetin isyanıydı. Ve bu yeni durum tüm o bıktırıcı “İttihatçı- Kemalist- Darbeci sisteme karşı aslanlar gibi mücadele eden AKP!” hikayesinin de çöpe gidişine vesile oldu. Gezi direnişi, sadece bu masalın değil, onunla birlikte liberal-sol-muhafazakar entelektüellerin, medya düzeninin, kısacası ülkedeki politik dil ve üslubun da boşa düşmesine vesile oldu. Artık karşımızda mahkemeleri, savcı ve hakimleri, polisi, karakolları, -hatta- askeriyesi, üniversiteleri, medyası ve ekonomisiyle dağ gibi bir AKP Devleti vardı. “İsyan” işte bu devlete idi... O halde gelin bu “yeni devlet”in bir parçası olan “yeni yargı”nın konumuna ve “yeni iktidar” içindeki misyonuna bir bakalım. Yeni devlet, eski usul “Yeni devlet”, tıpkı kendinden öncekiler gibi halkın haklı, meşru ve demokratik taleplerini, -devlet olmanın verdiği o müthiş kibir ve özgüvenle- büyük bir nobranlık ve zorbalıkla karşıladı ve isyanı büyüttü. AKP için mesele -yukarıda andığımız kitapta sıklıkla vurgulandığı üzere- “devletin halkı sopalaması değil, sopanın ‘düşman’ların elinde olması” olduğu için, “iktidar sopası” bu kez Erdoğan ve ortaklarının elinde belirdi. Bundan sonrası, cari iktidarın -sözde- yargıladığı darbe düzeninin tanıdık eski usulleri idi: Panzer, toma, sopa ve pala... Ortada bir devlet şiddeti olur da yargı “durumdan vazife çıkarmaz mı?” Geleneksel yargı, bu tip durumlarda devlet şiddetine hukuksal kılıf bulma işini üstlenirdi, “yeni”si de aynı iş ve işlevi -hem de öncekine rahmet okutacak seviyede- üstlendi. Hiçbir şiddete bulaşmayan barışçıl eylemlerin faillerini tutuklayan yargı, kameraların önünde işlenen bir cinayeti “meşru savunma” kapsamında gördü. Ve bu süreçte her türlü demokratik eylemin karşısında ve devlet şiddetinin yanında ve tamamlayıcısı olduğunu ve olacağını ilan etti. Kısacası, güç ve iktidar sahiplerine karşı özgürlük, demokrasi ve adalet talebini gerçekleştirme ve görünür kılmada diğerleriyle eşit hak ve güce sahip olmak isteyenler soluğu Gezi’de alırken, “yargı” da -tam da alışkın olduğumuz ve beklediğimiz gibi- “sopasını alıp” Gezicilerin karşısına çıktı. Hakem değil sopa Yargının bilinen ve beklenen performansı kimse için sürpriz olmamalı. Zira Türkiye ’de yargının teşkilatlanma ve zihniyet sorunu “bu” olduğu sürece, işlevi de “bu” olacaktır. Böyle bir yapıdan adil, hakkaniyetli, tarafsız ve demokratik bir iş ve işlev beklemek, iki hidrojenin bir oksijenle birleşmesinden su oluşmamasını beklemek kadar saçma. Tekrar edelim: Türkiye’de yargı çatışan siyasal-toplumsal güçlerin birlikte oluşturduğu anayasal düzen içinde tarafsız bir hakem olarak değil, diğerlerini mağlup eden siyasal gücün, kendi elleriyle inşa ettiği ve karşıt tüm kesimlere karşı kullandığı bir iktidar vasıtası oldu. Yargı bizzat devlet iktidarını ele geçiren güç tarafından idari bir mekanizma olarak teşkilatlandırıldığı için memurin, bürokratik bir yapı olageldi. İç işleyişindeki öznel koşulları nedeniyle de “Devletteki egemen ve hakiki iktidar” sahiplerinin kolayca ele geçirebildiği ve amaçları doğrultusunda yönlendirebildiği bir yapı oldu. Türkiye’de yargıçların bırakın bağımsızlık ve tarafsızlık gibi kavramları, sıradan bir memur kadar bile güvencelerinin olmaması, onu iktidarlar nezdinde daha da işlevsel, araçsal, zayıf ve çaresiz konumda olmasına yol açtı. İşte bugün yargının Gezi Parkı’nda “kanun sopasıyla” bu kadar kolayca ve gocunmadan dolaşmasının sebebini -ideolojik, siyasal, kültürel yapı ve reflekslerinden ziyade- burada aramak gerekir. Gelenek devam ediyor Gezi Parkı eylemleri başta, güncel tüm siyasal-adli sorunlarda yargı, bugüne kadar bizlere tecrübe ettirdiğini bir kez daha yineliyor. Toplumun içinden değil, devletin içinden doğan, toplumun devleti değil, devletin toplumu sınırlandırma aracı olarak işlev gören yargı, bir kez daha güç ve iktidarın politik zihniyet ve gözlemlerini takip etmeye devam ediyor. Yargıdan beklenen temel hak ve özgürlüklerin ihlalinin karşısında durmak ve ısrarlı bir direnç göstermek olduğu halde yargı, bunları kısıtlayan, hatta ortadan kaldıran güç ve iktidarların hukuksuzluklarını, meşrulaştırma iş ve işlevini sürdürüyor. Başka bir deyişle cari güç ve iktidara bakarak demokratik toplumsal muhalefetin her meşru hak talebini ve gösterisini suç sayan, kimin toplumun bir parçası ya da toplumdan dışlanması gerektiğini belirleyen geleneği aynen yaşatıyor. Peki bu hep böyle mi gidecek? Kesinlikle hayır! Gezi milat oldu “Gezi direnişi” eskiye dair pek çok şeyin yanında, siyaseti devlet koridorlarında yapılan post kavgasından ibaret gören “kasaba siyaseti”nin de bitişini müjdeledi. Artık “söz” ve politikanın daha bir anlam kazandığı yeni ve farklı bir döneme girdiğimiz anlaşılıyor. Mevcut iktidar başta, tüm eski usul siyaset erbabının telaşa kapılması da bu nedenle. Şimdi sıra, halka karşı sopa ve palanın şiddetini kutsayan ve esasen kendisi de bir tür “sopa” olan yargıya geldi. Şüphesiz bu sürecin etkileri ve yeni döneme yansımaları daha çok konuşulacak. Şimdilik yargı merkezli olarak çözüm bağlamında şunu söyleyelim: Devletleşen siyasal iktidara karşı demokratik muhalefeti sahneye koyanlar, aslında o süreçte yargıya karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin de ilk işaretini verdi. Birinci aşama, “anlamak”tır. İlk anlamamız gereken, bu yargının bir “yargı” olmadığıdır. İkincisi de “Gezi direnişi”nin ruhuyla uyumlu olarak “söz”ü ve “siyaseti”, ama hakikati olan ve sokakta yeşeren hakiki siyaseti egemen kılmaktır. Bu anlamda, Gezi Parkı eylemlerine katıldığı için hakkında verilen arama kararında dokuz örgüt yazılı bulunan Erdal Kozan’ın, “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla kendisini sorgulayan yargıca karşı, “Arama kararında dokuz tane sol örgütün adı var. Hangi örgütün üyesi olduğumuz belirtilmemiş. Örgütü siz mi seçiyorsunuz, yoksa biz mi beğeniyoruz?” şeklindeki çıkışı, son derece öğretici. Umarız Kozan, yasadaki teşebbüs hükümleri nedeniyle, kesinlikle hukuki bir kalıba konamayacak olan Balyoz davasında “yargılanan”lara da yol gösterici olur. Kozan’ın sergilenen tiyatroyu “anladığını” gösteren ve “söz”e kıymet veren bu çıkışı tüm topluma egemen olabilirse, “Gezi direnişi” önce yargıda sonra da tüm iktidar katında ve genel olarak ülkede etkisini göstermiş olacaktır. * Yargıç, Demokrat Yargı Genel Sekreteri
Posted on: Wed, 31 Jul 2013 11:05:22 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015